Hep aynı isimler, hep aynı adaylar...
Siyaset tam gaz ama nereye gidiyor belli değil. Büyük şehirler için dönüp dolaşıp aynı isimler üzerinde konuşuluyor.
Bu ülke hiç mi yeni siyasetçi yetiştirmiyor?
Ankara, İstanbul, İzmir deyince akla iktidardan da muhalefetten de aynı isimlerin gelmesi, tartışmaların bunların etrafında dolaşıp durması çok sıkıntılı bir durumu ifade etmiyor mu?
80 milyonu aşan bir nüfus içinde siyasete ilgi bu kadar yoğun iken, bu şehirler için öne çıkacak başka isimler neden olmuyor? Gerçekten merak ediyorum, bu durum kimseyi rahatsız etmiyor mu?
AK Parti’nin üç dönem kuralını önemsiyorum. Çok gerekli. Gelenin yerinden kalkmamasının önüne geçer. Darısı diğer siyasi partilere.
Keşke bu kuralı koyan AK Parti’de tam bir kararlılık içinde uygulayabilse. Siyasete yeni yüzler, birikimler kazandırabilmek için koymuş olduğu bu kuralı taviz vermeden uygulayabilse. Parti sözcülerinin açıklamalarına bakınca az da olsa istisnalar olacağına dair izlenimler ediniyorum.
İsimler üzerinde durmak belki şık olmayacak ama, Ankara’da yaşayan ve oy veren birisi olarak kazanan ve kaybeden isimlerin hiç değişmemesi, partilerinin değişebilir olmasına rağmen isimlerinin hep gündemde olması siyasete olan ilgiyi de, siyasetten beklentiyi de azaltıyor. Siyasette kaliteye etkisi ise açık. Madem yarış sürekli aynı isimlerle olacak o zaman kaliteye dayalı bir rekabete ne gerek var ki…
Seçmen karşısına kimi koyarsak koyalım eli mahkum, oyunu verecek mantığı siyasi partilerimizi yıpratıyor. Belki liderler bunu çok fark etmiyorlar ama tabanlarının kayması, bir önceki oy oranlarına bir sonrasında ulaşamamaları biraz da bu sebeple oluyor.
Artık öyle “tıpış tıpış” gidip oy verecek bir seçmen profili yok. Yapılan kamuoyu yoklamaları seçmenin partiye değil adaya önem verdiğini gösteriyor. Sandığa yansımayan oylar ise “tıpış tıpış” oy verecek diye hesaba katılan ama gitmeyen ve oyunu vermeyen seçmenleri ifade ediyor.
Hiçbir aday seçmenden daha büyük değildir. Kimilerinin karizması olabilir, hizmet arzusu olabilir, kabiliyeti de olabilir ama vazgeçilmez de değildir. Her seçimde bazen o partiden, bazen bu partiden, bazen hepsinin ortak adayı gibi aynı ismin veya isimlerin sahaya sürülmesi partilerin kendi seçmenlerine de, tabanlarına da, siyaset yoldaşlarına da züldür.
Bazı isimlerin ise halen seçildikleri partilerden aday gösterilmeyecekleri kesinleşince hızla bir başka partinin adayı olarak seçmen karşısına çıkma arzuları ise gerçekten ayıptır. Sanki bulundukları şehirleri kendilerinden başka idare edecek isim yokmuş gibi burası olmaz ise orası diye koşturmaları bir ahlaki soruna delalettir.
Burada artık bir siyasi olgunluk ve hazım içinde, dava adamı vakarıyla aday gösterilmeyenin köşesine çekilmesi lazımdır. “Davasının sahibi olması, satmaması lazım”.
Yıllarca kendilerine oy veren, baştacı eden, seçimlerde koşturan dava arkadaşlarına danışmadan, sırf kibir ve enaniyetle, menfaat beklentileriyle parti değiştirmeler toplumun siyasete ve siyasetçiye olan güvenini de zedelemektedir. Siyasetteki erozyonu bu erdemden uzak tavırlarla bağlantılandırmaz isek gerçekçi olamayız.
İlkeli siyaset, etik davranış derken bunu partileri dolaşıp adaylık pazarlığı yapanlara fırsat vererek gerçekleştirmek mümkün değildir. Defalarca girdiği seçimi kazanamayan da, yıllarca oturduğu koltuktan kalkmak istemeyen de sanki kendisinden başkası yokmuş gibi davranıyorsa sorun onlardan ziyade bu ortamı yaratan, bu davranışa prim veren siyaset tarzındadır.