Haritaları ve İslam dinini kadınlar üzerinden şekillendirmeye çalışıyorlar...
Yeni Şafak yazarı Merve Şebnem Oruç, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile ilgili dikkat çekici bir yazı kaleme aldı.
İşte Oruç'un Orta Doğu'daki gelişmeler ve terör örgütlerinin kadınlarla ilgili kullandıkları taktikleri anlattığı o çarpıcı yazı...
DAEŞ’in ‘kadın köleleri’, PKK’nın ‘kadın savaşçıları’
Kadın hakları, kadının toplumdaki ve iş hayatındaki yeri gibi meseleler maalesef yılda bir kere gündemimizde yer buluyor. 8 Mart haricinde, kadın meselesi gündeme maalesef, kadına yönelik şiddetin korkunç şekilde can aldığı vakalar nedeniyle geliyor; o zaman da kadınların yaşama hakkını konuşuyoruz.
Şöyle diyebilirsiniz ve genellikle öyle deniyor: coğrafyamız korkunç bir süreçten içinden geçiyor, çok büyük tehditlerle karşı karşıyayız, diğer konulara eğilmeye fırsat kalmıyor.
Eğer böyle düşünüyorsanız, üzgünüm ama, büyük ve derin Orta Doğu analizlerinizde, çok büyük bir faktörü ıskalıyorsunuz. Çünkü bölgedeki gelişmelerin de tam göbeğinde duruyor kadın meselesi.
Bölgeyi dizayn etmekte aparat olarak kullanılan DAEŞ terörünün en vahşi eylemleri kadınlara yönelikti. Esir aldıkları kadınları köle pazarlarında, hatta internetten satışa sunmak gibi kan donduran şeyler yaptı DAEŞ. Esir kadınların “seks köleleri” olarak nasıl kullanılacağına, onlara nasıl tecavüz edileceğine, onların nasıl cezalandırılacağına dair iğrençlikleri, “tecavüz kuralları” gibi fetvalar adı altında yayarak “İslam hukukuna da uygun” sloganıyla süsledi. DAEŞ bu şekilde Müslümanlara yönelik önyargının artmasında, İslamofobinin hızla yükselmesinde başat rol oynadı.
ABD’nin 2014’te “DAEŞ’le mücadele” adı altında Suriye PKK’sına destek vermeye başlamasının kamuoyuna satış ve pazarlaması da yine kadınlar üzerindendi. PKK’nın kadın teröristleri Batı medyasında, DAEŞ gibi ilkel, vahşi ve acımasız bir terör örgütüyle insanlığın kurtuluşu ve geleceği için savaşan cesur ve gözü pek özgürlük savaşçıları gibi resmedildi adeta. PKK’nın ‘başı açık’ kadınlarıyla Orta Doğu’nun en ‘seküler, modern ve özgür’ ortamlarıymış gibi gösterilen terör kamplarında yapılan özel röportajları, magazin dergilerine ‘gerilla kıyafetleriyle’ kapak olan kadın PKK’lılar izledi.
Orta Doğu’da olan biteni derinlemesine bilmekten uzak sıradan bir Batılı olduğunuzu düşünün; bir tarafta DAEŞ’in vahşetini, öte tarafta PKK’nın sözüm ona modernliğini anlatan haberleri gördükten sonra, üstelik dünyanın her yerinde DAEŞ terör saldırıları yaşanırken, hangi tarafta duracağınızı tahmin etmeye çalışın. Müslüman eş-dost sahibi olanlar, Orta Doğu’yu biraz yakından takip etmeye çalışanlar, kendi yönetimlerine şüpheyle bakanlar izledikleri filmi yutmamayı başarmış olabilir ama geri kalan çoğunluğun o yoğun bir propaganda bombardımanında beyninin yıkanması kaçınılmazdı, öyle de oldu. Bırakın sıradan bir Batılıya ulaşıp işin aslını anlatmayı ve onu ikna etmeyi, Türkiye gibi her şeyin içinde olan bir ülkede dahi, Hollywood filmlerini aratmayan bu kirli senaryonun nasıl çalıştığını toplumun bazı kesimlerine anlatmakta zorlanmadık mı?
Türkiye’nin DAEŞ’i desteklediği iddialarını ekleyin üstüne. FETÖ ve PKK sempatizanı Türklerin bu kampanya sürecinde oynadığı aktif rolü, Türkiye’nin radikalleştiği, otoriterleştiği yönündeki Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı yoğun uluslararası baskıyı da katın. ABD liderliğindeki koalisyonun, NATO müttefiki Türkiye’nin varlık tehdidi olarak gördüğü bir terör örgütüyle, kendi yazılı prensiplerini de çiğneyerek ittifak ettiği gerçeğini Batı kamuoyuna nasıl anlattığını, onları nasıl ikna ettiğini görebilirsiniz.
Peki biz ne yaptık bu süreçte? Reddiyeler düzdük, reaksiyon gösterdik, isyan ettik, evet. Ama “İslam dininde kadın” konusu üzerinden yürütülen bu dizayn sürecinde pasif agresif bir tutum sergilemenin ötesinde, ne kadar aktif bir politika sergileyebildik? “İslam bu değil” demenin ötesine geçip gerçekte İslam dininde kadının yerini ne kadar anlatabildik?
Peki daha ötesi, İslam toplumlarında kadının yerine dair bizim fikrimiz nedir? “İslam dinine göre modern hayatta kadının yeri nedir?” sorusuna İslam alimleri cevap vermeye çalışılıyor mu? Görünen o ki, “Kadın dayak yiyorsa şükretsin,” diyerek kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmakla, “kadının nasıl dövülmesi gerektiğine dair” kılavuz hazırlamakla meşgul olan, çalışan kadınlarla uğraşıp evlilik yaşı üzerine etmedik laf bırakmayan bazıları, bu topraklarda yakılan ateşe odun taşıdıklarını da fark etmiyor. Bilmiyorlar herhalde, Peygamberimizin bir eşi Mekke’nin önde gelen tüccarlarındandı, yani iş kadınıydı; bir eşi savaş yönetmişti, yani liderdi. İslam kadın ve insan hakları açısından geldiği zamanın fersah fersah ilerisinde olduğu, çağın moderni olduğu için hızla yayılmıştı.
Filistin’den Mısır’a, Suriye’den Türkiye’ye karşı karşıya kaldıklarımız İslam dünyasını dizayn sürecinin göbeğinde “kadın ve modernite” meselesi var ve ne yazık ki bu konuyu konuşmaya yaklaşamadık bile. Suudi Arabistan’ın hırslı veliaht prensi, “ılımlı İslam” çıkışıyla bugüne kadar insan yerine koymadıkları kadınlara üç beş hak vererek “Orta Doğu’nun tabuları yıkan prensi” olmaya oynuyor ve biz ne yapılmaya çalışıldığını görsek de gülüp geçmekten öteye geçmiyoruz.
Eğer vakit ayırıp bu kritik konuyu konuşmazsak, konuşmadıkça da tabulaştırmaya devam edersek, bu boşluktan fırsat bulanların kadına yönelik şiddeti İslam dinini alet ederek teşvik etmesine dur demezsek, şaka gibi ama, Suudi Arabistan gibi bir ülkenin ‘ılımlı’, Türkiye gibi bir ülkenin ‘radikal’ olarak resmedilmesine de, haritaların ve İslam dünyasının yeniden şekillendirilmesine de seyirci kalmış oluruz.