İnsan bazı sanatçılarla aynı çağda yaşamadığına üzülüyor...
11 Haziran 1923 günü Ankara’da dünyaya geldi. Asıl adı Halit Özdemir Arun’dur. Babasının öldüğü 1930’da, Galatasaray Lisesi’nin ilk kısmına girdi. 1941 yılında, 11. sınıfta Kabataş Erkek Lisesi’ne geçti. Hukuk Fakültesi’ne, İktisat ve bir yıl da Gazetecilik Fakültesi’ne devam etti. Tanin ve Zaman gazetelerinde çalıştı. 1951’de Sanat Basımevi’ni kurdu ve kitaplarını yayınladı. 28 Ocak 1981’de hayata gözlerini kapattı...
Bu kuru biyografiden sonra sıra yüreğimdeki Asaf’ı anlatmaya geldi. Harfleri adeta bir nota gibi kullanan, kelimelerden besteler yapan, müthiş zeka yüklü dil oyunlarıyla okuyucusunu şaşırtan bir büyük ozan Asaf...
Bazı sanatçılarla aynı çağda yaşamak, onlarla tanışmak isterdim mümkün olabilse... Mesela Leonardo’nun Floransa’sında olmak, Sinan’ın İstanbul’unda onunla şehre bakmak, Shakespeare’le Londra sokaklarında dolaşmak...
Mozart’la Viyana’da bir kahve eşliğinde Apfelstrudel yemek, Can Baba’yla Çınaraltı’nda demli bir çay içebilmek ve elbette Asaf’la Acıbadem’den Kadıköy’e inen caddelerde, Boğaz’dan esen rüzgarın serinliğinde sohbet edebilmek…
Bunlar mümkün değil biliyorum, ama ne mutlu bıraktıkları eserler yaşıyor. İnsan bu irtifada sanatçıların eserleriyle hemhal olunca, sanki bir şekilde onlarla da tanışıyor, karşılıklı konuşabilme imkanına kavuşuyor…
‘Yarıda kalmış aşklarının hesapları içinde
Denizlere açıldı içimizden biri
Niçin gittiğini söylemeden.
Doyulmamış arzularla doluydu yelkenleri.
Yıpranmış kelimelerin verdiği güvenden.
Bulacak sanıyordu yenilikleri.
Her an bir yeni su vardı,
Her yeni suda bir yeni an.
Deniz, dalgalarıyla gösteriyordu dışından
Yaşananla düşünülenler arasındaki farkı.
Bitmiyordu köpüklerle renkler
Bir başka damlada, bir başka ışıkta başlamadan.
Gözlerinin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
Dışında ne varsa yeni, ne varsa gerçek.
Yeni manzaralarla gelen yeni duygular
Hani, eski kelimelerle olmasa
İnsanın ömrünce devam edecek.
Gözlerin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
Anladı, ölmekle yaşamanın birleştiği noktada
Yeni rüzgârlarla esen yeni korkulara
Yeniliklerini bağışlamayan kelimelerin
Nasıl düşman sığınaklar halinde direndiğini.
Anladı, bütün olmuşlarla olanların
Ve bütün olacakların
O kelimelerin içinde
Kendisine varmadan eskidiğini…’