İlk kurşunu Hasan Tahsin sıkmadı mı?
Derin Tarih Aralık sayısında,Prof. Dr. Tuncer Baykara, Hasan Tahsin'e ilişkin çok çarpıcı iddialarda bulundu. Baykara'ya göre Yunan'a karşı ilk kurşunu atan kişi Hasan Tahsin değil.
Baykara, Derin Tarih dergisinde konuya ilişkin şu satırları okuyucuları ile paylaştı;
1960’lı yıllara kadar Hasan Tahsin adlı bir kişi bilinir fakat üzerinde fazla durulmazdı. Sonraki yıllarda, Ömer Sami Coşar’dan başlayarak Nurdoğan Taçalan ve Bilge Umar’ın gayretleriyle, bir “masal” tekemmül ettirildi. Hasan Tahsin’in Yunan’a karşı ilk kurşunu attığı söylenmeye başlandı.
Gerçi sonraki senelerde “ilk kurşun”a talipliler çoğaldı fakat yine de Hasan Tahsin’in yaptıkları, insanlara daha cazip ve hoş geldi. Bu iddia kesin bir gerçekmiş gibi öylesine etkili oldu ki Türk Genelkurmayı dahi Basın Yayın Merkezi’ne onun adını verdi.
1960 sonrasında Ömer S. Coşar’dan başlayan hareket sonrasında İzmirliler adeta iki takım oldular: Hasan Tahsin’e, İzmir’in işgali gününde bir yüce yer vermek isteyenler ile durumu gerçek yönüyle aydınlatmak isteyenler. Ancak Hasan Tahsin’i yüceltmede bazı gazeteciler önayak olduğundan, araştırmacılar, bu satırların yazarı dahil, 1970’li yıllarda aksi fikir beyanından çekindiler. Bununla beraber şahsen ben, Tuncer Baykara, 1974’te Ege Üniversitesi’nce yayımlanan İzmir Şehri ve Tarihi adlı eserimde Hasan Tahsin adına ve hareketine yer vermedim.
1960 sonrasında Ömer S. Coşar’dan başlayan hareket sonrasında İzmirliler adeta iki takım oldular. Hasan Tahsin’e, İzmir’in işgali gününde bir yüce yer vermek isteyenler ile durumu gerçek yönüyleaydınlatmak isteyenler. Ancak Hasan Tahsin’i yüceltmede bazı gazeteciler önayak olduğundan, araştırmacılar bu satırların yazarı dahil, 1970’li yıllarda aksi fikir beyanından çekindiler. Bununlaberaber şahsen ben, Tuncer Baykara, 1974’te Ege Üniversitesi’nce yayımlanan İzmir Şehri ve Tarihi adlı eserimde Hasan Tahsin adına ve hareketine yer vermedim.
O sıralarda beni iki bilgi kümesi etkilemiş idi.
I. Atatürk devrinde yazılmış olan Tarih IV’deki açık satırlar.
II. 1973 yazında, Ankara’da Genelkurmay Harp Tarihi dairesindeki askerliğim sırasında okuduğum Yunan harp tarihlerindeki bilgiler. Bu bilgiler, Yunanların ilk günkü olaylar, ortaya çıkışı ve öteki uzantıları hakkında hemen soruşturma başlatmaları sebebiyle önemli idi. Çünkü bu hareket sonrası yağma ve kıtale karışan bazı askerler cezalandırılmış idi. Bunlarda Hasan Tahsin’in adı geçmiyor.
Sadece bir Yunanlı gazeteci M. Rhodas’ın hatıralarında, Hasan Tahsin ile ilgili bilgiler yer alıyordu. Buna göre, 14/15 gecesi mitinginde en ateşli hatiplerden birisi Hasan Tahsin imiş; ikinci olarak ertesi günü, bu gazetecinin cesedi kışla duvarları dibinde bulunmuş.
Halbuki 16 Mart’ta İstanbul’un işgali sırasında, “İstanbulluların niye bir Hasan Tahsin’i çıkmamış?” sorusunu zihinlerde sorduktan sonra olayı serinkanlılıkla incelemek gerekir.
a. İzmir’de Yunan kuvvetlerine karşı hem şehir içinde hem de şehrin en kalabalık ve görkemli yerinde bir “gösteri” direnişi gösterilmesi askerî kurallarla ne kadar ilgilidir. Gerçi bazı “ilginç şövalye ruhlu veya bir şekilde ölmeye kararlı kimseler” bunu göstermek istemiş olabilirler. Onlara göre böylesine bir eylem elbette İzmir’in en kalabalık yerinde gösterilmek gerekir.
b. Atatürk devrindeki havanın kışla ve hükümet konağı civarında çatışmaya yol açmanın Türk menfaatine uygun görülmediği anlaşılıyor. Çünkü elde edilebilecek faydanın yanında zararı çok daha büyük olabilirdi.
Sonraki tarihlerde konu ile ilgilenen İzmirli araştırmacılar bazı başka isimlerden de söz ederler. Ancak bize kalırsa ilk günü Yunanları silahla ve ateşle karşılamak isteyen, asker olmayan Türkler bir hayli çoktur. Askerler için mesele, devletinin meşru kurumlarından aldıkları emirdir. O da Yunanlar buraya Mondros Mütarekesi hükümlerine göre çıkmaktadırlar ve gereğini Türk askeri ve sivil yetkilileri düşüneceklerdir.
Mutlu bir tesadüf eseri olarak, 1975 yıllarında eski cumhurbaşkanlarından Sayın Celal Bayar ile uzun bir konuşma yapmak imkânı buldum. Bu arada ona Hasan Tahsin’i de sordum. Celal Bayar, İzmir’in işgali gününde İzmir’de olduğunu, saklandığını, kendisinin Hasan Tahsin’i şahsen de tanıdığını belirtmişti. Kendisi saklanmakla birlikte, ilk günkü olaylarla ilgili olarak her türlü bilgiyi alabilecek durumda olduğunu da belirtti. Buna rağmen ilk günkü olaylarla ilgili olarak kendisine Hasan Tahsin’le ilgili herhangi bir bilgi ulaşmadığını beyan etmişti.
Kendi ifadesine göre, Hasan Tahsin’in sonraki tarihlerde öne çıkarılmasının iki sebebi vardır. Selanikli ve sosyalist fikirli olmasının yanında gazeteci özelliği.
Hasan Tahsin İstanbul’da dikiş tutturamayınca İzmir’e geçmiş, burada karanlık mazisini kendince iyi bir iş yaparak tamamlamak istemiş olabilir mi diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Yine İzmir’de Yunanlar çiçekle değil, ateşle de karşılandılar dedirtmek için bu kadar masum Türk’ün kanına girmeye gerek var mıydı?
O gün İzmir’de pek çok facialar oldu; pek çok Türk şehit düştü, hakarete uğradı, evi soyuldu. Bu kargaşalık durumdan istifade etmek isteyenlerden biri İtalyanlar idi. İtalyan amirali, İtilaf Devletlerinin eski vaadini (St. Jean de Maurienne) hatırlayarak İngiliz amiraline koştu: “Yunanlar İzmir’de asayişi sağlayamıyorlar, biz ise sağlayabiliriz” dedi. İngiliz amirali, iki saat sonra cevap vereyim dedi ve iki saatin içinde Yunanlar İzmir’deki asayişi kan ve ateşle sağladılar. İtalyanların hevesi kursaklarında kaldı. Hasan Tahsin’in kız kardeşini İtalyan konsolosuna emanet ettiğini sadece hatırlatıyoruz.
Sonuç olarak bütün bu olup bitenleri araştırmacılar bütün yönleriyle didik didik ederek araştırmalıdır. Bizce birçok soru işareti hâlâ mevcudiyetini koruyor.