Hürriyet ve Doğan Grubu’ndan özür diliyorum!
Ben ne ahmak bir adammışım!
Ne enayiymişim!
Benimki ne kadar büyük bir akıl tutulmasıymış!
Koskoca medya grubunun bütün namuslu, şerefli, haysiyetli çalışanlarına nasıl büyük haksızlık etmişim!
Son üç gündür vicdan azabı içinde kıvranıp duruyorum!
Kendimi nasıl affettireceğim bu zat-ı muhteremlere bilemiyorum ama umarım yazdığım bu satırlar, yediğim nanelerin kabahatini bir nebze de olsun hafifletir gönüllerinde!
Affedin beni!
Affet beni Aydın Doğan!
Affet beni Arap Fiko pardon Fikret Ercan!
Affet beni Selim, affet n’olur beni Cengiz!
Meğer hepiniz sütten çıkmış kaşık gibi ak, en arı sudan berrak adamlarmışsınız!
Yahu siz zemzemle yıkanmışsınız; bütün kötülük bendeymiş!
Bir de Gökhan Kimsesizcan’da…
Meğer o gazetedeki bol akçeli, hanutlu bütün PR işlerinin arkasında bir tek isim varmış!
Meğer Kelebek’te çıkan onlarca Mahsun haberinin, Recep İvedik’lerin, Çalgı Çengi’lerin hanutunun kaymağını tek başına Gökhan götürmüş!
Meğer Selim’e ünlü televizyon patronun eski eşinin hediye ettiği 3 bin Pound’luk montu da, Cengiz’in cebine giren çifte Samsung telefonu da indiren oymuş!
Meğer o muazzam tatillerin, süper lüks ciplerin, Cihangir’deki leb-i derya malikanelerin hepsini Gökhan alıp vermiş bunlara!
Meğer zamanında bunların zülfiyarine dokunan yazılarımı adeta cımbızla çekip çöpe atan da Gökhan’dan başkası değilmiş!
Hatta Faruk Bildirici’nin Kelebek’i eleştirdiği yazısını köşeden bir akşam vakti çıkarttırıp arkasından “Fincanı taştan oyarlar” halayının başında mendil sallayan isim de bu çocukcağızmış!
Tüm bu gelişmeler ışığında sanırım Aydın Bey’in “haksız yere itham edildiği!” vergi kaçakçılığı meselesinin arkasında da Gökhan Kimsesizcan vardır!
Bu öylesine acayip bir adammış ki Doğan Grubu’nun kağıt ithalatında kullandığı tabela şirketlerini İngiliz Virgin ve Jersey Adaları’na gidip kendi elleriyle kurmuş!
Sortal ve Shawcliff adlı şirketler de bizimkinin çocuklarının göbek adlarıymış!
Bana telefon açıp avaz avaz “Sen kimsin, beni batırmaya çalışıyorsun” diyen patroniçe de korkarım kılık değiştirmiş vantrolog Gökhan’mış!
Bu öylesine tehlikeli bir adammış ki, sabahın kör karanlığında başkalarının telefonlarından bana “Terbiyesiz herif, bundan bile malzeme çıkartacak kadar aciz ve zavallısın” diye başlayan tehdit ve hakaret mesajları atmayı başarabilmiş!
Meğer eli kolu o kadar uzunmuş ki Gökhancığımın benim danışmanlığını yaptığım mekanları da, belediyelere birer birer şikayet eden ondan başkası değilmiş! Mekan hakkında grubun yan şirketi tarafından dün verilen dilekçeyi de bizzat elleriyle götürüp kendi teslim etmiş.
Ve öylesine bir ahtapotmuş ki bu Gökhan, sitesi MedyaTava’da “Kanlı İzzet” manşetiyle, eli kelepçeli fotoğraflarımı da döndürüp duran bizzat oymuş!
Özür diliyorum!
Vallahi de billahi de bütün kalbimle özür diliyorum!
Çünkü Hürriyet’in bütün dürüst, namuslu, pirüpak yöneticileri toplanıp Temiz Eller Operasyonu’nda frene basmanın gerekliliğine karar vermişler!
Hatta benim haksızlık ederek ismini zikrettiğim Selim, Cengiz gibi güzel yürekli adamlar bu süreçten galip çıktıklarını ilan edip şu sıralar alanlarını genişletme operasyonuna başlamışlar bile!
Ekibin en küçük halkası Arzu kızımızın attığı mutluluk kahkahaları da, Güneşli’deki binanın koridorlarını çınlatıp duruyormuş!
Neymiş efendim, bunlar olmazsa o gazete saat 14.00’de asla baskıya yetişemezmiş!
Neymiş, bu ekip olmazsa magazinin muazzam, ağır angaryasını başka kimseler kaldıramazmış!
Yani neymiş, onlar olmazsa Kelebek reklam fukarası olur, hiçbir büyük ilan veren gazetenin kapısını bile çalmazmış!
Vallahi de billahi de haklılar!
Aylar süren büyük teftişlerin sonunda tek suçluyu bulup ortaya çıkardılar!
Sen neymişin be Gökhan!
Koskoca amiral gemisini tek başına az daha batırıyormuşsun! Neyse ki bir tek seni göndererek artık geminin dümeni salim, pardon Selim ve Cengiz’in ellerine tekrar emanet ettiler..
Bu yazının finaline bir Yunus Emre dörtlüğü yakışır…
“Kalem eğri dilli,
mürekkep siyah gözlü,
kağıt ikiyüzlü…
Şimdi ben kalkıp arzu halimi
yazmaya kimi mahrem kılayım…”