Hasan Kaçan ile Gırgır günlerinden Ekmek Teknesi’ne, Ağır Roman’dan bugüne bir yolculuk!
Türkiye'nin en önemli mizahçılarından, başarılı karikatürist ve oyuncu, 'Ekmek Teknesi'nin 'Heredot Cevdet'i Hasan Kaçan, çocukluktan bugüne hayatının bilinmeyenlerini, usta karikatürist Oğuz Aral ile tanışmasıyla başlayan karikatüristliği ile Gırgır Dergisi'ndeki serüvenini ve oyunculuğa geçiş sürecini SuperHaber'e anlattı.
Ailesiyle birlikte Kayseri'den İstanbul'a taşındığında 60'lı yılların sert hayatı çocuk yaşta tokat gibi yüzüne vurdu Hasan Kaçmaz'ın. "Dayak yiye yiye bu sürece alıştım, mahalle hayatı sertti. Sokak senden daha arsız çocuklarla doluydu, bu sefer kafa yarılıyordu. Şakalar da arkadaşlıklar da çok sertti." ifadelerini kullanan Kaçmaz, bu süreci "Çok renkli, çeşitli insan portrelerinin içine hızlıca bir dalış yaptık." sözleriyle açıklıyor.
Şartlar zordu, kağıt bile bulmak zordu... O suya yazı yazar gibi havaya çizdi, dönemin imkansızlıklarına rağmen asla pes etmedi. "Berber dükkanının buharlı camına parmağımla çizerdim, gazetelerin beyaz boşluklarına çizerdim, şişelere yapıştırılan etiketlerin boş yüzüne çizerdim." sözlerine yer veren usta karikatürist, ortaokul yıllarında "Bize hem babalık, hem hocalık yaptı" dediği, mizahın abisi, Gırgır Dergisi'nin kurucusu duayen karikatürist Oğuz Aral ile tanıştı.
Çizimlerini gören Aral'ın 'Bunlara mı karikatür diyorsun, hadi oradan! Git mektebini oku!' diyerek kovduğu Kaçmaz, gitmedi ve en sonunda Aral'ın çırağı olarak karikatür kariyerine başladı. Matrak çizebildiği için çalışmaları kısa sürede Gırgır Dergisi'nde yayınlandı. Hem liseye gidiyordu, hem çalışıyordu...
Oğuz Aral, Gırgır Dergisi'nde kendisi gibi usta isimler de yetiştirdi: Latif Demirci, Ergün Gündüz, Behiç Pek... "Bizi liseden sonra çizgi eğitimi almak için Güzel Sanatlar Akademisi'ne yönlendirdiler. Gündüz birinci girdi, ben de sondan birinci girdi" sözlerine yer veriyor Hasan Kaçmaz.
'Ekmek Teknesi'nin 'Heredot Cevdet'i olarak hafızamıza kazınan Hasan Kaçan, karikatüristlikten oyunculuğa geçiş serüveninden bahsederken, "Osman Sınav beni görünce 'Ben de nerede bu mizahçı Hasan Kaçan diyordum, biz seninle bir şeyler yapmak istiyoruz' dedi ve fırıncı bir baba ve 5 kızı üzerinden bir fikrim var dedi. O anda benim ağzımdan 'Ekmek teknesi mi?' cümlesi çıktı, o projenin adı Ekmek Teknesi oldu." ifadelerini kullanıyor.
Hasan Kaçan'ın açıklamaları şu şekilde:
"İSTANBUL'A TAŞINDIĞIMIZDA DAYAK YİYE YİYE BU SÜRECE ALIŞTIM. ÇOCUKLUĞUMUZDA MAHALLE HAYATI SERTTİ"
"Kayseri'den İstanbul'a trenle gelirken Erciyes Dağı'nın yok olduğunu görünce ağlamaya başladım. İlk defa korku ve sevdiklerimden uzaklaşma hissini yaşadım. Erciyes benim bütün sevdiklerimi; anneannemi, babaannemi, teyzelerimi, kim var kim yoksa hepsini temsil ediyormuş. O kaybolunca bir anda herkes kayboldu. Ben de o çocuk halimle anneme yaslanıp, başladım ağlamaya... Babam Kasımpaşa'da mahalle berberi kurdu, oraya taşındık. Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Romanlar çok çeşitli insanlar var. Çok renkli, çeşitli insan portrelerinin içine hızlıca bir dalış yaptık. Dayak yiye yiye bu sürece alıştım. Çocukluğumuzda mahalle hayatı sertti. Sokak senden daha arsız çocuklar doluydu. Bu sefer kafa yarılıyordu. Şakalar da arkadaşlıklar da 60'lı yıllarda sertti. İlk defa bir denizin kıyısına, deniz görmeyen bir memleketten geldik. Annem denize düşeriz diye uzun bir süre evden çıkarmadı. İlkokula başladığım dönemde okullarda gerizekalılar sınıfı vardı. Dil bu kadar kabaydı... En sevdiğim oyuncak diye bir şey diyemem, çünkü oyuncağım yoktu. Mazhar Alanson 'Müziği çok seviyordum, gitar yoktu' dedi, kimse inanmadı. Türkiye'nin öyle bir dönem vardı ki, paranda olsa bazı şeyler yoktu. Hayat fukaraydı. Cebinde olsa bile gitar alamıyordun. Memlekete girmesi yasaktı, senin dışarıya çıkman yasaktı. Pasaportun olsa dahi gidemiyordun. Dışarıdan bir şey almaya kalktığında kaçak oluyordu. Turgut Özal'dan sonra yurt dışına çıkmaya başlanıldı. Yokluklar dönemi değil, imkansızlıklar dönemiydi.
"KÜÇÜKKEN HAVAYA ÇİZİYORDUM, KAĞIT YOKTU. GAZETELERİN ALTINDAKİ BEYAZ BOŞLUKLARA, ŞİŞELERİN YAPIŞTIRILAN ETİKETLERİNİN BOŞ YÜZÜNE ÇİZERDİM"
O dönemlerde çizgi çiziyorsan ortalığı kirletme derlerdi. Elin meslek tutsun, memuriyetin, altın bileziğin olsun derlerdi. Rahmetli babam ve amcam sağa sola çizmem karşısında bu çocuk bunlarla uğraşıyor, bunu kaybedeceğiz herhalde derlerdi. Ben havaya bir şeyler çiziyordum, kağıtta yoktu. Berber dükkanının buhar tutmuş camına parmağımla çizerdim. Gazetelerin altındaki beyaz boşluklara çizerdim. Şişelerin üzerine yapıştırılan etiketlerin bozuk olanlarının boş yüzüne çizerdim.
"OĞUZ ARAL BİZE HEM BABALIK, HEM HOCALIK YAPTI"
Rahmetli babam 'Bu çocuk bundan vazgeçmeyecek' dedi, ve beni Cağaloğlu'da Malkoçoğlu'nu çizen rahmetli Ayhan Başoğlu'na götürdü. Etiketlerin üzerine çizilmiş rezil şeylerdi. O da çizdiklerimin kendisi gibi çizgi roman değil, karikatür olduğunu görüp Oğuz Aral'a yönlendirdi. Aral'ı buldum, okul formam üzerimde Gırgır Dergisi'ni buldum o yaşımda... Aral 'Bunlara mı karikatür diyorsun, hadi oradan! Git mektebini oku' diyerek beni kovdu. Tam kapıdan çıkarken 'Dur, gitme' dedi. Kalem, kağıt, resim kağıdı verdi. 'Hem beni kovuyor, hem bunları veriyor... Deli midir nedir?' dedim. O beni kovdu, ben geri gittim. En sonunda bu dangalak gide gele gürültü yapacak dedi herhalde, en sonunda beni çağırdı ve benim çıraklığımı yap dedi, çırağı oldum. Lisede çırağı oldum, matrak çizebildiğim için kısa sürede dergi içinde yer verdi. Hem liseye gidiyordum, hem çalışıyordum. Latif Demirci, Ergün Gündüz, Behiç Pek gibi o dönemin sevilen çizerlerini liseden sonra çizgi eğitimi almak için Güzel Sanatlar Akademisi'ne yönlendirdiler. Ergün Gündüz birinci girdi, ben de sonran birinci girdim. Aral bize hem babalık hem hocalık yaptı.
"AĞZIMDAN 'EKMEK TEKNESİ Mİ?' CÜMLESİ ÇIKAR ÇIKMAZ PROJENİN ADI 'EKMEK TEKNESİ' OLDU"
Karikatür işi nasıl dangıl dungul olduysa, sinema işi de öyle oldu. Hesapta yoktu. Rahmetli Ömer Lütfi Mete ile bir işimiz vardı, bir yere gidecektik. Öncesinde Osman Sınav'ın yanına uğrayalım dedi, beni görünce 'Ben de nerede bu mizahçı Hasan Kaçan, biz seninle bir şeyler yapmak istiyoruz' dedi, fırıncı bir baba ve 5 kızı üzerinden bir fikrim var dedi. O anda benim ağzımdan 'Ekmek teknesi mi?' cümlesi çıktı, çıkar çıkmaz o projenin adı Ekmek Teknesi oldu.
"AĞIR ROMAN'IN İÇİNDE SIKI BİR KOMEDİ VARDIR. YAZILMIŞ EN SERT ESERLERDEN BİRİDİR, AYNI ZAMANDA MATRAKLIK DA VARDIR."
Ağır Roman kardeşim Metin'in eseri. Senaryosunda emeği çoktur. Macerası da ayrı bir maceraydı. Mesela Metin Kaçan tamircide çalışıyordu, Teyp vardı o zamanlar, teybe okunuyordu. Metin, teybe bir takım sesler almış. Seslendirdiğini dinleyince gülmeye başladım; 'Emekli general Metin Kaçan'ın anıları' gibi bir şeydi adı. O anları kağıda döktüm, Gırgır Dergisi'nde mizah öyküsü olarak yayınlandı. Sonra yavaş yavaş o mizah öyküsünü yazan adam Türkiye'nin en önemli eserlerinden biri sayılabilecek Ağır roman'ı yazdı. Metin Kaçan başka bir tarafını anlatmıştır hayatın, ben başka bir tarafını. Ancak Ağır Roman'ın içinde sıkı bir kara komedi vardır. Yazılmış en sert eserlerden biridir. Aynı zamanda içinde matraklık da vardır. Ağır Roman eser olarak basıldıktan sonra çok insan iltifat etti Metin'e. Mustafa Altıok çekmek istedi. O dönemde sinema filmi çekmek çok zordu. Müjde Ar bir yerden para bulacak falan... Aylarca akraba gibi yaşamaya başladık. Atilla Özdemiroğlu, Müjde, Metin, ben... Kim varsa etrafta. Mustafa bu işin yönetmeni olarak ortaya çıktı. Kim oynayacak denilince; Okan Bayülgen'in de hayatındaki en iyi rol Salih rolüdür. Kendisine de sorsanız öyle der.
"İNSANLARI GÜLDÜRMEK KADAR ZOR BİR ŞEY YOK"
Ben bu sosyal medya dönemide çiziyor olsaydım, karikatürcü olsaydım mizahçılığımı devam ettiriyor olsaydım eskisi kadar rağbet görür müydü şüpheliyim. Komiklik yapan, matraklık yapan arkadaşlarımıza 'Sen de çok matrak değilsin' diye haksızlık yapmamak lazım. İnsanları güldürmek kadar zor bir şey yok. Çok kolay üzebilirim karşımdakini, moralini bozabilirim ama kolay güldürmemem çok zor. Sosyal medya denilen zımbırtıyı çok ciddiye almamak lazım. Bir dönem ciddiye aldığım oldu ama almamak lazım. Hele de bu linç kampanyası yürütenlerle de muhattap olmamak lazım. Çünkü alakasız bir kişiyle muhattap olduğunda onun seviyesine iniyorsun, onun çukurdaki seviyesini senin seviyene çıkartıyorsun.
"YAZAN, ÇİZEN YA DA HERHANGİ BİR SANATÇI MUHALİF OLMAK ZORUNDA DEĞİLDİR, MUHTELİF OLMAK ZORUNDADIR"
Muhaliflik herkeste var. Ancak neyin muhalifi? Eğer bir siyasi partinin muhalifi isen, kusura bakma muhalif falan değilsin. Sadece tarafgirsin, taraftarsın. Ancak hayata karşı kötülerin karşısındaysan, kötülere muhalifsen, adaletsizliğe muhalifsen, iyiliğin yanındaysan evet genel anlamıyla zaten muhalifsin. Yazan, çizen ya da herhangi bir sanatçı muhalif olmak zorunda değildir, muhtelif olmak zorundadır. Muhtelifin olanı da vardır, olmayanı da. Muhalif de olabilirsin. Kimisi güldürür, kimisi düşündürür, kimisi ayağında top saydırır, kimisi muhaliftir, kimisi değildir. İnsanları kısıtlamanın, belli çembere almanın adı eğer muhaliflik ise o geri bir şeydir, doğru bir şey değildir."
Hasan Kaçan'ın açıklamalarının tamamını SuperHaber YouTube kanalından izleyebilirsiniz...