Hürriyet kapalı kutu Kuzey Kore'ye girdi!
Hürriyet Gazetesi'nden Savaş Özbey, dünyanın merak ettiği ABD'ye kafa tutan Kim Jung'un ülkesinde tam 5 gün geçirdi... İşte, Özbey'in izlenimleri ve fotoğrafları ile kapalı kutu Kuzey Kore...
Hürriyet Gazetesi'nden Savaş Özbey, dünyanın merak ettiği ABD'ye kafa tutan Kim Jung'un ülkesinde tam 5 gün geçirdi... İşte, Özbey'in izlenimleri ve fotoğrafları ile kapalı kutu Kuzey Kore...
Savaş Özbey, dünyanın bildiği realiteyle başlıyor yazısına...
"Geçen haftaki füze denemesiyle ABD’nin doğu sahillerini bile vurabileceklerini kanıtladılar. Artık New York ve Washington DC bile ateş menziline girince dünyanın gözü buraya çevrildi." dedikten sonra önce kısa bir özet, sonra da asıl hikayenin yaşanacağı yeri Kuzey Kore'yi anlatmaya başlıyor...
"Gezegenin en dışa kapalı, en merak edilen ülkesi. Dünya nükleer krizle çalkalanırken beş gün beş gece oradaydım. Kuzeyinden güneyine, başkent Pyongyang’dan antik başkent Kaesong’a kadar bütün ülkeyi gezdim. Yabancılara verilen izinleri zorladım; yerel lokantalarda yiyip halk pazarlarını gezdim. Düğünlere katılıp, halkla temas kurdum. Dünyanın en silahlı sınırı denilen Kuzey-Güney Kore hududuna gittim; resmi yetkililerle konuştum. Ulusal orkestranın senfoni konserini dinleyip Zafer Günü kutlamalarını izledim. Bugüne kadar bildiklerimle gördüklerimi kıyaslayınca çok şaşırdım. Burası ‘son duvar’ın arkası"
Uçağın penceresinden, altımızda akıp giden yemyeşil Kuzey Kore topraklarını seyrediyorum. Ormanlık dağlardan artakalan düzlükler, başıbozuk akarsular ve ip gibi yollarla bölünmüş. Yolların kenarlarına yine ip gibi yerleşimler serpiştirilmiş. Bulabildikleri her yeri ekmiş gibiler. Bu kadar verimli bir ülke nasıl kıtlık yaşar, akıl alır gibi değil.
Uçağın ekranlarında ordu korosunun konseri yayımlanıyor. Devrim marşları... Ama marştan çok, Japon çizgi filmlerinin çocukça müziklerini andırıyor.
Bütün sevimliliklerine rağmen bu marşlar aklıma uçağa binmeden önce okuduğum son şeyi, Uluslararası Af Örgütü’nün, dünyanın bu en kapalı ve totaliter ülkesi hakkında yayımladığı 2016-17 raporunu getiriyor. Anlatılanlar şunlar:
Kıtlık yüzünden 138 kişinin hayatını kaybettiği ve hükümetin bir yandan açlığa karşı yardım talebinde bulunurken diğer yandan nükleer silah ve füze denemelerinden geri kalmadığı Kuzey Kore...
İnsan haklarının olmadığı, ifade özgürlüğünün esamisinin okunmadığı, halkının ve yabancıların adil olmayan mahkemelerde yargılanıp binlerce insanın ağır işlerde çalıştırıldığı ve güneye kaçmak için can attığı bir ülke...
KİM İL-SUNG’UN DOĞUM GÜNÜ MİLAT KABUL EDİLİYOR
Uçaktaki Korelilerin hepsinin göğsünde devrim armaları asılı. Kafa karıştırıcı olan şu: Uçağa binerken de böyleydiler. İranlıların ülkelerine dönerken zoraki taktıkları türbanları gibi değil, armaları.
Uçak iner inmez, ‘dünyadan’ kalan bir alışkanlıkla elimi telefonuma atıyorum. Kuzey Kore’de olduğumu unutmuşum. Burası dünyanın bittiği, başka bir şeyin başladığı bir yer. Sadece başka bir yerin mi? Başka bir zamanın da başladığı bir ülke. 106’ncı Juche yılına hoş geldiniz. Bu takvimin miladı, büyük önder Kim İl-sung’un doğum günü...
Telefon yok. İnternet, feys, insta, layk yok. Hangi partiye oy versem diye kafa yormuyorsunuz. Belki yormasanız daha iyi. Gümrükteki kadın polis “Book? Book! Book!!” diye sorup valizleri arayarak, ülkeye kitap sokup sokmadığınızı kontrol ediyor.
ÖLEN ABD’Lİ ÖĞRENCİNİN TUTUKLANDIĞI OTELDE KALACAĞIM
Pyongyang Uluslararası Havalimanı düzenli, temiz pak. KKTC’deki Ercan kadar ya var ya yok. Ülkeye çok giren çıkan olmadığı için yetiyor da artıyor.
Kontrolün hemen ardında rehberlerimiz Han ve Choe bekliyor. Han, kültürel rehberimiz. Bizdeki turist rehberi. Choe, idari rehber. KDHC’de yapacaklarımız onun gözetiminde. Bu iş için biçilmiş kaftan. Bir diplomat kızı. ‘Güvenilir’ bir aileden geliyor. Bütün seyahatimiz boyunca bir dakika bile yanımızdan ayrılmayacaklar. Hatta 20 metreden fazla uzaklaşınca paniğe kapılacaklar. Kuzey Kore’de turistler bir tek otellerinde serbest. Dışarı sadece rehberler eşliğinde adım atabiliyorlar.
Tanışma faslının ardından ilk iş, bizi merak edecek yakınlarımızla nasıl temas kurabileceğimi soruyorum. “Otelden mail atabilirsiniz, isterseniz de telefon açabilirsiniz” diyorlar. İkinci kez kafam karışıyor: Kapalı, kapalı ama o kadar değil demek ki...
Otelimize doğru yola çıkıyoruz. 15 ay gözaltında tutulduktan sonra konuşamaz halde ülkesine gönderilen ABD’li öğrenci Otto Warmbier’in kaldığı otel, Yankaddo olduğunu öğrenince üstüme bir sessizlik çöküyor, etrafı seyre dalıyorum.
Uçağın camından izlediğim tarlaların arasından ilerliyoruz. Bulabildikleri her yeri çeltik ve mısır tarlası yapmışlar. 15 dakika sonra kırık dökük, biraz eskimiş ama düzenli yerleştirilmiş binalar görmeye başlıyoruz. “Geldik mi?” diye soruyorum. Rehberler gülüşüyor. Daha Pyongyang’a 10 dakika varmış. Buralar köymüş. Meğer neden güldüklerini 10 dakika sonra anlayacakmışım.
SOKAKLARDA İNSANLAR GÜLEÇ VE MUTLU GÖRÜNÜYOR
Demeye kalmadan asıl büyük kafa karışıklığı: Önümüzde bütün görkemiyle Pyongyang yükselmeye başlıyor. Gökdelenler, dev spor ve kültür kompleksleri, meydanlar, köprüler, parklar, heykeller... Gördüğüm 40’a yakın ülke içinde Pyongyang en temiz yer. Geniş ve düzenli cadde ve sokaklarda yürüyen; bisiklete binen; banklarda oturup etrafı seyreden insanlar... Lüks değil üstleri başları ama tertemiz. Kadınların çoğunda şemsiye var. Meğer bu ülkede beyaz cildin daha makbul olmasındanmış.
Bunları görünce otele kapanmak yerine insana karışmak isteği geliyor içimden. Otelden önce biraz yürüyüş yapmaya karar veriyoruz ve direksiyonu Pyongyang’ı ikiye ayıran Taedong Nehri kıyısına kırıyoruz.
Kuzey Koreliler bu nehre Boğaziçi muamelesi yapıyor. Her iki yanını rekreasyon alanlarıyla donatmışlar, çocuklar aileleriyle çocuk parklarında, gençler gıcır gıcır spor tesislerinde basketbol, voleybol oynuyor. İnsanlar güleç ve mutlu görünüyor.
Yabancı olduğunuz hemen göze batıyor. Herkes sizinle göz göze gelmeye çalışıyor; geldiğinizde önce tereddütle gülümsüyor; siz cevap verirseniz çok mutlu olup başını öne eğerek daha belirgin gülüyor. Hele bir de dokunmayagörün: Çok hoşlarına gidiyor; o zaman sadece kendileri değil, etrafta kim var kim yok gülmekten kırılıyor...
ALTINDA PETROL YERİNE KAN, TER VE GÖZYAŞI YATIYOR
Akşam yemeğine hazırlanmak için otele gidiyoruz. Yolda yemeği yiyeceğimiz asansörlü ultralüks nehir gemisini gösteriyorlar. Bizim Boğaz turlarının yanında Titanic gibi.
Otelin 22’nci katındaki odama vardığımda kafa karışıklığım artık had safhada: Pencereden dışarı bakıyorum. Nehrin iki yakası boyunca bir Dubai uzanıyor. Kore Savaşı’nda bu şehre 400 bin bomba atılmış. Tam da şehrin o zamanki nüfusu. Adam başına bir bomba demek! Şehir yerle yeksan olmuş. Peki yerle yeksan olan ne? Berlin mi? Yooo, zaten çeltik tarlası... Yani bu Dubai’nin altında petrol ya da teknoloji yerine kan, ter ve gözyaşı yatıyor.
Kafamda 40 soru, 40’ının da kuyruğu birbirine değmiyor. Azıcık kömür ve bronz dışında hiçbir şeyi olmayan bu fakir halk böyle bir başkenti nasıl yükseltti? Bunca kültür sarayını, görkemli anıtları, modern müzeleri, 150 bin kişilik dünyanın en büyük stadyumunu nasıl yaptılar? Dünyanın başka yerlerinde iflas eden sosyalizm, burada niçin hâlâ ayakta?
Peki biz, yani dünyanın geri kalanı... Neden burayı hep başka türlü hayal ettik? İşte Pyongyang karşımızda. Nerede bahsedilen o fakirlik, açlık, mutsuzluk?
‘BİZDE GAY YOK’
Ri Yong Guk ile Jong He Ra, Tong Dae Won restoranın düğün salonunda evleniyor. Bu, orta halli bir düğün. Eğer devletin işletme hakkını verdiği tesislerden birine sahipseniz daha zenginini yapmak da mümkün. Evlilikler bizdekilere çok benziyor. 24-25 yaşına (genel ortalama) gelmiş genç kızlar ve 28-30 yaşına gelmiş genç erkekler bazen kendileri tanışıp, bazen de görücü usulüyle dünya evine giriyor. Düğünden önce ailelerin birbirine hediyeler göndermesi âdetten. Eskiden evlerde yapılan düğünler için artık düğün salonları kullanılıyor. Tebrikleşmeler, danslar bizimkiyle aynı, tek fark gelin masası: Damatla gelin için kuşsütünün eksik olmadığı, çiçeklerle süslü masalar kuruluyor. Gençler evlenene kadar aileleriyle. Evlendikleri anda devlet onlara ücretsiz konut sağlıyor. Çocuk sayısı arttıkça daha geniş ev veriliyor. Peki ya evlenmezse? LGBTI bireyse? Rehberimiz Han “Bizde yok” diyor; “Şimdiye kadar hiç rastlamadık.”
KENDİN PİŞİR KENDİN YE
Buna bayılıyorlar. Neredeyse bütün lokantalarda kendi başınıza barbekü ya yapabileceğiniz aparatlar getiriyorlar. Etler, sebzeler, baharatlar, soslar veriyorlar. Bunları dilediğiniz ölçüde, pişirerek kendi yemeğinizi hazırlıyorsunuz. İşin en güzel yanı kiminki daha güzel olmuş diye herkesin birbirine tattırması...
DÜNYANIN EN DERİN METROSU
Pyongyang üstte tramvay ve troleybüslerle, altta metroyla örülmüş. Metro 17 istasyonlu. Derinliği 105 metre. Bunun nedeninin herhangi bir saldırı altında sığınak olarak kullanılması olduğu söyleniyor. Metroyu beklerken günlük gazeteleri panolardan okumak bedava. Hepsinin ücreti 5 won. Bizim paramızla 1 kuruşun altında.
TUZLU SU MU İSTERSİNİZ, YAPAY DALGA MI?
İşte beni en çok şaşırtan yerlerden biri: Pyongyang Aqua Park. 125 dönüm üzerine açık ve kapalı olarak kurulu. İçinde çoğunluğu çocuk ve genç binlerce insan aynı anda eğleniyor. Kapalı alanda tuzlu su, yapay dalga havuzu; açık alandaysa olimpik yüzme havuzları, su kaydırakları var. Bu tesise giriş paralı: kişi başı 2 bin won. Türk parasıyla 80 kuruş.
TEK BİLDİKLERİ BU: ÇELTİK-SAVAŞ-DEVRİM
Bir Kuzey Korelinin hayata nasıl baktığını, dünyayı nasıl algıladığını anlayabilmek, ülkenin bizi de ilgilendiren tarihinden bağımsız düşünülebilecek bir şey değil.
Geçmişi 3 bin yıl öncesine dayanan Kore kültürü, 7. yüzyılda Çin etkisinden kurtulduktan sonra 20. yüzyılda Japon işgaliyle karşılaşıyor.
Japonya’nın 1945’te yenilip 2. Dünya Savaşı’ndan çekilmesine kadar devam eden bu süreç, 1.5 milyon Korelinin öldürüldüğü, ülkenin bütün kaynaklarının tüketildiği, içinde altın var mı diye antik kralların mezarlarının bile havaya uçurulduğu bir dönem olarak anlatılıyor. 60 bin kadın sadece Japon ordusunun cinsel ihtiyaçları için alıkonmuş.
Dünya Savaşı bitince ülkenin kuzeyi SSCB’nin, güneyiyse ABD’nin kontrolüne geçiyor. Bu kez de ülke ikiye bölünmüş bir halde SSCB, ABD ve Çin gibi büyük güçlerin hakimiyet-denge oyunlarına saha oluyor.
Kuzeydekiler ülkeyi kendilerinin temsil ettiğini ve ülkenin güneyinin ABD işgali altında olduğunu ileri sürüyor. Kore Savaşı patlak veriyor.
Savaşta önce Kuzey Kore başarı gösterince ABD ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu BM güçleri güneye yardıma gidiyor ve savaşın gidişatı bu kez kuzey aleyhine bozuluyor.
Bütün Kore’nin ABD güdümüne gireceğinden endişelenen Mao, Tiananmen Meydanı’nda bir miting düzenliyor ve Kore Savaşı’na resmen dahil olmayacağını ama Kore’ye gidecek Çinli gönüllülere silah dağıtacağını açıklıyor.
Binlerce Çinlinin Kore’ye girmesiyle birlikte denge yeniden sağlanıyor ve 27 Temmuz 1953’te ateşkes ilan edilip bugünkü sınırlar belirleniyor. Ateşkese rağmen bir anlaşma sağlanamıyor ve savaş resmi olarak hâlâ sürüyor.
Gelinen noktada Kuzey Koreliler kendilerini Japonlar tarafından sömürülüp geri bırakılmış, büyük güçlerin oyunlarının arasında kalmış hissediyor ve ülkelerinin yarısının bir süpergücün işgali altında olduğunu düşünüyorlar.
Bu süpergüç tarafından sürekli taciz edildiklerini ileri sürerek, bir gün anavatanın kalan kısmının da tehlikeye girebileceği kaygısını taşıyorlar.
ABD’nin balıkçı gemisi görünümüne sokup ülkenin karasularına yolladığı USS Pueblo savaş gemisi gibi kanıtları da Savaş Müzesi’nde bu yüzden sergiliyorlar. ABD’den böyle benzer her yakalamada, esir askerlerin kurtarılması için gönderilen özür mektupları eşliğinde...
1 Mayıs Moran Tepesi’nde ailece piknik yapmak için sevilen mazeretlerden biri...
KUZEY KORE’DE GÜNLÜK HAYAT
- Ülkede yurtiçi telefon konuşmalarına izin veriliyor ve internette sadece belli devlet sitelerine giriş izni var. Buna ‘Nae na ra’ (ülkemiz) adı veriliyor.
- Radyolar sadece devlet kanallarını çekecek şekilde üretiliyor. Ve hepsi devlete ait beş TV kanalı var.
- Ülkenin en sevilen şarkıcısı Ryu Jin Ah. En popüler şarkısıysa ‘Garira Paektusan Uro’. Anlamı, ‘Paektu Dağı’na gidelim’... Büyük kurucu Mil İl-sung’un bağımsızlık savaşını başlattığı dağ silsilesi...
- En sevilen dizi ‘Aşkım ve Mutluluğum’. Her akşam 20.40’ta yayımlanıyor. Konusu mu? Elbette vatan sevgisi ve biraz da romantizm.
ASKER MİLLET Mİ DEDİNİZ?
Erkekler eğitim ve iş durumlarına göre üç-beş yıl arasında askerlik yapıyor. Sonra her yıl bir hafta askerlik bilgilerini güncellemek için yine askerlik yapmak zorunda. Bu da 23 milyonluk ülkenin 1 milyonluk ordusu olması demek. Sadece sınırda ve askeri bölgelerde değil; şehir içinde, şehirlerarası yollarda, parklarda yürüyüş, talim, eğitim yapan, marş söyleyerek dolaşan askerler görüyorsunuz. Ama askerin tek görevi savunma değil. İnşaat işlerinde, çifçilikte, balıkçılıkta ve madencilikte de orduyu kullanıyorlar.
SOSYALİST TEK PARTİ YÖNETİMİ
- Yer: Doğu Asya’da Kore Yarımadası’nın kuzeyi
- Yüzölçümü: 120 kilometrekare
- Nüfus: 25 milyon
- Resmi dil: Korece
- Kuruluş tarihi: 9 Eylül 1948
- Para birimi: Kuzey Kore Won’u
- Hükümet: Sosyalist tek parti totalitarizmi
- İdari yönetim: Üniter cumhuriyet
- Kişi başına milli gelir: 1800 dolar
KİM AİLESİ: DEDE-OĞUL-TORUN ÜÇLEMESİ
Kim İl-sung’un öldüğünü kabul etmiyorlar...
Kuzey Kore üç kuşaktır aynı aile tarafından yönetiliyor: Efsanevi kurucu lider Kim İl-sung, oğlu Kim Jong-il ve torunu Kim Jong-un. 1912 doğumlu dede Kim İl-sung 1930’larda bugün kutsal kabul edilen Paektu Dağı’na çıkarak işgalci Japonlara karşı bağımsızlık hareketini örgütlüyor.
1948’de bağımsızlık elde edip Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni kuruyor. Kore Savaşı’nın bittiği 1953’te Çin’in yardımıyla Güney Kore ve BM birliklerini ülkeden tekrar püskürttüğünde Kuzey Korelilere ikinci kez bağımsızlıklarını hediye ediyor. Marksizmin eksiklerini giderdiğini ileri sürdüğü Juche ideolojisini oluşturuyor. Bu fikriyatta devrimin sadece köylü ve işçilerle gerçekleşemeyeceğini, buna entelektüellerin de katılması gerektiğini savunuyor. Bu yüzden orak ve çekiç işaretlerinin yanına bir de resim (yazı) fırçası ekliyor. 1994’te ölene kadar da ülkeyi yönetiyor.
Ölümünde yayımlanan, halkın feveran halindeki ağlama sahnelerinin tamamen gerçek olduğunu Kuzey Kore’ye gidince anlıyorsunuz. Kim İl-sung’un öldüğü kabul edilmiyor, kendisinden hâlâ “Başkanımız” olarak söz ediliyor.
Her şehirde oğluyla birlikte dev heykelleri var. Bu heykelleri işaretparmağınızla gösteremiyorsunuz. Gösterirken avuçiçiniz yukarı dönük şekilde olmalı. İnsanlar ellerinde çiçeklerle ziyarete geliyorlar heykelleri. Heykellerin civarını temizlik görevlileri değil, gönüllü öğrenciler temizliyor.
Kim İl-sung’un naaşı, eskiden ofis olarak kullandığı Güneş Sarayı’nda gömülü. Burası bir mozoleden çok, piramit gibi. İçinde hepsinin saçı, makyajı, kıyafeti, birbirinin aynı, baştan aşağı siyah giyimli kadın görevliler var; aklınıza tapınak rahibeleri geliyor. Ziyaret sırasında inanılmaz bir düzen ve protokol uygulanıyor.
Şu anki lider torun Kim Jong-un ise heykel ve resimlerin hiçbirinde yok. Meftalara saygı gereği, heykel ve resimler sadece dede ve oğul Kim’leri tasvir ediyor.
SIRLARLA DOLU BİR LİDER
Kim Jong-Un, iktidara 2011’de, 26 yaşında geldi. Ondan ‘General’ diye bahsediyorlar. İsviçre’de okudu. Batı kültüründen etkilenmemesi için, okuldan kalan zamanını Kuzey Koreli yetkililerin gözetiminde geçirdi.
Onu tanıyan arkadaşlarına göre şampanyaya, lüks otomobillere, video oyunlarına, spor giyime ve basketbola düşkün.
2012’de eski şarkıcı Sol-ju ile evlendiğini duyurdu. Ülkeye olan sempatisiyle tanınan ve 2013-2014’te iki kez ziyaret eden ABD’li basketbolcu Dennis Rodman’a göre bir kızları var.
Genç yaşından ötürü herkes ülkeyi politbüronun yöneteceğini düşünüyordu. Ama Kuzey Kore’nin ikinci güçlü adamı enişte Jang Song -thaek 2014’te vatana ihanetten idam edilince tek güç oldu.
Yeni inşaat hamleleri başlatmasıyla anılıyor. 1960’lardan kalma eski mahalleleri yıkıyor; yerine modern yeni mahalleler kuruyor.
Kuzey Kore’nin onun yönetiminde yaptığı nükleer füze denemeleri başta ABD, Japonya, Çin olmak üzere bütün dünyayı rahatsız ediyor. Ama o, füze denemelerine “Amerikalı p.çlere” diyerek devam ediyor.
Birçok analiste göre Kim Jong-Un son derece tehlikeli bir deli. Deliliği, doktorların bilebileceği bir iş. Bir gazeteci olarak benim şahit olduğum, gözlemlerimden söyleyebileceğimse, hiç de aptal olmadığı.