Haydi jamais vu, bana yeni maceralar ve aşklar getir…
Şimdi bu da ne diyenler çıkacaktır, biliyorum. Şu meşhur ‘deja vu’ var ya, ben bu anı daha önce yaşadım hissi hani...
İşte ‘jamais vu’ bunun tam tersi.
Yani bin yıldır tanıdığınız birini gördüğünüzde sanki ilk kez karşılaşıyormuşsun gibi olma halet-i ruhiyesi...
Her gün yediğin şeyin yepyeni gelmesi, gittiğin yerlere ilk defa gidiyormuşsun hissi...
Bir yanıyla harika çünkü mesela ofiste her sabah ettiğim çay - simit - peynir üçlüsünden oluşan kahvaltım, adeta bir lezzet şölenine dönüşüyor...
Sıktığım parfümün kokusu beni alıp bambaşka diyarlara, tarçın kokulu, çikolata renkli masmavi kıyılara götürüyor...
Renkler, sesler büyülü gibi...
İçimde hep daha önce hiç gitmediğim bir ülkede tatil yapıyormuşum hissi...
Dinlediğim her şarkı başyapıt, her film muhteşem derinlikli görsel şölen, felsefe yüklü bir hayat dersi...
Mamafih zorlukları da yok değil öte yandan...
Çünkü soyutlanıyorsunuz içinde bulunduğuz yer, insanlar, mekan ve zamandan...
Ben burada ne yapıyorum sorusu hiç bırakmıyor peşinizi...
Ve hatta ötesine de geçiriyor bazen... Ben neyim, nereden geldim, nereye gitmekteyim diyorsunuz kendinize çaktırmamaya çalışarak etrafınıza...
Bambaşka bir gözle bakmaya başlıyorsunuz durumunuza, duruşunuza ve hayatınıza...
Ben çağırdığımda gelse, öpüp başıma koyup, hemen kabul edeceğim...
Bu acayip ruh durumunu, hele de içimin feci sıkıldığı şu günlerde nimet sayıp, halime bin defa şükredeceğim...
Ama haber vermeden geliyor meret, apansız ele geçiriyor beni...
Ve fakat hiç şikayet edecek de değilim; sevdim ben tüm rutinleri sürprizlere dönüştüren bu jamais vu işini...
Zaten hayatın güzelliği de bir gün, hatta bir an sonrasında ne olacağını bilememekte değil mi?
Bunca yıl sonra hala bir şeylere şaşırabiliyor olmak bile, bir düşünün hakikaten çok kıymetli değil mi?
Devam et jamais vu, beni bilmediğim diyarlara götür...
Kendim dahil her şeyden sıkıldım şu sıralar, haydi bana yeni maceralar ve aşklar getir...