Halep'in yüzüne nasıl bakacağız?
Tarihçi İlber Ortaylı, sivil katliamların yaşandığı Halep'le ilgili çok çarpıcı bir yazı kaleme aldı....
Prof. İlber Ortaylı, çok sayıda sivilin bombalı saldırılarda hayatını kaybettiği Halep'te yaşananlara ilişkin olarak, "Dünyada Halep kadar uyumlu ve kozmopolit bir şehir az bulunurdu. Ama bugün sadece eserleriyle değil, çilekeş halkıyla da insanlık için bir yüz karasına dönüştü" dedi.
"İnsanlar oraya nasıl dönecekler ve biz Halep’in yüzüne nasıl bakacağız?" diye soran Ortaylı, "Onu tahrip eden, utanmazca katleden barbarlara karşı 'Ne yapabildik' diye sormalıyız" görüşünü dile getirdi.
"Halep, 1966’da benim Osmanlılığı keşfettiğim yerdi" diyen Ortaylı, "İddiasız ama muhteşem... Sade ama çok çarpıcı güzel... Bizde kaybolmaya başlayan, başka yerlerde görülmeyen mutfak sanatları oradaydı. Hâl ve tavırlarıyla ayrı bir medeniyeti temsil edenleri görürdünüz" yorumu yaptı.
Ortaylı'nın Hürriyet'tet "Halep'in yüzüne nasıl bakacağız?" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Halep'in yüzüne nasıl bakacağız?
Halepliler şehirlerine nasıl dönecekler? Kalenin dibindeki Memluk cami ve hamamlarını, Osmanlı'nın büyük çarşısını, Mevlevi Dergâhı'nı kim bilir ne zaman restore edebileceğiz? Onu tahrip eden, utanmazca katleden barbarlara karşı 'Ne yapabildik' diye sormalıyız.
Üsküp'te otel odasında TV’de gece haberlerini izliyorum. ABD’nin Birleşmiş Milletler Daimi Delegesi Büyükelçi Samantha Power, bir üniversite kampus öğrencisinin umursamazlığı ve rahatlığı içinde İran, Rusya ve Suriye’ye hücum ediyor: “Siz çocukları ve kadınları öldürürken ve onlara şehri boşaltmalarına bile müsaade etmezken ne kadar yalancı, utanmaz ve merhametsizsiniz.” ‘Dik başlı öğrenci’, ertesi gün aniden bir diplomatın üslubuna dönüyor. Yeni anlaşmalar, yeni üslup yaratıyor çünkü: “Şimdi Halep boşaldı, sadece teröristler var” diyor. Olanlara karşı soğukkanlı. Şehir ne kadar da çabuk boşalmış, oysa hiç de öyle gözükmüyor! 21’inci yüzyılda değişen bir şey var: İnsanlar eskisi kadar uykuda değil; medya uyuttuğu kadar uyanık da tutuyor.
KLASİK DİPLOMATLARIMIZIN FERASETİNE SIĞINMALIYDIK
Halep politikamıza nasıl başladık, nasıl devam ediyoruz bilemiyorum. Zaten Suriye’nin Türkmenlerle dolu olan bu bölgesine nasıl yaklaştık ve ne yapabiliriz, bunun tartışması burada yapılamaz. Ama hakkında muhakkak konuşmalıyız. Halep şehri, çarşıları, camileri ve tekkeleriyle yukarı Mezopotamya’nın büyük Osmanlı şehri Antep’in ve Urfa’nın bile bağlı olduğu bir merkezdi. Sultan Alp Arslan’ın Malazgirt’ten de önceki ilk fethinden beri bizimle iç içe olan bir yerdi. Dünyada Halep kadar uyumlu ve kozmopolit bir şehir az bulunurdu. Örneğin Nureddin-i Zengi’nin komutasındaki Halep Kalesi bir mühendislik ve güzellik timsalidir. Bu kadar güzel kale hiçbir yerde yoktur. Ama Halep bugün sadece eserleriyle değil, çilekeş halkıyla da insanlık için bir yüz karasına dönüştü.
İnsanlar oraya nasıl dönecekler ve biz Halep’in yüzüne nasıl bakacağız? Kalenin dibindeki Memluk cami ve hamamlarını, Osmanlı’nın büyük çarşısını, Mevlevi Dergâhı’nı kim bilir ne zaman restore edebileceğiz? Onu tahrip eden, utanmazca katleden barbarlara karşı “Ne yapabildik” diye sormalıyız. Bazısıyla anlaşmak, bazısına cephe almak zorundaydık. Üç bilinmeyenli denklemi çözmek zordur. Biraz klasik diplomatlarımızın ferasetine sığınmak zorundaydık.
İster Hatay’dan girin, ister Kilis’ten, Halep 45 dakikalık bir otomobil yolculuğu uzaklıkta. Onu unutmamanın, ondan el çekmemenin muhtelif yolları vardır. Pekâlâ savaştan sonraki rehabilitasyonda bile başrolü oynayabiliriz.
OSMANLILIĞI KEŞFETTİĞİM YERDİ
HALEP hiçbir Türk devrine düşman değildi. Kanuni Süleyman Han’ı da, Sultan Abdülhamid’i de aynı hayırhahlıkla anıyorlardı ve şüphesiz Cihan Harbi’nin sonunda son komutan olarak Mustafa Kemal Paşa’yı da görmüştü.
Halep, 1966’da benim Osmanlılığı keşfettiğim yerdi. İddiasız ama muhteşem... Sade ama çok çarpıcı güzel... Çarşıdaki ikinci sınıf bir lokantaya girdiğiniz zaman bile adeta bir törenle karşılanıp uğurlanırdınız. Bizde kaybolmaya başlayan, başka yerlerde görülmeyen mutfak sanatları oradaydı. El sanatları kaybettiklerimizin aksine direnmekte devam ediyordu. Taşın ve kirecin yarattığı çarşının içinde çok değişik lisanlar konuşulurdu, hal ve tavırlarıyla ayrı bir medeniyeti temsil edenleri görürdünüz.
İNSANI KİBAR VE MİSAFİRPERVERDİR
İlerleyen yıllarda ve tanıdığım değişik gruplarda başka zenginlikler de gördüm. Ta 5 bin yıllık Ebla kazılarından beri Halep’in medeniyeti her yerde geziyordu. Osmanlı’nın hiçbir limanı ve başkentinde Jorj Antakî ve diğer Hıristiyan Arap eşrafı gibi rahat ve birikimlileri görmedim. Halep hiç gerilememiş. Yavuz Selim’in fethettiğini, Muhteşem Süleyman geliştirmiş, 18’inci, 19’uncu asırda da gelişmiş. Halepliler hangi dinden ve dilden olursa olsun kibar ve misafirperverdi. Ne Halep’in Ermeni’sinde örtülü bir kırgınlık, ne de Arap’ta bir rakip tavır vardı.