Herkes kendine âşık ama kimse kendini sevmiyor
Çok selfie çekmenin sınırda kişilik bozukluğuna işaret ettiği gün yüzüne çıkalı çok oldu.
Diğer sosyal medya mecraları da egoları şişirip hasta etmişti insanları ama Instagram’ın yaptığını hiçbiri yapamadı. Bu muhteşem(!) sosyal ağ sayesinde hepimiz hem model hem de fotoğrafçı olduk.
Selife yokken garson vardı, evet, ama fotoğrafçısıyla gezen insanlar var artık.
Sürekli kendi suretimizi temaşa ediyoruz çünkü kendimize aşığız. Kendimize o kadar aşığız ki sürekli fotoğraflarımızı çekip çekip insanların gözünün içine sokuyoruz.
Ancak bu aşkta bir çelişkiyi de yaşıyoruz. Kendimizi olduğumuz haliyle değil, mükemmel olduğunu varsaydığımız bol filtreli, photoshop’lu halimizle koyuyoruz rafa. Bir ürünüz ve satışa çıkıyoruz, kimi ustalık gerektiren pazarlama faaliyetleriyle.
Herkeste bebeksi bir pembelik, meleksi bir pürüzsüzlük… Bütün yüzler porselen… Bütün beller incecik… Bütün kirpikler ok gibi… Bütün kadınlar 36-38 beden… Bütün bacaklar uzun…
Dişler, diş macunu reklamlarındakilerden bile daha beyaz ve parlak… Herkesin sürekli tatilde, eğlencede ve hep mutlu olduğuna ise bu kez değinmeyelim.
Kapitalizmin dayatmasıyla herkes genç, güzel ve zayıf olmak zorundayken, elimize aldığımız akıllı telefonlar bizi bu ideale sanal olarak da olsa ulaştırdı. Müteşekkiriz ve hastayız.
Ara sıra Barbie’ye benzemek için bıçak altına yatan insanların haberlerini okuruz ya… En az onun kadar vahim olaylar yaşanıyor. Instagram profilinde yarattığı güzel kadın olmak için estetik cerrahların kapısını çalanlar az değil. “Beni bu fotoğrafımdaki gibi yap, doktor” derken bunun makul ve yerine getirilebilir bir talep olduğuna inanıyorlar.
Kendi yaptığı sahtekârlığa inanan yeni bir kafası karışık insan türü ortaya çıktı. Bu yüzden o ‘gerçek ben’ etiketi taşıyan filtresiz, makyajsız fotoğraf akımları tutmuyor.
Hoş, o etiketle fotoğraf paylaşırken bile sahtekârlık yapmaktan geri durmuyorlar.
Fit olmaya, ufak tefek estetik dokunuşlara, makyaja, filtreye tamamen karşı değilim ancak söylediği yalana inanan mitomanlar gibi kendi fiziksel realitemizden de uzaklaşmamalıyız. Yoksa haftalarca Defne Samyeli’nin sırrını konuşup dururuz. Evet, sağlıklı beslenmek, egzersiz yapmak, kimi bakımlar daha genç ve güzel görünmeyi sağlayabilir ancak genetik faktörün tüm bunlardaki payı yüzde 50’nin üzerinde. Şarap üreticilerinin bir lafı vardır.
“İyi üzümden kötü şarap yapabilirsin ama kötü üzümden iyi şarap olmaz.”
Bu pek çok ürün için geçerlidir. Genetik olarak kimine göre şanslı doğmuş insanlarla rekabete girerek iyice mutsuz olmayın.
Yaşlanmak bir hastalık değildir! Göz kenarındaki kaz ayakları, alındaki çizgiler, dudağınızın kenarında tecrübelerinizi ve tebessüm sıklığınızı yansıtan burgular inanın ifadesiz, porselen bir yüzden çok daha güzel.
Pek çok araştırma göstermiş ki güzel olmak aslında insanları mutlu etmiyor. Güzel insanlar, iş yaşamında hep çeşitli önyargılarla mücadele etmek zorunda. Güzel insanlar özel ilişkilerinde çok daha fazla tökezliyor. Demem o ki hedefinizdeki güzellik, sizi mutluluğa götürmeyecek.
Instagrama’a koyduğumuz bize hiç benzemeyen o fotoğraflar… O fotoğrafları beğenen sahte insanlar… Teşhircilikte sınır tanımayanlar… Bir ‘like’ uğruna ya Rab, ne karakterler batıyor!
En acıklısı da insanın kendine yabancılaşması…
Şimdi yüzünü yıka ve kendine aynada bak. Tüm o yolları yürürken edindiğin acı tatlı tecrübelerin yüzünde bıraktığı izlere gülümse ve kendini sev. Sen kendini sevmezken, başkalarının seni sevmesi için yakarışın beyhude bir çabadır.