İnsan çabuk unutuyor
Azerbaycan, Ermenistan’ın işgâl ettiği topraklarını geri almaya çalışıyor.
Savaş var.
Savaş var ve çocuklar, kadınlar, savaşa dahil olmayan sivil halk Ermenistan saldırılarında can veriyor.
Dünya izliyor.
Kınayan yok, tepki koyan yok.
Bir Türkiye var.
Türkiye de dünyanın geri kalanının sessizliğini, görmezliğini kınıyor.
Suç karşısında duymamak, görmemek suça iştirak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Şırnak’ta “Minsk Grubu”nu oluşturan ABD, Rusya ve Fransa’yı sessiz kalmakla suçladı.
Bu ülkelerin “neden sustuğu” sorusundaki saflığa bakınca üzülüyor insan.
Mevcut durum, o ülkelerin istediği şey.
Onlar zaten haklıya hakkını teslim etmek isteseler, Ermenistan’dan ele geçirilen ağır silahların üzerinde kendi imzaları olmaz.
İnsan çabuk unutuyor.
30 yıl önce. Tüm dünyanın gözleri önünde Bosna Hersek’te Sırp katliamları yaşandı.
Bratunac köyünde 350 Boşnak katledildiğinde 1992’ydi.
Srebrenica’da toplu katliamlar yapıldı sene 1995. Toplu mezarlardan kemikleri ayıkla ayıkla bitmedi.
İşkencelerden geçirildi bir halk, kadınlarına tecavüzler edildi.
Kimseden ses çıkmadı, hatırladınız mı?
Medyasından siyasetçisine kör ve sağırdılar.
Silahlar kullanılmalıydı ki silah tüccarları yeni işler yapabilsinlerdi.
ABD ne zaman katliama müdahale etmek zorunda kaldı?
Newsday’in Bosna muhabiri Gutman’ın katliamlarla ilgili haberlerinin fotokopilerle çoğaltılıp Dışişleri Bakanlığı çalışanlarının ellerine geçmesiyle kımıldanma başladı.
Bosna’da olanları resmen doğrulamaktan kaçınan yetkililerin, 2 Ağustos 1992’de Gutman’ın haberini doğrulamaları dönüm noktası oldu.
Aynı ay Time, Bosna’daki işkenceleri “Bu olmak zorunda mı?” başlığıyla kapağına taşıyınca kamuoyu uyandı.
Muhabirler Bosna için “Auschwitz kampı gibi” benzetmesi yapıyor, Amerikan kamuoyunu rahatsız ediyorlardı.
CNN muhabiri Amanpour’un canlı yayında Clinton’a “Bosna sorununda ABD yönetiminin takla atıp durmasının tehlikeli olduğu üzerinde düşünüp düşünmediğini” sorması üzerine Clinton öfkelendi.
“Takla atıp durduğumuz yok madam” demek zorunda kaldı ama Bosna’ya müdahale hızlandı.
Srebrenica katliamının CNN ekranlarında verilmesiyle Clinton, “CNN savaşındayız ve güçlü konumumuza darbe vuruyor bu durum” dedi.
ABD, Bosna’daki zulmü durdurmak için değil, medyanın baskısına karşı duramadığı için müdahale etmek zorunda kaldı.
Yoksa dünyanın uzak köşesindeki zulümlerle ilgilendikleri yoktu.
Bu konuyu ilk baskısı 2007’de yapılan “Tanklar ve Sözcükler” kitabımda ayrıntılarıyla yazmıştım.
TSK o kitabı sanırım hiç okumadı, şimdi şarkılı film yapıyorlar.
Bugün, Azerbaycan için bir şey yapmak isteyenlerin ilk yapmaları gereken şey, uluslararası medyanın harekete geçirilmesini sağlamak.
BEKİR COŞKUN’UN ARDINDAN…
Bekir Coşkun’u kaybettik. Kanserden.
Onunla tanıştığımda ben gazeteciliğe aşıktım, gazetecilik de onurlu mesleklerin başındaydı.
Hürriyet, Cinnah’taki mütevazı yerindeydi.
Köşe yazmıyordum daha, çünkü onun gibi yazmayacaksam ne anlamı vardı ki…
Bunu da ona söylemiştim, gençtim.
Sonra, Hürriyet Eskişehir yolundaki demir yığını binaya geçti.
Bekir Coşkun’la oradaki odasında sohbet ederken, binanın demir soğukluğunun gazeteciliğe uygun olmadığını söylemiş, “ısınamadım bu binaya” demişti.
Habertürk’e geçmesini çabuklaştırmıştı bu his.
O günlerde köşe yazıyordum ve “bir gün aynı gazetede yazar mıyız acaba”yı konuşmuştuk.
Habertürk’e geçti, ben tam Habertürk’te yazacaktım o ayrıldı.
İnsan ve hayvan sevgisiyle kendisini anlamlandıran, kaleminden yüreği damlayan örneğimdi.
Peki şimdi ben, öğrencilerime örnek olsun diye kimi göstereceğim?
BİLGİ BASİT, AMA DEĞİŞİM ZOR
Sözcü Hafta Sonu’nda, Emin Özgönül’ün benle yaptığı söyleşi yayımlandı.
Söyleşide en çok “İnsanlar birilerini dinlemek istemiyor, kendisini dinleyecek insanları arıyor” ifadesi ilgi çekti.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise Parti toplantısında, “Biz çalışacağız, vatandaşa ülkenin sorunlarının nasıl çözüleceğini anlatacağız” dedi.
Ben yeni bilgiye bu kadar kapalı başka bir yapı görmedim.
BİRİ AÇIKLARSA…
Bir:
Kimi desteklesem o hep kaybeder.
Bu benim kimi destekleyeceğimi bilmediğimden kaynaklanmaz.
Kaybedeceğini bile bile içimden geleni yapmamın sonucudur.
Geçen hafta, KKTC’de Ersin Tatar’ın cumhurbaşkanlığını desteklediğimi yazmıştım.
Oldu.
Nasıl oldu da kazananı destekledim biri açıklarsa.
İki:
CHP’nin içerisinden bir grup ayrılıp “Halk Parti”yi kuracakmış.
Adı geçenlere baktım, yaş ortalamaları 70 ve üzeri.
Bu arkadaşlar siyasi parti kurmaktansa gidip tekaütler kulübüne üye olsalar ülkeye daha büyük iyilik olur.
Bu nasıl bir kafa biri açıklarsa…
Üç:
Fatih Portakal yorulup bıktığı için medyadan çekildiğini söylemişti.
Daha iki ay dolmadan YouTube kanalıyla geri dönmesini biri bana açıklarsa…
(Bu köşenin gücüne bakın ki hakkında yazılanlara cevap verirken ikinci sıraya benim yazımı koydu.)
Dört:
İlkokul çocukları okula giderken maske üzerine siperlik takıyorlar.
Zaten ciğerleri minicik. Bu ikisiyle yetişkin nefes almaz ki, çocuk nasıl alsın?
Biri açıklarsa sevinirim.
Beş:
Sağlık Bakanlığı’nın Taner Ölmez’li, Timuçin Esen’li yeni Covid 19 filminin tamamı yazılardan oluşuyor.
Bakanlığın iletişim ekibi, ülkemizde herkesin Oxford mezunu falan mı olduğunu sanıyor? Biri açıklarsa.
Altı:
Sosyal medyada Denizli Valiliği’nin Basın Halkla İlişkiler biriminden yapılan bir duyuru metni dolaşıyor.
Yazım yanlışından geçilmiyor.
Bu birimlere eleman alırken hadi iletişim bilgisi aranmıyor, Türkçe bilgisi neden aranmaz? Biri açıklarsa.
Yedi:
Şiddet içerikli dizilerin ve onlar kadar şiddet içeren yemek programlarının başında “Yedi yaş ve üzeri için uygundur” ifadesi var.
RTÜK neden bu yaşı daha yukarı yaşa çekmez? Biri açıklarsa…
Sekiz:
Ebru Şallı kirası 20 ila 40 bin lira arasında ev arıyormuş.
Ben memur çocuğuyum.
Biz kira yüksekse git onu bankaya yatır, hiç değilse evin olur deriz.
Bu basit mantık yerine o kadar yüksek kiraları neden öderler?
Biri açıklarsa.
Dokuz:
Ülkemizde futbolu sadece locası olanlar statta izleyebilecek.
Açık havadaki taraftara bulaşıyor, kapalı mekân locada bulaşmıyor, nasıl virüsse…
Futbol dediğin özünde yoksul sporu, sokak oyunu, kenar mahalle eğlencesi.
O da geldi ülkemizde zengin sporu oldu. Biri bunu açıklarsa.
İŞTE BU
Bir:
Büyük besteci Fazıl Say, Serenad Bağcan’la “Şu Dünyanın Sırrı” albümünü çıkardı.
Mest oluyorsun dinlerken.
Müzik nedir, durulmak nedir “işte bu” diyorsun…
İki:
Hoşluk fiziksel görüntüyle en az ilgili şeydir deyip duruyordum.
Ahmet Mümtaz Taylan “Cazibe aslında bir bütün; mizah duygunuz, üslubunuz, tutarlı davranış sergilemeniz” demiş ya işte buydu anlatmak istediğim.
Üç:
Her zaman “şöhret” ile “ün” arasındaki farkı anlatmaya çalışırdım.
Alper Erözer diye bir çocuk var, 16 yaşında. Tıklanma sayısı milyonları buluyormuş. Ama çoğu insan hiç tanımıyor.
“Şöhret” Tarkan’dır, tanımayanı neredeyse döverler, “ünlü” ise bu çocuk. Sadece ilgilisi tanır.
Dört:
Nicole Kidman “Kocam ihanet etse mahvolurum” demiş, ihanete davetiye çıkaran tavır işte budur.
Vazgeçilmez olduğunu belirtirsen vazgeçilir olursun.
Beş:
“Günümüzde göz, beynin yerini aldı” diye diye yoruldum.
Mısır’da geçit töreninde asker ve polislerin yarı çıplak kaslarını ortaya sererek resmi geçiş yapmaları “anlatmaya çalıştığım işte buydu” dedirtti.
AKLIMDA KALAN
“Yanlış”ın genel geçer olması: Oyuncu Zafer Algöz, Okan Bayülgen’le arasının açık olmasına nedenini, “Dudu Teyze” karakterini Bayülgen’in noterle üzerine alması olarak açıklamış. Sorunca da Bayülgen, “Televizyon dünyasının kuralı böyle” cevabını vermiş. Gerçekten de sinema, televizyon, müzik, spor dünyasında böyle bir anlayış hakim. Herkes de bunu kabullenmiş. Zafer Algöz gibiler mahkemeye gidip ahlaki kuralın böyle olmadığını kanıtlamadıkça bu anlayışın kurbanı daha çok olur.