İnsanlığın en büyük katliamını yaşıyoruz beyler! Bu bir soykırım değil, özkırım!
Son yerel seçimler öncesiydi. Sandıklara gitmeye iki yahut üç gün vardı.
Akrabamdan Gülen Cemaati’ne mensup biri görüşmek istedi. Cemaat 17/25 Aralık sonrasında AkParti’ye karşı o güne dek reddettiği bütün siyasi oluşumları destekleme kararı almış, hangi il ve ilçede AkParti karşısında hangi parti güçlü görünüyorsa ona oy verilmesi için çabalıyordu. Akrabamın benimle görüşmek istemesi de Ankara’da CHP’ye oy vermemi sağlamak ümidi taşıyordu.
Bir ara heyecana kapıldı akrabam:
“Hocaefendi 25 yıldır bizi hiç yanıltmadı” dedi.
Gülümsedim. Niyesini sonra anlatacağım.
“Ekrem Dumanlı’nın Hocaefendi ile yaptığı, Zaman’da 5 gün yayınlanan mülakatını okudun mu?” diye sordum. Bu sorunun arkasından gelecek olanı kestiremediği için, “tedbir” ile davrandı ve “Hayır okumadım” dedi. Oysa Cemaat’ten olmadığım halde, sırf “sadık bir Nur Talebesi” kanaati ile yıllarca desteklediğim, hakkında yazılar yazdığım, her sözünü kendi nefsime ders kabul edip öyle dinlediğim Hocaefendi’nin;17/25 Aralık sonrasında, özellikle “Mülaane” denilen ve sadece mutahaplarını değil yedi göbek sülalesini de kapsayan bedduası sonrasındaki uzun sessizliğinin ardından ne diyeceğini dört gözle bekliyordum. Olanı biteni anlayabilmek için sürekli çapraz okumalar yapıyor, kim ne diyorsa, kimliğine, kişiliğine, ideolojisine, inancına bakmadan kulak kabartıyordum. Ve hem Cemaat hem AkParti yanlılarınca aynı tavırla “Haksız karşısında susan dilsiz Şeytan’dır” hükmüyle suçlanmama rağmen hüküm vermemeye çalışıyordum. Dolayısıyla 25 yıl Hocaefendi’nin kendilerini yanıltmadığını söyleyen akrabamın, o mülakatı okumaması mümkün değildi.
Üstünde durmayıp devam ettim:
“O mülakatta Hocaefendi, ‘soruşturma dosyalarını örtün mü deseydim, böyle diyerek ahiretimi mi yaksaydım’ diyor. Hani soruşturma yapanların binde birini bile tanımıyordu? Hadi bunu geçelim. TUSKON Genel Sekreteri’nin Hocaefendi ile bir telefon konuşması yayınlandı, inkar da edilmedi. O konuşmada Genel Sekreter, devletin Koç Grubu’na yapacağı mali denetimi haber verdiklerini, bu nedenle Koç’un Türkçe Olimpiyatları’na sponsor olduğunu ve Hocaefendi’ye teşekkür ettiğini anlatıyor; Hocaefendi de ‘maliyeciler gitseler de bir şey bulamayacaklardı, onlar tedbirlerini aldılar’ diyor. Şimdi sana soruyorum; Hocaefendi devletin mali denetimini bir özel şirkete ihbar ettirmek ve sebebi ne olursa olsun bundan maddi çıkar sağlamakla ahiretini yakmış oluyor mu olmuyor mu?”
Akrabam bir an düşündü, tekrar “Ben okumadım o mülakatı” demekle yetindi. Bir süre daha konuştuk ve gitti.
Şimdi geleyim niye gülümsediğime.
Gülümsedim, çünkü; akrabamın “Hocaefendi 25 yıldır bizi hiç yanıltmadı” sözünün gerçek anlamı “Ben 25 yıldır hiç yanılmadım” iddiasından başka bir şey değildi.
İnsan kendisine rehber kabullense de bir başkasının yanıldığını görür, kalben kabul eder ama zihnen kabullenemeyeceği şey, kendisinin yıllarca bir yanılgıyla yaşadığı gerçeğidir.
Rehberine atfettiği Yanılmazlık Sanrısı, kendisinin yanılmayacağına olan inancından kaynaklanır çünkü.
Çünkü kişi; ölüm anında bile yalnız değilken, tek başına dımdızlak kaldığı Karar Anı’nda, geçmişini belgeleyip, geleceğini belirleyecek olan iradesini ortaya koyarken, omuzlarına yüklenecek sorumluluktan kaçar, böylece kendisini kurtaracağını düşünerek, Said Nursi’nin tabiriyle “aklını başkasının cebine koyup” karar ve iradesini kendinden başka bir makam, merci ve mevkiye bağlarsa; o makam, merci ve mevkinin yanılmaz olduğu inancına bel bağlamak zorunda kalır.
Gülen’in herkesi şok eden, “acuze imanı” tabir edilen inanca sahip ablama “Biz onu Allah Dostu diye seviyorduk, bir Allah Dostu nasıl böyle beddua eder” dedirterek gözyaşları döktüren lanet okumasının hemen ardından, twitterdan bana bir DM (Özel Mesaj) gelmişti. Mesajı gönderen kişiyi twitterdan tanımış, bir yahut iki defa aynı ortamda bulunmuştum. Kalbi, fikri, siyasi aidiyetini bilmiyordum, merak da etmemiştim. DM’de mealen şöyle diyordu:
“Abiler söyledi; Hocaefendi Peygamber Efendimizle görüşmüş, Peygamberimiz çok yumuşak davrandığı, sert konuşmadığı için Hocaefendi’ye kızmış, o yüzden mülaane yapmış!”
Mesaja cevap vermedim. Ne desem boş olacaktı çünkü.
Sonraki günlerde tweetlerin ikiye katlanmasından tut, şu an hapiste olan STV yöneticisi Hidayet Karaca’nın “Peygamberi rüyasında göremeyenler bizi kıskanıyor” tweetine kadar sayısız Peygamberli rüya bahisleri dolanıp durdu. Bu bahislerin tek ortak noktası “Hocaefendi’nin yanılmayacağı” inanışı idi. Hatta biri “Peygamberler zelleye düşebilir ama Hocaefendi her Perşembe Peygamberimiz ile görüştüğü için hataya düşmesi imkansız” diyecek kadar işi ileri götürmüştü. Said Nursi “Rüya ile amel edilmez” diyor ama rehberlerine dair yanılmazlık sanrısı içinde olanlar adeta rüya dışında bir şeyle amel etmiyorlardı. O yüzden Fethullah Gülen’in 4. Fasıldan Fasıla kitabında Rüya Hakikati başlığı altında sarfettiği şu sözlerin gerçek hayatta ve ortaya çıkartılan son belgelerde neye tekabül ettiği hiç sorgulanmıyordu:
“Bazı kimseler, daha sonra kazanacakları bir başarıyı, çok öncesinden rüyalarında görebilmekte ve gireceği imtihan sorularını bütün ayrıntılarıyla müşahede edebilmektedirler.”
Olan biten, ortaya çıkan yahut çıkartılan bütün olay ve olgulara rağmen sorgulamanın yani düşünmenin devreye girmemesinin, sadakat ile, iman ile, adanmışlık ile alakası olamaz.
Belki kalp kabul eder ama akıl (daha doğru ifadeyle zihin) kabul etmez. Çünkü kalp hakikatle; zihin ise görüntülerle, yansımalarla, hayallerle meşguldür ve zihnin duvarlarındaki görüntüler, yansımalar, hayaller kişinin kendi ürettikleridir. Yansıma kendinden kendinedir ve aklı durdurup kalbi susturan yüksek çözünülürlüklü, yüksek volümlü görüntülerde kişi, Elazığlı Gakkoşların “Sen sağa pişir, sen sağa ye” dediği gibi, kendisi çalıp kendisi oynar.
Sadakat, bağlılık, adanmışlık, iman kisvesi altında kişinin kutsadığı, kendi egosundan başka bir varlık değildir.
De ki, nerden biliyorsun Amedbaba?
Kendimden biliyorum. Yanılmaz zannettiğim bütün kişiliklere dair yanılmalarımın, kendime dair yanılmazlık sanrısından başka bir şey olmadığını gördüm de biliyorum.
Bir kişiye yahut bir kesime değil, herkese ve her kesime bulaşan, giderek kronikleşen bir hastalık bu.
Dini inanç derecesine yükseltilen bütün siyasi ideolojilerin; siyasi ideoloji derekesine düşürülen bütün dini inançların kin ve kan doğuran çarpıtılışlarının temelinde egoya tapınmaktan başka bir etken olmadığını düşünüyorum.
Bugün “Hocaefendi” diyerek Gülen’i, “Reis” diyerek Edoğan’ı kutsayan ve bu kutsayışta sınır, had, edeb, adab, ölçü, tartı, mizan ve mikyal gözetmeyen her kim ise, emin olsun rehber ve lider eşkali altında kutsadıkları kendi nefislerinden, benlerinden, egolarından başkası değildir.
Bugün AkParti ve Erdoğan’a sadakatten bahsedenlerin, söze “Hocaefendi’ye Resullullah demiş ki...” diye başlayan cemaat mensuplarıyla dalga geçerken; yarın kıyamda, rükuda, secdede ve duada boy boy fotoğraflarını yaydıkları Erdoğan’a “Hazret-i Nebi eliyle giydirilen halifelik hil’ati” rüyaları yaymaya başlamalarından endişeliyim.
Kişi nefret ettiğine benzemeye mahkumdur zira!
Evet, onların yanılmaz, yanlış yapmaz kabul ettikleri ne Fethullah Gülen’dir, ne Haydar Baş’tır, ne Adnan Oktar’dır; ne Tayyip Erdoğan’dır, ne Ahmet Davutoğlu’dur, ne Devlet Bahçeli’dir, ne Kemal Kılıçtaroğlu’dur, ne Selahattin Demirtaş, ne Abdullah Öcalan, ne Cemil Bayık’tır.
Tarih bin defa yanlışı gözlerinin önüne koysa da bir defa olsun görmezler; zihin duvarlarına ego projeksiyonundan yansıyan kendi görüntüleri gözlerine perdedir çünkü.
“Hayır, asla, onlar yanılmadılar, yanılmazdırlar!” demeyi sürdürürler.
Oysa kendi egolarıdır yanılmaz olan ve o yüzden can yakmayı, kin gütmeyi, hakareti, tahkiri, tahfifi tercih ederek; eleştiriye, hoşgörüye, müsamahaya, saygıya, sevgiye, meveddet ve muhabbete tahammül göstermezler.
Seviyoruz dediklerini öldürenlerdir onlar…
Ve insanlığın en büyük katliamı budur.
Soykırım değil, özkırımdır zira!