Güle güle Hasan Ağabey...
Hasan Celal Güzel’in vefatını çok uzaklardayken haber aldım. En son 14 Kasım günü görüştük. Hasta, yorgun ve bitkindi. Veda ettim, helalleştik. O haliyle Türk Dünyası için devasa bir proje yürütüyordu. Türkçe konuşan ülkelerin yüzlerce bilim insanını Ankara’da toplamıştı. Değme üniversitelerimizin, kurumlarımızın altına girmeye çekineceği bir projeyi yine her zamanki büyük ufuklu yaklaşımı ile gerçekleştiriyordu.
Bizim tanışıklığımız çok eskiye dayanır. Öğrenci idim. O ise Başbakanlık Müsteşarı idi. Sonrasında bakan oldu, ben ise memuriyete başladım. Aramızdaki hukuk hep abi kardeş ilişkisi biçiminde devam etti.
Anavatan Partisi içinde Özal sonrası mücadelede pek çok sıkıntı yaşadı. Hak etmediği halde pek çok kumpas ve iftiraya maruz kaldı. Yeniden Doğuş Partisi’ni kurdu. Siyasi mücadelesini burada sürdürmeye uğraştı. Sağlık Sokak’ta bir bina genel merkez idi. Asansörü sürekli bozulan, ağır tonajlı araç geçtikçe sallanan, kapısında “Bu binadan içeri hırsızlar giremez” tabelası olan meşhur bina…
Hırsız giremiyordu ama bir süre sonra da kimse girmemeye başladı. Parasızlık Hasan Ağabeyi yeni arayışlara itti, binanın altında kocaman bir lokanta açıldı. Yürümedi. Seçimlerde binlerce insana el ense çekti. Tank gibiydi, yıkılmaz… Sımsıcaktı. Gülüşü dünyaya bedeldi. Gördüğünü kucaklar öperdi. Öyle yapmacık değil, içtendi…
Sonra birgün dedi ki, “Dergi çıkaracağız, sen de varsın…”
Öyle olur musun, olmaz mısın, Hasan Abi’nin tarzı değildi. Varsın diyorsa varsın. Yapmaya karar verdiği işte yorulmak, bıkmak, usanmak da olmazdı.
Sonra Yeni Türkiye günlerimiz başladı. Parti zaten boşalmıştı. Bir kısmını dergi yaptık. Bana da bir oda ayırttı. Çok sevgili Güler Eren ablam ve eşi Abdurrahman Eren ağabeyim hem parti işleriyle hem dergi işleriyle koşturan iki inanmış fedakar idi… Bir de gece gündüz koşturan o günden bu güne “Başkan”ı hiç yalnız bırakmayan çilekeş, genç, yürekli bir avuç çalışan…
Dergi dediysem, öyle bilindik dergilerden değildi, sürekli hacmi büyüyen, yazar sayısı genişleyen ve her sayısında adeta Türkiye’nin o konudaki röntgenini çeken, tarihi belge niteliğinde eserler…
Cumhurbaşkanı da yazardı, Başbakan da, Bakanlar da, muhalefet de, akademisyenler de, bürokratlar da…
Her seferinde yeni yeni isimler bulmamı isterdi. Nitelikli uzmanları, bürokratları bul, onlara yazdıralım, iyi akademisyenler kimse derhal arayalım, derdi. Gece yarıları aramaları meşhurdu. Gecenin ikisinde, üçünde taşranın bir yerinden yatağından fırlayan akademisyen “Ben Hasan Celal Güzel”im…” diye başlayan cümleleri bir “şaka” gibi algılar, çoğu sabahın köründe beni arardı, “Arayan gerçekten Hasan Celal Bey mi?” diye…
Çok arkadaşımı arattım böyle böyle, bana da mavra çıkıyordu. “Hasan Abi, bu konuda şu iyi uzmandır”, dediğim zaman, dediğimin zaten yazmama şansı kalmıyordu ama gece yarıları Hasan Celal tarafından uyandırılmaktan da kurtuluşları olmuyordu…
Bir gün dedi ki, “Tanıştırdığın onca adamdan en çok kimi beğenip sevdim, biliyor musun?” Kimi, Abi dedim. “İlhan Hatipoğlu’nu” dedi, “Bilgili, donanımlı, mütevazı, çalışkan, kibar…” İlhan’ın bu güzel özelliklerini her yerde de söylemiştir. Hasan Abi işte böyle kadir bilir bir insandı…
Yine dergi işine dönersek, her sayı hummalı bir şekilde kağıt, matbaa, para, reklam arayışı başlardı. Koskoca Hasan Celal Güzel, küçük düşünemezdi ki… Kimseden iane istemezdi. Karşılıksız yardım kabul etmezdi, kaynağı belirsiz hiçbir parayı kabul etmezdi. Kılı kırk yarardı…
Hiç unutmam, bir gün dedi ki, “Hadi gidiyoruz” “Nereye abi?” “Çankaya’ya” “N’apacağız?” “Demirel’den yazı isteyeceğiz…” Konu “Yolsuzluk ve Yozlaşma”…
Gittik. Rahmetli Demirel, çok güzel karşıladı, izzet, ikram, sevgi, muhabbet... Hasan Bey’in Demirel nezdinde hep çok özel bir yeri vardı. Darbecilere rağmen Zincirbozan’a Demirel’i uğurlama cesareti gösteren yiğit insandı Hasan Bey. Demirel’e sevgisinden kuruluşunda Anap’tan siyasete girmeyen isimdi… Diyeceksiniz ki Özal’ın müsteşarı, evet, elbette. O kabiliyette, birikimde, dirayette Devlette başka kim vardı? Diyeceksiniz ki sonradan Bakanı, evet, çünkü her geldiği mevkii hak ediyordu… Demirel’e o ziyarette dergi olarak sıkıntılarımızı biraz açtık. Yine Rahmetli Necdet Seçkinöz’e talimat verdi. Necdet Seçkinöz ağabey ile bir süre birlikte çalışmıştım, Başbakanlık’ta müsteşarım idi. Beni çok severdi. Ben de çok sayardım. Demirel Cumhurbaşkanı olunca Genel Sekreteri olarak götürmüştü. Umur görmüş bir devlet adamı. Hemen birçok yeri aradı. O sayı için bizi rahatlatacak ölçüde reklam bulundu. Kolay değil ki, Refahyol Hükümeti var, 28 Şubat Süreci var ve Hasan Celal Bey’in tavrı ortada…
Dergi çıktı. Dergiyi Rahmetli Demirel’e ithaf ettik. Demirel çok memnuniyet içinde karşıladı. Ama siyaset gerildi. Hasan Abi 28 Şubatçılara açıkça hodri meydan dedi, darbe planlarını aşikâr etti, hakkında davalar açıldı. O da Demirel’in darbecilere arka çıkar tavrını çok sert bir şekilde eleştirerek verdi veriştirdi. Üstelik bunu her gün, dozu artırarak yapmaya başladı…
Bir gün Köşk’ten Cumhurbaşkanı görüşmek istiyor haberi geldi. Hasan Celal Bey’e kızıyor, muhtemelen ona söylemem için bana bir şeyler diyecek Rahmetli Cumhurbaşkanı. Hasan Abi, “Git, ne diyor, dinle, gel” dedi… Tabi bunu bu şekilde söylemedi. Demirel rahmetliye kızgınlığını içeren tüm kelimeleri kullanarak…
Dedim ki, “Cumhurbaşkanımıza ne diyeceğim. Bir ay evvel gittik, yazı istedik. Verdi. Üstelik dergiye bir sürü ilan reklam buldurdu. Sonra sayıyı ona ithaf ettik…” Tüm gerginliğini atan o meşhur kahkahası ile cevap verdi: “Yolsuzluk sayısını Demirel’den başka kime ithaf edecektik…” Beni de bir gülmedir aldı. Neyse, gittim, merhum Cumhurbaşkanım Demirel o tatlı, babacan haliyle ilk cümlede demez mi “Oğlum, ne iştir, geldiniz yazı isteniz verdik, ilandır, reklamdır bireyler hallettik. Bir de dergiyi bana ithaf ettiniz. Şimdi böyle ulu orta sövmek nedir? Hasan ne yapmak istiyor…” Kendimi tutamadım. Gülmeye başladım. Rahmetli Demirel müthiş anlayışlı adam. “Ne var, niye yüzünün şekli değişti?” dedi. “Cumhurbaşkanım, gelmeden bunu kendisine aynen böyle sordum, o da yozlaşma ve yolsuzluk sayısını başka kime ithaf edecektik” dedi, dedim… Demirel de bastı kahkahayı… Fazla uzatmasın, Hasan’ı çok severim. Türkiye’nin hali bildiği gibi değil, yine lazım olan bir şey olursa Necdet Bey’e sen müracaat et, Hasan çok gururlu, inatçıdır, ölse istemez” dedi, beni uğurladı…
Tabii, Hasan Abi’de görüşmeyi çok merak ediyor. Geldim, olanı biteni anlattım. Hem güldü, hem de “Ayıp olmuş, keşke o sözlerimi nakletmeseydin” dedi. Böyle bir insandı. Hem Demirel’i çok severdi, hem çok eleştirirdi. Derdi, davası Türkiye idi. Türkiye’ye bir zarar gelmesini istemezdi…
Mahkum oldu. Ayaş Ceza ve Tutukevinde. Ziyaretine gittim. Bir sayfa mektup: “Cezaevi idaresini protesto ediyorum, kimseyi kabul etmiyorum. Ayrıca sen şimdi genel müdür oldun, sana sıkıntı çıkarmasınlar, gözlerinden öperim… Eşine, çocuklarına selam…” Orada bile benim başıma bir şey gelmesinden çekiniyor.
Hatıra çok. Devlet Bahçeli ileyim diye bana kızıyor. Devlet Bahçeli’ye verip veriştiriyor. Hatta hiç nezaket ölçüsüne bile dikkat etmiyor. “Abi, yakışıyor mu, niye böyle yapıyorsun?” dediğimde tamam biraz daha ölçülü olurum diyor, ama söze başlayınca yine ölçü mölçü kalmıyor. Türkler projesini yapıyoruz. Para lazım, Tanıtma Fonu Başbakan Yardımcısı olduğu için Devlet Bahçeli Bey’e bağlı. Söylediklerinden dolayı “Kesinlikle para alamayız” diyor, ben de “Abi,proje bitsin ben anlatırım, alırız, merak etme” diyorum. Yine de hiç aklı yatmıyor. Sadece ben değil, Devlet Bey’in çok değer verdiği, saygı duyduğu başka isimler de aynı şeyi söylüyor, o bir türlü ikna olamıyor, ama projeyi de çok istiyor. Neyse aldım dosyayı, gittim Devlet Bey’e, anlattım. Devlet Bey, hiç Hasan Bey’in kendisi ile ilgili söylediklerini gündeme bile getirmeden, “Büyük hizmet, hemen gereğini yapın, destekleyin, iyi bakın istediği destek yetmezse talebini büyütün, sıkıntı çıkmasın, Sayın Bakan’dan Allah razı olsun. Böyle bir şeyi yaptığı için teşekkürlerimi iletin” dedi. Ben de “Efendim, mümkün ise bir de vakit ayırıp kabul etseniz, görüşseniz” dedim, “Olur, ne zaman isterse buyursun” dedi. Ağzım kulaklarımda, gittim anlattım, inanamadı. “Adama o kadar hakaret ettik, şimdi ne diye gideceğim, keşke o kısmı söylemeseydin” dedi. Sonrasında yarım saatlik bir görüşme üzerinde mutabık kaldık, teşekkür edecekti. Gitti, saatlerce süren bir görüşme oldu. İkisi de birbirini çok sevmişti. Çünkü kumaş aynı idi. Çok dürüst, ilkeli ik siyaset adamı bir arada idi. İkisinin de tek derdi, davası, sevdası vardı: Türkiye, Türk milleti…
Bu milletin büyük evlatlarından idi. Hayırlı işler yaptı. İyiliği oldu, kötülükten sakındı. İnsan yetiştirdi. Hiçbir maddi tutkusu yoktu. Eline geçeni yine millet yolunda harcardı. Daha ben bunca yıllık ilişkimizde herhangi bir şeye heves ettiğini görmedim.
Keyfimiz yerinde olduğunda, dergi matbaadan geldiğinde eline udunu alıp söylediği ağır Türk Sanat müziği şarkıları hala kulaklarımda…
Milli Kültür Şurası’nda akşam müzikli programda, sahnedeki sanatçılara eşlik etmiş birlikte söylemiştik. Ben de o anları kaydetmiş idim. Kayıtlar sanırım Ankara’da, ben ise Amerika’dayım…
Mekânın cennet olsun. Nurlar içinde yat Hasan abim…