İşte Kobani ve 6-7 ekim gerçeği...
Gazeteci İdris Kardaş Sabah Gazetesi'ndeki köşesinde 53 vatandaşın hayatını kaybetmesine neden olan 6-7 ekim olaylarını ele aldı.
HDP kanadının Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı suçlayıcı açıklamalarını da değerlendiren Kardaş, saat, saat yaşanan gerçekleri gözler önüne serdi.
İşte İdris Kardaş'ın o yazısı...
Kobani Yalancısı Yerli Goebbels
Hitler'in Propaganda Bakanı Goebbels'in ünlü sözüdür, "Yalan ne kadar büyükse, inananı o kadar çok olur." Bu sözün hakkını HDP'liler Kobani sırasında verdiler. Goebbels yaşasaydı herhalde PKK'lılara hayranlığını ifade ederdi. Daha önce de bir yazımda bahsetmiştim. Washington'da Afrikalı bir taksiciyle sohbetimizde Türkiye'den geldiğimi söyleyince hemen Kobani diye cevap vermişti o günlerde. Propaganda makinası öyle bir çalışmıştı ki dünyanın diğer ucundaki bir insan bile bundan nasibini almıştı. Dolayısıyla Kobani yalanları sadece içeride 53 insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanmadı, aynı zamanda PKK/YPG'ye dünya nezdinde bir şöhret ve meşruiyet zemini kazandırdı. Barbarlara karşı savaşan özgürlük savaşçıları yani YPG ve buna karşın barbarları destekleyen Türkiye imajını milyonlarca insanın ölümünden sorumlu olan Goebbels yaşasaydı bile başaramazdı. Dolayısıyla Kobani ile ilgili yalanın ne kadar kullanışlı olduğunu buradan da görebiliriz. Böylesine bir meşruiyet zemini için PKK bin adamını feda eder.
Biz gelelim meselenin iç boyutuna. Zira o günden bu yana hatta dün bir HDP mitinginde bile "Kobani düştü düşüyor, diyenlere karşı mücadele ediyoruz" gibisinden laflar edildi ve ediliyor.
Kobani'de büyük bir kıyım yaşanıyor ve Türkiye buna ortak oluyor, destek veriyor yalanını yayarak binlerce insanın öfkeyle sokaklara çıkmasını sağlayan PKK medyası ve HDP'liler şimdi bu konuda bizim dahlimiz yok, Erdoğan'ın "Kobani düştü düşüyor" sözüne karşı bu şiddet eylemleri oldu tezini ileri sürüyorlar. Onlara göre kendileri İsveç yada Norveç'te faaliyet gösteren barışçıl bir sivil toplum hareketi oldukları ve PKK gibi bir örgütle ilişikleri olmadığı için insanları büyük panikle ve acil olarak sokağa çağırdıklarında şiddet hadiseleri olması imkansızmış gibi davranıyorlar. HDP çağrısı sonrasında halkın arasındaki aktif teröristlerle de iç çatışmayı büyüten ve sonuçta 53 insanın hayatını kaybetmesine yol açan hadise için Demirtaş'ın açıklamalarına birlikte bakalım.
Öncelikle Demirtaş'ın ve diğerlerinin başta yok dediği, sonra mahkemede kabul ettiği HDP'nin çağrısını burada not edelim. Nasıl bir panik, heyecan ve travma içeren bir çağrı olduğunu birlikte görelim. Ayrıca bir zaman ve mekan sınırlaması olmayarak topyekun bir "direniş" çağrısı olduğunu da hatırlatalım.
"Şu anda toplantı halinde olan HDP MYK'dan halklarımıza acil çağrı" Kobane'de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobane'ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz"
Demirtaş sosyal medyadan yaptığı açıklamada şu konuyu öne çıkarıyor. Kendi çağrılarının 6 Ekim'de olduğunu ve Yasin Börü ve diğer 53 kişinin katledilmesinin ise 7 Ekim'de gerçekleştiğini söylüyor. Bunu da 7 Ekim günü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, konuşmasında "Kobani düştü düşüyor" sözüne karşı halkın tepkisine bağlıyor.
Sırayla gidelim.
Öncelikle 6 Ekim ile 7 Ekim arasında günler, haftalar yok. Çağrı 6 Ekim'de gelmiş. Acilen ve büyük panik havası verilerek yapılmış bu topyekun sokağa davetin başlangıç-parlama ve sonuç evreleri olabileceğini en iyi HDP'liler bilir. Gezi'de yaşanan olaylar örnek olabilir bu konuda. Şiddet olaylarının zirveye taşınması birkaç günü almıştı.
Ayrıca çağrı metninde şu gün şu saatte şu noktada eylem yapılacak denilmemiş. Dolayısıyla günü, saati belli olmayan ve büyük bir öfkeyle kaleme alınmış "sokağa çıkın" çağrısının sonuçlarının müessibi sonuna kadar Demirtaş ve HDP'dir. Sınırlı bir zaman yada mekan yok çağrılarında.
İkinci konu da şu. Halk 7 Ekim'den önce de büyük öfkeyle sokaklardaydı ve şiddet potansiyelini HDP ve Demirtaş biliyordu. Bu noktayı Haziran 2015'te DHA muhabiri Ferit Aslan'a kendisi anlatmış.
Demirtaş, 6 Ekim'de Başbakan Davutoğlu ile olan telefon görüşmesini aktarıyor; "Şu anda insanlar sokağa çıktı' dedim, her tarafta sokağa çıkıyor insanlar, durum çok kritik…insanlar çok öfkeli ve şu anda sokaktalar haberiniz var mı dedim."
Henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kobani düştü düşüyor sözü ortalarda yok. Demirtaş, PKK ve HDP medyasının günlerce yaptığı kışkırtıcı yayınların, insanlar üzerindeki etkisini ve öfkelerini Başbakan Davutoğlu'na anlatmış zaten. Böylelikle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki sokağa döktükleri insanların öfkesi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın o sözüne değil. Hatta aynı röportajda Demirtaş; "Ok yaydan çıkmıştı, Başbakan'a bunu anlatıyorduk" diyerek de şiddet olayları konusunda Başbakan'ı uyardığını söylemiş. Aslında daha doğru bir ifadeyle şiddet eylemlerini organize edenler PKK'lı oldukları ve Demirtaş'ların kontrolünde oldukları için sokaklar karışacak diye tehdit etmiş.
Gelelim bir diğer noktaya.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Gaziantep'te yaptığı o ünlü konuşmasında gerçekten de sevinçli ve destekleyici bir şekilde mi "Kobani düştü düşüyor" mu demiş yada IŞİD'i mi desteklemiş, ona bakalım.
Konuşma aynen şöyle.
"Şimdi Batı'ya sesleniyorum. Havadan bombalamak suretiyle bu sorunlar çözülmez. İşte bir IŞİD terör örgütü çıktı. Bu Suriye'de güç buldu. Bunlar İslam adına Allahu ekber diyerek, Allahu ekber diyenleri öldürüyorlar. Müslüman Müslümanı bu şekilde öldürebilir mi?
Müslümanın Müslüman'a canı, malı, kanı, ırzı haramdır. Kardeşlerim, şunu çok iyi bilmemiz lazım. Cardiff'te de bunu batılı devlet başkanlarına söyledim. Sadece havadan bombalamak suretiyle bu terörü sona erdiremezsiniz. Kara harekatında bu görevi ifa edenlerle iş birliği kurulmadıkça hava saldırıyla bu iş çözülmez. İşte aylar geçti herhangi bir netice yok.
Şu anda Kobani'de düştü, düşüyor. Üç şey istedik. Bir, uçuşa yasak bölge ilan edilmesi lazım. İki, o bölgeye paralel güvenli bölge ilan edilmesi lazım. Ve eğit donat anlayışıyla Suriye'de ve Irak'ta orada ılımlı muhalif kesimin hem eğitilmesi hem donatılması lazım."
Konuşmanın içeriğine bakıldığında bırakın Kobani'nin düşmesine sevinmek yada desteklemek, bu konuda yapılması gerekenleri sıralıyor Cumhurbaşkanı Erdoğan. IŞİD'i lanetliyor ve Kobani için sadece hava saldırılarının yetersiz olacağını söyleyerek, uçuşa yasak bölge tesis edilip kara harekatının olması gerektiğini söylüyor.
Bu konuşma yapılmadan önce de HDP'nin çağrısıyla sokaklara çıkanlar zaten şiddet eylemlerine de başlamışlardı. Sosyal medyada sıradan insanların Erdoğan'ın konuşmasından önceki sürece ait 6 ve 7 Ekim günü paylaşımlarına bakarsanız bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Zira Türkiye'nin her yerinde irili ufaklı şiddet eylemleri başlamıştı çoktan.
Erdoğan'ın konuşması hemen PKK medyasında ve onlara yancılık yapan Türk medyasında hızlıca manipüle edildi. Goebbels'i mezarında şaha kaldıran bir hareketle konu Kürtlerin IŞİD tarafından ölümüne sevinen bir siyasetçi zeminine çekildi ve hem Demirtaş hem de Pervin Buldan o konuşmadan hemen sonra farklı açıklamalar yaptılar. Buldan, "Kobani düşerse Türkiye düşer" gibi tehditlerle halkı kışkırtadursun devreye elbette sokaktaki teröristler girdi. Yasin Börü ve arkadaşları da o gece katledildiler zaten.
Türkiye, Kobani'den gelen 200 bin mülteci saatler içerisinde kamplara yerleştirildi ve sonrasında malumunuz koridorlar açılarak ve büyük riskler alınarak Kobani'nin IŞİD'den temizlenmesi sağlandı. Bu büyük hamle bugün Kürtlerin oylarına talip olan CHP ve diğerlerinin o günkü konuşmalarında nefretle eleştirilmişti.
Demirtaş'ın suçu ısrarla "Erdoğan'ın Kobani düştü düşüyor" söylemine yüklemesi bilinçli bir strateji elbette. İlk günden bu yana bunu sürdürüyorlar. Gerçekleri kendileri de biliyorlar. Ellerinde kan olanların gerçekle ilişki kurmalarını beklemek, yalan söylememelerini beklemek naiflik ötesi bir durum olur.