İnsanı cinsellikten soğuttunuz yeminle!

Demet Cengiz

Demet Cengiz

“Seni temkinlice soydum. Gerçeğin düşselle mucizevi bir çakışması olarak, ete kemiğe bürünmüş Milos Venüs’ünü keşfettim. Gerdanının sedef parlaklığı yüzünü aydınlatıyordu. Bu güçlülük ve yumuşaklık mucizesini uzun uzun, sessizce seyrettim. Zevkin alınan ya da verilen bir şey olmadığını seninle anladım. Kendini verme ve ötekinden kendisini vermesini isteme biçimiydi zevk. Kendimizi tümüyle birbirimize verdik.”

Andre Gorz, hayatının anlamı, sevgilisi, yoldaşı Dorine ile ilk sevişmelerini bu naif cümlelerle anlatır. Hem aralarındaki o çok güçlü tensel arzuyu, zevki hayranlıkla izler hem de bir parça hayal etmene izin verilen o mahremiyete saygı duyarsın.

Birhan Keskin’e kulak kesilirsin.

“eskiden olsaydı, tuzlu düşler anımsardım
ağzımda eriyip yok olan tadını güneşin
alevin ipekle savaşını, saçlarının altından
akan ırmaklarda yıkandığım sabahları anımsardım
tenine dokundukça bıçak sırtı bir nefeste susan
felç olan sözleri hatırlardım.”

Kadın yüreği başka… Kadın şairin yüreği ise bambaşka…

İki sevgilinin birbirine kavuşan tenine, karışan terine selam çakarsın. İyi ki aşkla kavuşan bedenler var, dersin.

“Sen…

Bana dokunursun

Ben mandolinin sesini duyarım.

Sen beni öpersin

Benim hayatım senin öpücüğünle başlar.”

Nina Simone’un “Wild Is The Wind” şarkısının sözleri…

Hangi birini anlatayım?

Bir tutam Cemal Süreya?

“Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti

Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.”

Ya da Attilâ İlhan’ın sevgilisini üç gece yatırabildiği Emperyal Oteli mi desem?

Sevgilisinin gözlerine güneşli bir ormana dalar gibi dalan Nazım Hikmet’in
“Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,
Ve bir avcı iştahıyla etini dişlemek senin” dizelerini mi önünüze dizsem?

Ya da

“Artık ben ne günah olsa işlerim,
Yumuşacık yastığa geçti dişlerim”

diyen Necip Fazıl’a mı dönsem?

Daha çok, daha çok diyeceklerim. Her tensel arzuyu aşkla karıştıracak kadar saf da olmamalı insan ama aşkın şehveti kapsadığını da bilmeli.

Romantik, çekingen, tutkulu, sert, yumuşak her nasılsa iki kişinin bedenlerini bölüşmesi, birleşmesi, birbirinde eriyip gitmesi… Onların meselesi… Onların mahremi…

Kızılderililer, boğaların çiftleşirken sinekleri kuyruğuyla kovaladıklarını söylerler. Cinselliğin mahremiyeti…

İki aklı başında, yetişkin, bedenlerini kendi rızalarıyla paylaşıyorlarsa diğer herkese susmak düşer. Ortada bir zorlama, istismar, bir çocuk, bir hayvan veya bir zekâ geriliği yoksa en az iki kişinin bir araya gelip yaptığı her türlü cinsel faaliyet onların kendi özelidir.

Ve fakat aşk ve cinsellik böylesine mahrem, özel, güzel ve şiirsel olabilirken, yüreğimizi burkup midemizi bulandıran haberlerden dolayı cinsellikten soğuduk –yeminle!

Cinsel organının videosunu çeken fenomenler…

Uçak tuvaletinde mastürbasyon yapan teşhirciler…

Metrobüste boşalan yolcular…

Otobüste yolcunun üzerine boşalan muavinler…  

Küçücük bedenleri yağmalayan korsanlar…

Markette sıkıştırdığı çocuğa dayanan dedeler…

Hayvanları kuytulara çeken gözü dönmüşler…

Kundaktaki bebeğe el süren namussuzlar…

Liberali, dindarı, şehirlisi, köylüsü, okumuşu, cahili… O kadar çok ve o kadar iğrençsiniz ki!

SakınŞeytana uydum” deyip, kendinizi aklamayın.

Şeytan bile sizden daha masum.

NOT: Andre Gorz’un “Son Mektup, Bir Aşk Hikâyesi” isimli kitabı hayatının aşkı Dorine’e yazdığı bir mektuptur. Onların büyük, düzene meydan okuyan ve yenilmez aşkları 58 yıl sürdü. Ta ki Dorine amansız bir hastalığa yakalanana kadar. Ve ikili ölümde de ayrılmamayı seçti, ölüme beraber yürüdü. Gorz’un mektubu “Yakında 82 yaşında olacaksın. Boyun altı santim kısaldı, olsa olsa kırk beş kilosun ve hâlâ güzel, çekici, arzu uyandırıcısın. Elli sekiz yıldır birlikte yaşıyoruz ve ben seni her zamankinden çok seviyorum” sözleriyle başlar. 

Diğer Yazıları