İstanbul’u anlamak…
Seçim bitti, tüm liderler gayet güzel ve sağduyulu mesajlar veriyor. Demokrasi vurgusu yapıyor ve halkın tercihine saygısını, kabulünü bildiriyor.
Keşke 31 Mart günü ortaya çıkan sonuçla birlikte bu noktaya ulaşılmış olsa ve ülke iki ay daha yüksek gerilim altında tutulmasa idi…
Artık olan oldu. Millet kararını verdi. Önümüze bakmanın zamanı.
Binali Yıldırım bu ülkenin bir değeridir. İstanbul’a muazzam hizmetleri dokunmuş bir insandır. Seçim, bilgi, birikim, donanım, ufuk üzerinden değil farklı değerlendirme ve hesaplar üzerinden neticelendirilmiştir. Bu bakımdan seçimin kaybedeni olarak Binali Yıldırım’ı görmek yanlış olur.
31 Mart’ın analizleri doğru yapılmadığı ve yanlış yöntemler uygulandığı için seçimdeki fark aşırı büyümüştür.
Seçimin tekrarının neticeyi değiştirmeyeceğine dair hemen herkesin bir kanaat birliği vardı. Bunu da insanlar usulü dairesinde dile getiriyorlardı…
Ancak kimsenin kimseyi dinlemediği, kimsenin sözünü açıklıkla söyleyemediği, dinletemediği bir iklim içinde bir seçim yenilenmesi sürecine girildi…
Kuşkusuz ki, hayır olandadır.
Ama seçimin kaderini belirleyenin “Kürt oyları” olmadığı ortaya çıktı.
Ne diyorlardı, Kürtler beka söylemi nedeniyle AK Parti’ye yüz çevirdi.
Ne oldu?
Beka söylemine hiç başvurulmadı, “Kürt seçmenin” gönlünü almak için onca çaba harcandı, teröristbaşı Apo’nun mektubu servis edildi, Demirtaş’ın tweeti büyütüldü, Osman Öcalan denen eli kanlı katil ile TRT ekranından röportaj yayınlandı, sonuç ortada…
Bankacılıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan isimler banka yönetimlerine taşındı. Kiminin amacı “Kürt oyları”na hakimiyet, kiminin amacı parti içinde muhalefetin önlenebilmesi idi… Nemalandırılan isimlerin sadakati temin edilecekti. Nema ve mama ile doymayan bir canavar yaratıldığının da farkına varılmadı…
13 bin fark oldu 806 bin…
Parti teşkilatlarında irtibatsızlık olduğu söyleniyordu, irtibat kuruldu, hem AK parti hem de MHP’nin tüm yetkilileri, yöneticileri günler geceler boyu seçim faaliyeti gerçekleştirdi. Gidilmedik ev bırakılmadı, görüşülmedik seçmen kalmadı…
Saadet Partisi’nin seçimleri kaybettiren unsur olduğu söyleniyordu, Saadet’ten özür de dilendi, ayaklarına da gidildi, onların oyları yarıya düştü, ama 806 bin fark tüm Saadet oyları Binali Bey’e gelse yine kapanmayacak bir sayıdır…
Cemaatler, tarikatlar, vakıflar, dernekler üzerinden bir kampanya götürülmek istendi, bunların büyüklükleri ne yazık ki abartıldı, pek çoğunun iktidar imkânları için kurulan, iktidar imkânları ile büyüyen ama toplumda bir karşılığı olmayan, dar bir çevreye makam, mevki ve servet devşirmek için oluşturulmuş yapılar olduğu görmezden gelindi…
İletişim stratejisi hiç iyi değildi… Herkesin her şeyi bildiği, bilenlerin bir köşeye itildiği bir kampanya sürecinin neticesi elbette bundan daha farklı düşünülemezdi.
Medyaya çöreklenen trollerin yazdıklarının kimseyi etkilemediği, tam tersine artık AK Parti için yük haline geldiği yine görülmedi…
Açılan yüzlerce TV kanalında ekranda boy veren kerameti kendinden menkul sözüm ona kanaat önderlerinin kullandıkları her cümlenin AK Parti ve Cumhur ittifakı için eksi yazdığını yine görmek isteyen kimse olmadı…
Sanıldı ki, damardan girilerek söylenen her sözün vatandaşta bir karşılığı var, bunlar söyleyince de kamuoyu o şekilde oluşuyor…
Burnu büyük, kibirli, toplumdan uzak isimlerle yol yürünmüyor…
Söylediklerine kendileri bile inanmayan insanların söyledikleri ile siyaset ürettiklerini düşünenlerin, en fazla bağıranı en fazla kendinden görenlerin vahim hatalarıdır ki 13 binlik farkı 806 bine çıkarmıştır…
Türkiye’nin huzura, güvene ve istikrara ihtiyacı var. Önümüzdeki seçimsiz dönemin artık fırsat olarak değerlendirilmesi ve seçmenin gönlünün yeniden kazanılması için çalışılması lazım.
Mesele ekonomide düğümleniyor, ekonomi iyi demekle iyi olunmuyor, Anadolu aylardır sıkıntısını dile getiriyor, kimseye sesini ulaştıramıyor, AK Parti’nin kalelerindeki küçük, orta ve büyük işadamları sıkıntıda, bankalar da artık dertlerine çare olmuyor, hepsi birer ikişer kepenk indiriyor; dar ekipçilik artık Türkiye’yi taşımıyor…
Dost acı söyler, biz yerimizdeyiz, kendimize başka da bir mecra aramıyoruz. Türkiye için AK Parti dışında bir alternatif görmüyoruz.
AK Parti’nin başarılı olması lazım.
Cumhur ittifakının devam etmesi şart.
Buna inanıyor ve bunu tekrarlıyoruz.
82 milyonluk bir ülkede insan kaynaklarının belli mecralardan temini yolsuzluk ve yozlaşmayı getiriyor. İnsanları yoruyor, usandırıyor. Bunun da görülmesi esastır.
Genç işsizliği yüksek orandadır. Beyin göçü ile mücadele etmek istiyoruz ama gençlerimizin büyük bir çoğunluğu bu ülkede gelecek aramıyor, bir yolunu bulup yurt dışına gitmek istiyor. Çünkü ülkesinde kendisi için bir gelecek de, fırsat da görmüyor…
Eleştiriler önemlidir, eleştirilere kulak verilmelidir. Her eleştiren muhalif değildir. Her eleştiren karşıda durmamaktadır.
Yanınızda kaya gibi duran, yanlışlarınızda bile sizinle aynı kadere ortak olmaya razı olanların eleştirisi ise çok daha kıymetlidir.
İmkânları, makamları, mevkileri dağıttıklarınızı size kayıtsız şartsız oy verenler, gecesini gündüzüne katıp, kendi imkânlarını devreye sokup başarılı olmanız için çalışanlar kadar sorumlu olmaya ikna edemez iseniz işiniz zordur…
Artık AK Parti’nin bunu fark etmesi lazımdır…