İbrahim Karagül soruyor: Neredesiniz siz? Neden meydanlarda yoksunuz?
Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, Türkiye'nin kaderini belirleyecek 16 Nisan referandumu önce dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.
Yazısının başlığına, "Neredesiniz siz? Neden meydanlarda yoksunuz? Bu nasıl bir suskunluk?" sorusunu çıkartan Karagül, bütün yükü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sırtına yükleyip "şöhret ve güç kazananların" neden "Evet" cephesine destek vermediklerini sorguladı.
"AK Parti'nin öncü siyasetçilerine, medyanın güçlü kalemlerine, gazete ve televizyon yönetenlere, kanaat önderlerine kadar herkesin, bu seferberliğe hakkıyla katılması gerekiyor. Elini taşın altına koyması, kendinden bekleneni öne çıkarması gerekiyor." diye yazan İbrahim Karagül, yaşananların kişisel bir mesele olmadığının altını çizdi.
İşte o yazı:
- Neredesiniz siz? Neden meydanlarda yoksunuz? Bu nasıl bir suskunluk?
Neredesiniz?
Neden suskunsunuz?
Niye ortalarda yoksunuz?
16 Nisan referandum kampanyasında güçlü bir “Evet”le neden öne çıkmıyorsunuz? Neden şehir şehir, sokak sokak dolaşmıyorsunuz?
Avrupa'nın ırkçıları Türkiye'ye saldırırken, Avrupa genelinde Türkiye düşmanlığı pompalanırken, “16 Nisan Cephesi” kurup taarruza geçenler “Cumhurbaşkanlığı sistemi”ni engellemeye çalışırken siz neredesiniz?
Neden çıkıp meydanları inletmiyorsunuz? Meydan meydan dolaşanların yanında yer almıyorsunuz? Neden milletimizi daha da coşturacak fotoğraf kareleri vermiyorsunuz? Omuz omuza vererek Anadolu'yu gezmiyorsunuz?
Neden yumruklarınızı sıkıp öne çıkmadınız?
16 Nisan referandumu dünya genelinde “önlenmesi gereken” bir mesele olarak algılanırken, bir küresel hesaplaşmaya dönerken siz bu hesaplaşmanın karşısında neden gür bir sesle yer almıyorsunuz?
Neden bu ülkenin öfkesine, tepkisine, savunmasına katkıda bulunmuyorsunuz? Neden öne çıkıp, yumruklarınızı sıkıp en ön sırada yer almıyorsunuz? Neden suskunluğa bürünerek bu kavgada kendinizi gizleme gayreti gösteriyorsunuz?
Sizce de bu işte bir tuhaflık yok mu? Sizce de en çok konuşması gerekenler suskun değil mi? Ekranlarda, gazete sayfalarında, meydanlarda ve sokaklarda aradığımız resimler, isimler sessizliğe bürünmemiş mi?
Bu iş kişisel değil, bir tarih hesaplaşmasıdır
Avrupa'nın Türkiye'ye saldırısı üzerinden iktidar hesapları yapmak, “Birileri birilerine haddini bildirsin biz o zaman çıkarız ortaya” türü arayışlar kimseye yakışmaz.
Kırgın olabiliriz, küskün olabiliriz, iftiraya uğramış olabiliriz, haksızlığa uğramış olabiliriz. Bütün bunlar kişiseldir. Oysa Türkiye'nin on yıldır, on beş yıldır yürüttüğü o “Acımasız Direniş” kişisel değildir. Bu bir ülke meselesi, millet meselesi, tarih hesaplaşmasıdır.
Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi “kişiselleştirmek” bir projedir, bize sunulan muhalefet dilidir. O dili geliştirenler Hollanda seçimleri örneğinde gördüğümüz akıldır, o çokuluslu müdahalenin oyun kurucularıdır, 15 Temmuz'un patronlarıdır.
Oynanan oyunu hiç mi göremeyiz?
Bütün dünyanın Türkiye karşıtı kampanya yürüttüğü, bütün Avrupa'nın “Evet” çıkmaması için ortak cephe kurduğu ve bu ülkeye acımasız saldırılar yaptığı bir mesele asla kişisel değildir, olamaz.
Bu ülkeler, “Hayır” çıkması için açık kampanya yaparken, “Evet” diyenlere aşağılık uygulamalara girişirken, onlara ülkeye giriş yasakları getirirken, bu arada Türkiye'miz için alçakça söylemlere yeltenirken, oynanan oyunu hiç mi göremeyiz? Böyle bir durumda hangi kişisel mesele önemlidir, anlamlıdır?
Haksızlığa uğramışsak bize düşen geri çekilmek, küsmek değildir. Daha bir azimle, daha bir coşkuyla mücadeleye devam etmektir. İnadına dik durmak, inadına ülke için savaşmak, inadına bu ortak mücadeleye katkıda bulunmaktır.
Gezi terörü mü kişiseldi, 15 Temmuz mu kişiseldi?
Gezi olaylarında sokak terörüyle hükümet devirmeye çalışanların hesabı kişisel değildi.
17-25 Aralık'ta hükümet tasfiye etmeye girişenlerin hesabı kişisel değildi. 15 Temmuz'da Türkiye'ye açık savaş ilan edilmesi, iç savaş ve işgal girişiminde bulunulması asla kişisel değildi.
Referandum da kişisel değildir. Türkiye'nin referandum hesabı da, Avrupa'nın referanduma savaş açması da aynı şekilde kişisel değildir. Böyle bir durumda küskünlüklerimiz ve kişisel hesaplarımızın anlamı kalmamıştır, kalmamalıdır. Bütün bunların yanında kişisel hesap yapmak, kişisel tavır göstermek zayıflıktır.
16 Nisan bir seferberliktir, bu iş henüz tamamlanmadı
Bu iş daha bitmedi. Vesayet dönemi kapanmadı. Türkiye'nin büyük dönüşümü henüz tamamlanmadı. Yüz yıllık hesaplaşma devam ediyor. Biz, bu ülke, bu millet son noktayı koymadan da bitmeyecek. Onlar bu saldırılara son vermeden bitmeyecek. Bükemedikleri bileği öpmek zorunda kalmadan bitmeyecek. Türkiye'nin tarih yürüyüşü zafere ulaşmadan bitmeyecek.
Hollanda seçimleriyle başlayan kavga bize bir uyarıdır. Müdahale devam etmekte, Türkiye'yi durdurmaya dönük başka senaryoların hazırlıkları yapılmaktadır.O halde 16 Nisan tarihi bir hesaplaşmadır. Referandum'a saldırı 15 Temmuz'un devamıdır. 15 Temmuz açık saldırıydı, milletimizin en büyük savunma savaşıydı. Başardık, zaferi biz kazandık. 16 Nisan'ı küresel ölçekte tartışmaya dönüştürenler yine açıktan saldırıyor. Oysa biz, bu sefer bir adım öne geçmeli, savunma dönemini kapatmalıyız. Bu seçimin bizim için anlamı bu olmalı. Türkiye'ye müdahale alanlarını ebediyyen kapatmak olmalı.
Akil siyasetçiler, keskin kalemler, en çok kazananlar nerede?
Peki neredesiniz siz? Gözlerimizin aradığı insanlar neredesiniz? Bu iktidara güç verenler, omuz verenler, Türkiye'nin tarih yapıcı siyasi eğilimleri içinde öne çıkanlar 16 Nisan referandumunun neresindesiniz?
Siyasetin öncü isimleri, AK Parti'nin akil isimleri, medyanın “keskin” kalemleri, kamuoyunun kanaat önderleri, AK Parti hükümetleri döneminde en çok kazananlar, sizler neredesiniz? Neden sesinizi duyamıyoruz? Neden en önde değilsiniz? Neden ortalarda yoksunuz?
Batı başkentlerinde iktidar arama dönemi kapanmıştır
“Hayır” oylarının öne geçmesinden kimseye iktidar çıkmaz. Bu büyük dalganın tersine yelken açan herkes siyaseten silinir. Tarihin yanlış sayfalarında yer alır. Batı başkentlerinde iktidar arama dönemi kapanmıştır. Londra'dan, Washington'dan, Brüksel'den iktidar arama dönemi, onların senaryolarının altına gizlenme dönemi, bu başkentlerden iç politika dizayn etme dönemi kapanmıştır.
Avrupa'dan Türkiye'ye yönelen topyekûn saldırı kimseye iktidar alanı, siyaset alanı açmaz, açmayacaktır. Tam tersine, bu beklenti içine girenler, fırsat kollayanlar milletimiz üzerindeki güveni kaybedecektir.
Erdoğan'ın sırtına yükle, kenara çekil ve seyret…
Çünkü millet bu saldırılarla daha da kemikleşir, ülke savunmasına girer, direncini güçlendirir. Milletin yanında yer almayan, açıktan mücadeleye girişmeyen herkes oyunun sonunda kaybedenler arasına katılır.
Bu ülkenin, milletin, tarihin bütün yükünü Erdoğan'ın sırtına yükleyip, onun üzerinden siyaset, onun üzerinden iktidar, onun üzerinden şöhret ve güç kazananların 16 Nisan referandum çabasına katkı vermediğini sadece ben değil, herkes görüyor. Millet görüyor, sokakta canla başla çalışan görüyor.
Bu yüzden AK Parti'nin öncü siyasetçilerine, medyanın güçlü kalemlerine, gazete ve televizyon yönetenlere, kanaat önderlerine kadar herkesin, bu seferberliğe hakkıyla katılması gerekiyor. Elini taşın altına koyması, kendinden bekleneni öne çıkarması gerekiyor.
Bugün susanlar, yarın milletten yüz bulamaz
Bugüne kadar bütün müdahaleler atlatıldığı gibi, artık büyük bir hesaplaşmaya dönen 16 Nisan da atlatılacak. Milletimiz, o merkez siyaseti oluşturan gövde, büyük yürüyüşüne devam edecek, tarih yapıcı rolünü hakkıyla yerine getirecek.
Türkiye bu kritik eşiği aşacak. Bir 16 Nisan zaferi yaşayacak. Bu konuda hiçbir tereddüdüm yok. Sadece Avrupa değil, dünya birleşse, o çokuluslu müdahale bu sefer de başaramayacak. Ama işte o zaman, bugün kendini gizleyenlerin, “farklı beklenti” içine girenlerin söz hakkı, öne çıkma hakkı olmayacak.
Bugün susanlar, yarın milletten yüz bulamaz.
Herkesi aklını başına almaya, seferberliğe katılmaya, öne çıkmaya, sesini yükseltmeye davet ediyorum. Kişisel kırgınlıklar mazeret değildir. Çok büyük bir mücadele vardır. Bu mücadele, bütün hesapların üstündedir.