Hakikat elbise giymez
"Doğru kendini bilir, kendinden emindir, diretmez ama yalan ısrarcıdır, detaylıdır" yazmıştım ‘Aşk Olsun’ kitabımda.
Lev Tolstoy ise "Üzüntüsü sahte olanın, ağlaması gösterişli olur" der.
Aynısını sevinç için de düşünürüm mutluluk için de. Aşırılık 'hakikat' eksikliğidir başka da bir şey değil.
Abartılı özürler de sahtedir örneğin. "Allah belamı versin" diyen kişiye "Âmin" deyip suratına bir bakın bakalım, duasının kabul olmasını istiyor mu?
Gerçek yalındır, güzellik sadedir. Pişmanlık sessiz, hüzün tenha, yas kara, sevinç içtendir. Erdem sabırlı, bilgi demlenmiştir. Hakikat süs sevmez; çıplak yüzünü döner güneşe, aya; çilinden çubuğundan çekinmez. Hakikat elbise giymez! Yanmaz da güneşin kavuran ateşinde.
Kostüm sevdası ‘karnavalcı’ yalana aittir; maskeleri, boyaları biriktirir.
***
Slogan atacak kadar bağlanmamalı hiçbir fikre. Tezahürat edecek kadar sevmemeli kimseyi. Onlardır az önce alkışladıklarını ıslıklayanlar, küfür edenler.
Hayranlık nefrete en yakın duygudur.
Doğrunun zıddı yalan değildir, ey ahali, yanlıştır. Yalan apayrı bir karadeliktir, ey yoldaşlar, içinde parçaladığı hakikatlerden başka bir evren yaratır. Yanlış, ey Romalılar, dümdüz yolda takılıp düşme halidir.
Sormalı insan kendine:
“Doğru mu söylüyorum, yanlış mı, yalan mı?”
Gerçek, bakış açısına göre değişir ama ‘doğru’ bakidir.
Bir bakış açısına bütün haklılığını kaybedersin ama hakikat değişmez.
Ve doğası gereği gösterişten uzak doğru, ilgi görmüyorsa bugünlerde, suçu insana mı atacağız, çağın üzerine yıkma kolaycılığını mı seçeceğiz?
Şairin dediği gibi yalanlar isteyenlere yalanlar mı söyleyeceğiz?
Gerçek çıplaktır ama üşümez. Bizden ceketimizi de istemez.
Nezaket sahibi bir dürüstlük… Bütün kurtuluş ondaydı ama nezaket sadece eski bir kadın ismi olarak kalmıştı.
***
Para ve imanın kimde olduğu bilmez. En az bulunanlar, en çok gösterenlerdir.
Kutsalım yok, inançlarım var. Dilersen küfür edebilirsin Tanrıma. Tanrımın benim korumama ihtiyacı yok.
En yalancıların en çok yemin edenler olması…
En kaypakların sürekli söz vermesi…
En duygusuzların küfür etmesi…
En bencillerin bedduayı seçmesi…
Yıl 1999’du. Oturup kendimle bir antlaşma yapmıştım.
“Yemin etme, bırak sözüne inananlar inansın. Söz verme, zaten ağzından çıkanı –eğer yapabiliyorsan- yapmalısın. Küfür etme, dilini kirletme. Beddua etme, ruhunu kambur etme. Hakikati nezaketle, zarafetle iste” demiştim kendime.
Şimdi, 20 yıl sonra antlaşmamı feshediyorum ama hiçbir maddeyi ihlal etmeyeceğim.
Doğru bildiğimi söylemeye, yapmaya nezaketle devam edeceğim.
Ve bütün bunları mümkünse ‘kendimi dövmeden’ ya da daha az döverek yapacağım.