İsmail Kılıçarslan milli hastalığımızı yazdı!
Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, "milli hastalığımız" olarak nitelediği "Bir şey olmaz"ı köşesine taşıdı. "“Bir şey olmaz” dediğimiz hemen her meselede bir şey olur." diyor Kılıçarslan "Bir şey olduğunun" örneklerini sıralamadan önce. Balerinden düşen çocuğu, Aidsliyim diyen hayat kadınına "Bir şey olmaz" diyen erkekleri hatırlatıyor. Son kertede Aladağ'da 11 çocuğun öldüğü yangına ve "Bir şey olmaz" dediği için faciaya davetiye çıkaran sorumluların serbest olduğuna dikkat çekiyor...
İşte İsmail Kılıçarslan'ın "Bir şey olur" başlıklı yazısı...
BİR ŞEY OLUR!
Yazık ki “bir şey olmaz” kalıbı memlekette en çok duyduğumuz kalıptır. “Bir şey olmaz” dediğimiz hemen her meselede bir şey olur.
Mesela kısa süre önce Tekirdağ’da “balerin” isimli oyuncaktan düşerek hayatını kaybeden yavrumuzu getirin aklınıza. Bu oyuncağı yapan işletme bir noktada “bir şey olmaz” dememiş midir sizce? Bu oyuncağı lunaparka yerleştiren ve bakımlarını düzenli olarak yaptırmayan lunapark sahibi “bir şey olmaz” dememiş midir sizce?
Hatırlar mısınız bilmem? Seneler önce Uğur Dündar, yol kenarına bir oyuncu yerleştirmiş ve fuhuş pazarlığı yaptırtmıştı ona. Kızcağız, fuhuş karşılığı alacağı parayı söylerken aynı zamanda AIDS hastası olduğunu da ifade ediyordu. Araçların içindeki erkeklerin en çok kurduğu cümle ise, tahmin ettiğiniz gibi, “bir şey olmaz” cümlesiydi.
Hayatımızın belli noktalarında “bir şey olmaz” diyerek kapatıverdiğimiz meseleleri şöyle bir getiriverin aklınıza. Mesela ben 18 yaşındayken bir stadyumun inşaatında çalışmıştım ve bilmem kaç santim kalınlıkta olması gereken istinat duvarını o kalınlıktan çok daha ince şekilde yapmıştık. Müteahhitten duvar ustalarına, amelelerden yapı denetçisine kadar herkes “bir şey olmaz” demişti.
Adeta milli hastalığımız gibidir “bir şey olmaz” kalıbı. Hemen her durumda imdada yetişir. Hemen her durumda biraz daha emek versek, biraz daha özensek, kurala uymak için biraz daha gayret etsek “kusursuz” olacak pek çok şey “bir şey olmaz”a kurban gider.
Ve malumunuzdur ki “bir şey olmaz” denilen meselelerin çoğunda gerçekten bir şey olmaz ülkemizde.
Bir yangınla devam edelim derdimizi anlatmaya. Hatırlayacaksınız, Aladağ’da çıkan bir yurt yangınında 11 çiçeğimiz feci şekilde can vermişti. Türkiye, tam da olması gerektiği gibi ayaklanmış, bu meselede ihmali olan herkesin hak ettiği cezaları alması yönünde bir duyarlılık geliştirilmişti. Ne ki yine bir başka milli hastalığımız devreye girdi ve Aladağ yangınını da unutuverdik pek çok diğer şey gibi.
Hadi şunu açık yüreklilikle konuşalım. Aladağ’daki yangın tipik bir “bir şey olmaz” silsilesinin sonucu idi. Yurtta yanmaz malzeme kullanılması gereken bütün satıhlar yanabilir malzeme ile döşenmişti. Yangın merdiveninin kapıları açılamamıştı. Üstelik TEDAŞ’ın trafosunda da yangına sebebiyet verebilecek bir teknik hata olduğu iddia edilmişti. Hadi biraz daha geriye gidelim. Bu yurdu “uygunluk” bakımından denetleyen mühendisler mevcuttu elbet. Ve “bir şey olmaz” diyerek uygunluk raporu vermişlerdi belli ki.
Baştan sona bir “bir şey olmaz” hikâyesiydi Aladağ’daki yurt yangını.
İşin acı yanını da söyleyelim. Yurt müdürü Cumali Genç’in kızı da bu yangında hayatını kaybeden çocuklarımızdan biriydi. Belli ki Genç de “bir şey olmaz” korosunun bir üyesiydi.
Gelelim meselenin ek yerine. Aladağ’daki yangının devam eden davasında “tutuklu sanık” kalmadı. Mahkeme, cari hukukun bilmem hangi maddelerine dayanarak bu yangında kusuru bulunma ihtimali olan herkesi bıraktı an itibariyle.
Bir tek adalet duygumuz kaldı içeride anlayacağınız. 11 çocuğumuzun, 11 çiçeğimizin duman soluyarak, açılmayan yangın merdiveninin önünde can vermesi hadisesinden geriye son derece yaralanmış adalet duygumuz kaldı.
Oysa insan, bu konuda hukuk ne derse desin, şunu bekliyor ve istiyor. O binaya “yurt olur” raporu veren denetçi, o binayı öylece yapan müteahhit, o binaya o trafoyu yerleştiren teknisyen ve amiri, o binayı yaptıran derneğin yetkilileri… Velhasıl kimin o yangında en küçük kusuru varsa bir tek kişi dışarıda kalmaksızın hak ettikleri cezayı bulsunlar ve mesela bir daha gün yüzü göremesinler.
Niçin istiyor bunu insan? Çünkü “bir şey olmaz” diyerek yapılan hatalar kimsenin yanına kalmasın ki adalet tecelli etsin istiyor. Çünkü “bir şey olmaz” demenin bedelini “bir şey olur” diyerek ödetmezsek “adalet üzere yaşayacağımız” bir ülkemiz kalmayacak elimizde, ondan korkuyor.
İsmet Özel’in “nöbette uyuyan askerin kurşuna dizildiği bir ülkede yaşamak istiyorum” cümlesini tam buradan düşünmek lazım gelir.
Ne denmiştir: Bir yerde adalet yoksa orada herhangi bir şeyden söz etmeye lüzum yoktur, çünkü orada hiçbir şey yoktur.