Hakan Akkaya New York'taki tek Türk!
Ordu’dan New York’a uzanan bir başarı öyküsü onunki... Hem New York Moda Haftası’nın resmi takvimine girmeyi başaran ilk Türk tasarımcı... Hem ekranların sevilen yüzlerinden biri... Kariyerini iki koldan yürütüyor gibi görünse de tüm kazandığını moda çalışmalarına aktarıyor. Bir nevi kendi kendisini finanse ediyor.
Bana göre hiçbir başarı tesadüf değil ve her başarı öyküsünün temeli çocukluk yıllarına dayanıyor. O nedenle çocukluk yıllarınızı, nasıl bir çocukluk geçirdiğinizi merak ediyorum.
Ben çok mutlu ve şanslı bir çocuktum. Annemle babam beni özgürce ve kararlarıma, fikirlerime saygı duyarak büyüttü. Beni ben yapan faktörlerden belki de en önemlisi bu. Bir aile apartmanında büyüdüm. Babamın ailesi; babaannem, amcamlar, halamlar, hepsi oradaydı. Ben tek erkek torundum, onun için çok şımarıktım. Babaanneme çok âşıktım. Çok isterdim bugünlerimi görebilmesini ama maalesef rahmetli oldu, göremedi. Ama onun sayesinde bu mesleği seçtim diyebilirim.
Sosyal miydin yoksa iç dönük bir çocuk muydun?
Sosyal bir çocuktum. Aynen bugünkü gibiydim aslında; hem çok sosyal hem de evde kendi başına kalmayı seven... Hayaller kurar, planlar yapardım. En çok sevdiğim şey yatağıma uzanıp bugünleri hayal etmekti.
Doğru mu anladım, daha çocukken mi modacı olmaya karar verdin yani?
Evet.
Kaç yaşındaydın?
İlkokul 3’ten beri tam olarak bunu istiyordum ben.
Hayallerinde gerçekten kıyafet tasarlamak mı vardı yoksa birilerini örnek alarak mı modacı olmaya karar verdin?
“Cesur ve Güzel” diye bir dizi vardı. Orada da Rich Forrester diye bir adam... Çok da yakışıklıydı. Kendimi onun yerine koyuyordum. Sonuçta ben Ordu’da moda haftaları içinde büyümedim. Mağazalar vardı, oradan alışveriş yapılırdı, o kadar. Okuldan geldiğimde babaannem işte o diziyi izliyor olurdu. Yemeğimi yer, onun yanına geçerdim. Kanepeye uzanıp birlikte diziyi izliyorduk. Babaannem çok süslü bir kadındı. Annemle zaman geçirmeyi, onunla alışveriş yapmayı çok severdi. Dolayısıyla alışveriş hayatımda hep bir şekilde var oldu.
Ailece modaya düşkünsünüz yani...
Öyle. Annemle rahmetli babam sık sık davetlere giderlerdi. Artı kendi otelimizin restoranı vardı. Ordu’nun tek gazinosu bizdik. Annemle babam her hafta oradaydı ve annem bu yüzden sürekli elbise diktirirdi. Annemle birlikte terzide geçiyordu zamanım.
TENEFFÜSTE YANGIN MERDİVENİNDEN KAÇTIM BİR DAHA OKULA DÖNMEDİM
Peki ya Ordu’dan çıkış?
Ben biraz erken başlamıştım okula. 5.5 yaşında. 16 yaşında lise bitti. 17 yaşında üniversiteye, Bilkent’e başladım. Ordu’dan çıkışım öyle oldu.
Hangi bölüm?
Peyzaj mimarlığı ve kentsel tasarım okudum. Bu arada annem, özellikle de babam hiç istemiyordu modacı olmamı. Çünkü o dönem birkaç örnek modacı vardı ve çok marjinal tiplerdi. O marjinal görüntü korkutuyordu gözlerini.
Nasıl kırdın inatlarını?
Okulda Ordulu birkaç arkadaşım vardı. Bir teneffüste dedim ki bunlara, “Ben okulu bırakıyorum”... “Baban seni öldürür” deyip beni tekme tokat derse soktular! Ders 50 dakika ama sanki bitmek bilmiyor. İkinci teneffüste yangın merdiveninden kaçtım. Eşyalarımı toplayıp İstanbul’a geldim ve anneanneme sığındım. Dedim ki “Ben okulu bıraktım, moda okuyacağım”... Allaaah! Babamlar, annemler, ortalık birbirine girdi. Baba diyor ki “Bilkent’te okumayacaksan o zaman geleceksin, Ordu’da tekrar üniversiteye hazırlanacaksın”... Ama anneannem beni bırakmıyor. Nitekim ondan sonra moda okumaya başladım işte.
VE SONUÇ
SINIRSIZ HAYAL GÜCÜ BAŞARININ ANAHTARI
Hakan Akkaya, çocukluğunda en sevdiği şey kenara çekilip hayal kurmak olan biri. O hayalciliğin bugünlere yansıması ise “sınırsız bir dünya” demek... Bu geniş dünyada hiçbir engellemeye izin vermeden zengin fikirler üretebilmesi demek...
Zaten hayal dünyası böylesine geniş insanların fikirleri engellendiğinde verimsiz olurlar, üretemezler. Üretebilmeleri için hareket alanlarının sınırlanmaması gerekir. Kaldı ki bugün Hakan Akkaya’nın tasarımlarında o sınırsız hayal gücünün yansımalarını görmek mümkün.
Gelişmiş hayal gücü olan kişiler aynı zamanda son derece hassas ve kırılgan olurlar. Bu sebeple kötü olaylar karşısında herkesten daha fazla etkilenirler.
Hakan Akkaya’nın aşırı derecede sosyal olması ise başarılı ilişkiler kurmasını, ekran önünde de sempati toplamasını sağlıyor.
Elbette bu özellikler herkeste olabilir ancak onun bugün bu duruma gelmesinin bir sebebi de tüm özelliklerinin yanı sıra risk alabilme gücünün olması. Bu kadar yüksek derecede risk alabilen insanlar için “ya hep ya hiç” sloganı geçerlidir.
ORDU’DAN ÇIKIP NEW YORK’A VARANA KADAR
KAFAMDA SİYAH SAÇ KALMADI
Ben Victoria’s Secret’ta ya da benzeri büyük şovlarda Türk modellerini de görmeyi çok isterim.
Orada yürüyebilmek için o coğrafyada olman gerek. Ben New York’a gittim mesela ama bunun için çok çalıştım, çok uğraştım. Herkes bu bedeli ödeyemez. Ordu’dan çıktım, New York’a kadar ulaştım, insanların ayakta alkışladığı bir tasarımcıyım ama buraya gelene kadar kafamda siyah saç kalmadı! Victoria’s Secret meselesine dönecek olursam; Victoria’s Secret kızı dediğin kızlar tüm dünyadan toplasan 100’ü geçmiyor ve o başka bir fiziksel durum gerektiriyor. Ayrıca Victoria’s Secret kızı olamazsın, Victoria’s Secret kızı doğarsın.
BEN BU İŞE BAŞLADIĞIM GÜN FARK YARATTIM
Varmak istediğin nokta neresi?
Ben de bilmiyorum.
Bu işi yaparken “Şu noktada fark yaratacağım” dedin mi hiç?
Ben farkı aslında meslek hayatıma ilk başladığım gün yarattım. Çünkü her tasarımcının bir imzası ve hayalleri var. İlk başladığımda kendime bir yol haritası çizmiştim zaten. Çok şükür öngörülü biriyim. Bir de kendime çok objektif olabiliyorum. Hiçbir başarı beni şımartmıyor. Aksine başarılarım beni “ya o başarıma gölge düşerse” diye daha da kaygılandırıyor, daha çok çalışmaya yönlendiriyor. Normalde insanlar büyüdükçe, yükseldikçe daha az çalışmaya başlar. Ama öyle olmamalı. Başarılı olup belli bir noktaya geldiysen, o noktayı korumak, orada kalabilmek zor. Bir de onu devamlı yukarıya taşımak daha da zor. Bu maalesef herkesin başarabileceği bir şey değil.
Kazandığın başarılar seni hiç mi değiştirmedi?
Ben yaşım ilerledikçe, başarım arttıkça daha da doğal, daha da gerçekçi biri oldum. Başkaları için yaşamıyorum.
KEŞKE NEW YORK’TAKİ TEK TÜRK OLMASAM
New York Moda Haftası’na katılan ilk Türk’sün değil mi?
Resmi takvime giren ilk Türk’üm. Açıkçası bir Türk olarak o takvime girebilmek için çok uğraştım.
O halde şu an sorumluluğun daha da arttı.
Tabii. Eylül defilemin basın geri dönüşü çok iyi oldu, o yüzden gelecek şubat için daha da kaygılanmaya başladım. Artık bütün gazeteler “Milli gururumuz” diye bahsederken, sokakta gören herkes “Seninle gurur duyuyoruz” derken... Daha da iyisini yapmalıyım diye düşünüyorum. Hep söyledim, tekrar ediyorum. Keşke biz New York Moda Haftası’nda 5 Türk tasarımcı olsak.
Senin çıkışınla diğerlerinin de önü açılmış olur mu, ne dersin?
Elbette bir şeyler daha kolay olacak. Enteresan bir detay vereyim: Benim defilem 11 Eylül’deydi, biz LCV’leri 6’sı sabahı durdurmak zorunda kaldık. Çünkü 5 gün kala, salonun kapasitesinin yüzde 30 fazlasının LCV’si alınmıştı. Tüm dünya basını defileyi takip etti, haber yaptı.
Onların yorumları ne oldu?
En sevdiğim manşet şuydu: Amerikan modasının yeni cool çocuğu Türk tasarımcı Hakan Akkaya... Şu an bile bak tüylerim ürperiyor. O haberi okuduğumda ağladım. O kadar iyi geldi ki bana.
ESKİ MÜDÜRÜMÜ ARAYIP “1.5 YIL SİZE KÜFRETTİM, ÖZÜR DİLERİM” DEDİM
Başarının sırrı ne?
Ben kafası çalışan bir insanım. Hayatım boyunca en çok para harcadığım şey seyahatlerim ve kitaplarım. Kazancımın çoğunu gerçekten seyahate harcıyorum. O vizyon beni dünya insanı yapıyor. Onun için New York Moda Haftası’ndaki defilem bu kadar ilgi görüyor.
Yaptığın işlerle genç tasarımcı adayları için güçlü bir örneksin. Onlara neler önerirsin?
Öncelikle kendinize güvenin. Ama bunun hadsizce bir özgüven olmaması gerek. Sen hep ceplerini dolduracaksın. Ben çalışmaya genel müdür asistanı olarak başlamıştım. O zamanki genel müdürüm de Avrupa’da bir markanın mağazalar koordinatörüydü. Beni 1.5 yıl boyunca mağazada satış danışmanı olarak da çalıştırdı. Hafta içi şirketteydim, hafta sonu da 10.00-22.00 arası AVM’lerde çalışıyordum. Gerçekten küfrediyordum içimden genel müdürüme. 10 sene sonra aradım onu ve dedim ki; “Ben sizden çok özür diliyorum. O 1.5 yıl boyunca hep size küfretmiştim. Bugün şükrediyorum.”
Küfürden şükre nasıl dönüldü?
Anladım ki benim yaptığım dünyanın en iyi tasarımı bile olsa, alıcı bulamazsa başarısızım. O 1.5 yıllık mağaza tecrübesi, müşterinin isteklerini, satışın ne demek olduğunu öğretti bana... Bu arada ben moda tasarımından da mezun olmadım. Onu da bıraktım. O açığı kapatmak için de çok çalıştım. Mağazacılıkla birlikte üretimi de çok iyi öğrendim. Bunun faydasını kendi ofisimi kurduğumda gördüm. Mesela terzilerim beni yönetmiyor, ben terzilerimi yönetiyorum. Çünkü en az onlar kadar dikiş biliyorum. Modelistlerim kadar kalıp biliyorum. Öbür türlü terziler seni yönetiyor ve markanın bir imzası olmuyor. Herkes şunu bilir, Hakan zımba gibi takım elbise, zımba gibi elbise diker. Çünkü kalıbım belli.
İSTANBUL MODA HAFTASI İÇİN
HARCANAN PARA VE MESAİYE YAZIK
New York Moda Haftası devam ederken İstanbul’da da bir moda haftası düzenlendi. O organizasyon için ne diyeceksin?
Tarihin çakışması, yapılabilecek en büyük hataydı. New York, Milano, Paris, Londra bitmeden İstanbul’u yapamazsın. Burada bir grup var ya devamlı davetleri gezen, alışveriş yapan, moda haftası tamamen onlara yönelikti. Biraz evcilik oyunuydu. Orada harcanan mesaiye ve paraya çok yazık. Sen zaten iki senedir büyük satın almacıları ve gazetecileri getiremezken -ki benim iki senedir katılmama sebebim de budur- organizasyonu dünyanın en önemli moda haftasıyla aynı tarihlerde düzenleyerek ne yapmaya çalışıyorsun? Bunu yapamazsın. New York, İstanbul Moda Haftası’nı yer!
Bu sözler tepki almaz mı?
Bizim camiada en kolayı konuşmak. Ama oturduğun yerden benimle ilgili iyi veya kötü yorum yaparak benim olduğum noktaya gelemiyorsun işte. Çabalaman gerekiyor. Nişantaşı’nda 20 kişilik bir grup var, goygoyla kendi cumhuriyetlerinde evcilik oynuyorlar. Ben Nişantaşı’ndan atölyemi bile taşıdım. Çünkü başkalarıyla değil kendimle yarışıyorum. Zaten New York’a gitmemin nedeni de o, dünyada olmak istiyorum. Türkiye’de ünlüler dünyasından bir sürü insanı giydiriyorum. Ama maddi olarak kazandığıyla yetinen biri değilim. Bugüne kadar tüm kazancımı işime yatırdım. Kendi kendimin sponsoruyum işte. Televizyondan kazandığım parayı da alıp olduğu gibi New York’a yatırıyorum. Yani hiçbir şey tesadüf değil.