İstanbul’da olmak ne güzel…
İçimde bir şarkı çalıyor bugün...
İç sesinin müziğiyle uyanmak ne güzel…
Gökyüzü masmavi, bulutsuz, ışıl ışıl. İstanbul’da göğe bakmak ne güzel…
Şimdi boş versem bugün işi gücü. Kafana estiğinde işi kırabilmek ne güzel…
Sultanahmet’e gitsem önce. Ayasofya’nın büyülü koridorlarında serinlemek ne güzel…
Adalar’a kırsam rotayı kafama esince gece. Heybeli’de mehtaba çıkmak ne güzel…
Üsküdar’dan bir sandalla Kızkulesi’ne geçsem. Sarayburnu’nu karşı kıyıdan seyretmek ne güzel…
Kuzguncuk’ta Can Baba’nın kahvesinde otursam. Boğaz’da hercai avarelik yapmak ne güzel…
Mısırçarşısı’na gidip o bilindik kahveciden kahve alsam 250 gram. Fincanda çıkan o kalp ne güzel…
Gülhane Parkı’nda bir ceviz ağacının gölgeliğinde soluklansam. Mis gibi havada Nazım’dan şiirler okumak ne güzel…
Emirgan’da denizden gelen iyot kokusuna karşı demli bir çay içsem. Asaf’ın, Sait Faik’in ayak izlerini takip etmek ne güzel…
Topkapı Sarayı’nın Revan Köşkü’nde bir mola versem. Aşka revan gönlümün koruyla yanan sigaramdan derin bir duman çekmek ne güzel…
Bütün sokak satıcılarının gölünü alsam tek tek. Kağıt helva, macun şekeri, beyaz tavşanın çektiği niyeti, o ihtiyar bilge niyetçiye yorumlatmak ne güzel…
Kanlıca, Hisar, Kuruçeşme, Kandilli, Beykoz vursam yollara. Kendini bin yıldır bildiğin sokaklarda kaybetmek, sonra tanıdık bir meydana çıkınca yolun çocuklar gibi sevinmek ne güzel…
Bir şekilde ayaklarım beni Galata Mevlevihanesi’ne götürse yine. Semazenlerin semasındaki o muhteşem devranda akıp gitmek ne güzel…
Çıkarken hamuşanlara bir Fatiha okuyup sükuta saygıyla. Kendinin de bir gün hamuşan olarak yaşadığını bilmek ne güzel…