İttihatçılar Sultan II. Abdülhamid’i İzmir’e götürdü mü?
Prof. Dr. Metin Hülagü: Sultan Abdülhamid sahip oluğu 6.000.000 altını “İkinci ve Üçüncü Ordunun İhtiyaçlarının Karşılanması” için devlete bağışlamak zorunda kalmıştı…
Sultan II. Abdülhamid’in 1909’da tahttan indirilmesinden 1918 yılında vefat etmesine kadar geçen süre üzerinde durulmaya değer mahiyettedir.
Onun hayatının son demlerindeki bu dokuz yıllık zaman dilimi kahırları ve bugüne kadar bilmediğimiz sırları yanında, kendi adına hayati, İttihatçılar adına ise siyasi endişelerden kaynaklanan korkuları da içermektedir.
Bugüne kadar üzerinde durulmayan bir habere işaret etmek ve Sultan Abdülhamid’in Birinci Dünya Savaşı günlerinde İzmir-Manisa’ya götürülüp götürülmediğini ele almak istiyorum.
Bu vesileyle de konu ile alakalı hem bilgi vermek hem de daha fazlasını ve doğrusunu bilenlerden konuyu öğrenmeyi umuyorum.
Bilindiği gibi Sultan Abdülhamid 31 Mart hadisesi sonrası tahttan indirildikten sonra sürgüne gönderilmişti.
Sürgün mahallinin neresi olması gerektiği sorusu hemen bir çırpıda cevaplandırılabilen bir soru olmamıştı.
Sultan Abdülhamid kendi tercihi olarak doğduğu yerde ölmek ve dolayısıyla Çırağan Sarayı’nda ikamet etmek etmişse de onun bu yöndeki isteği, İstanbul’da bulunmasını kendi iktidarları açısından tehlikeli gören İttihatçılarca uygun görülmemişti. Onu önce Bursa’ya göndermek istemişler ve hatta bunun için bir ön inceleme dahi yaptırmışlardı. Fakat gerek Bursa’daki eski sarayın yetersizliği ve bakıma ihtiyaç duyar halde olması gerekse Bursa’nın coğrafi olarak İstanbul’a yakınlığı ve şehir halkının Abdülhamid’e olan sempatisi ve sair nedenlerden ötürü sürgün için Selanik’e karar verilmişti.
Ve nihayet Abdülhamid, İstanbul’da halkın haber alması halinde tepki göstermesinden endişe edildiği için, bir gece yarısı sessiz ve ıssız bir ortamda apar topar Selanik’e sürgün edilmişti.
Sürgün yeri olarak Selanik şehri özellikle seçilmişti. Selanik 1909 ihtilalini gerçekleştiren ikinci ve Üçüncü Ordu’nun hakimiyet alanı içerisindeydi. İttihatçıların merkezi bu şehirdeydi.
Özellikle Yahudiler olmak üzere şehir gayrimüslim nüfusun hakimiyetindeydi. Halk Abdülhamid’e hiçbir sempati duymamakta ve hatta onun Selanik’e getirilmesini ve orada tutulmasını bile makul bulmamaktaydı.
Sürgün günü istasyona varıldığında halkın tepki gösterip zarar vermesinden korkulduğu için Selanik Tren İstasyonu’na bir miktar askeri kuvvet gönderilmişti… ve nihayet Abdülhamid o tarihlerde, şehrin gerçekten gözlerden ırak bir noktasında bulunan, Alatini Köşkü’ne kazasız belasız götürülüp yerleştirilmişti.
Fakat Selanik halkının memnuniyetsizliği ve Abdülhamid’i istemezük tarzındaki ısrarlı homurdanışları beyan ve bahane edilerek bir ara Abdülhamid’in Rodos adasına sevki gündeme gelmişti.
Yazılıp çizilenlere bakılacak olursa Mahmut Şevket Paşa bu işle bizzat ilgilenmek üzere o günlerde Selanik’e gitmeyi bile planlamıştı.
Rodos’un yeni sürgün yeri olarak tercih edilmesinin nedeni ise her şeyden önce bir ada olması ve halkının ise tam bir İttihatçı akideye sahip bulunması şeklinde izah edilmekteydi.
Sultan Abdülhamid’in yeni sürgün yeri olarak Rodos’a aktarılmasının yukarıda açıklanan gerekçesi tabii ki pek de doğru değildir ve kanaatimce ileri sürülen neden asıl niyetin tam anlamı ile kamufle edilmesine yöneliktir. Asıl maksat Sultan Abdülhamid’in, sürgünde bulunduğu Elbe adasından taraftarları yardımıyla kaçan, Napolyon misali yeniden tahta geçme ihtimalini bertaraf etmeye matuftu. İttihatçıların bu noktada ciddi endişeleri ve hatta derin korkuları vardı ve bu korku, hiç mübalağasız, Abdülhamid’in vefatına kadar devam etti.
Özellikle Abdülhamid’e karşı samimi bir muhabbet duyan Arnavut coğrafyasının Selanik’e yakın bir noktada bulunması İttihatçıları Sultan Abdülhamid’i daha güvenli bir noktada tutma gereğini kaçınılmaz kılmaktaydı. 1911’deki Arnavut isyanı bu anlamda İttihatçıların, tabir caiz ise, yüreklerini ağızlarına getirmişti…
Rodos macerası netice itibariyle gerçekleştirilemedi… Bunun bilebildiğimiz kadarıyla nedenlerinden birisi Sultan Abdülhamid’in, hayatından hiçbir şekilde emin olmayacağı ve müstakbel günlerin kendisine neler sunacağını bilememesi ve dolayısıyla teklifi hiç de iç açıcı bulmaması ve böyle bir karara şiddetle karşı çıkmasıdır… Bir diğer neden ise onun henüz bir ay kadardır bulunduğu Selanik’ten başka bir yere, Rodos’a gönderilmesinin Abdülhamid’in bankalardaki parasını elinden alma çabasını sekteye uğratacağı gerçeğidir… Hakikaten sonraki günlerde Abdülhamid, Talat Paşa'nın ikan edemediği odaya bir iki adamının girmesi ve kapalı kapılar ardında çok kısa süren özel bir görüşmenin ardından! Sultan Abdülhamid sahip oluğu 6.000.000 altını “İkinci ve Üçüncü Ordunun İhtiyaçlarının Karşılanması” için devlete bağışlamak zorunda kalmıştı…
Sultan Abdülhamid Selanik’te Alatini köşkünde kalacaktır… Ancak o, İslam Halifesi ve Osmanlı Padişahı sıfatlarını taşımış biri olarak bir gayrimüslimin (Yahudi) hanesinde oturmayı doğru bulmayacaktır. Köşkü, biraz pahalı da olsa, kendi parası ile satın aldıracaktır… Köşk alınmış, Abdülhamid’in öz malı olmuş ve adı da Ordu Köşkü olarak değiştirilmişti.
Hemen belirtelim ki, bugün Selanik’te hala ayakta olan Ordu Köşkü, Yunanistan tarafından gasp edilmiş durumdadır. Ancak mülkiyeti itibarıyla hala Sultan Abdülhamid’e aittir…
…..
İttihatçıların izlemiş oldukları politika neticesi zaten patlamaya hazır olan bomba patlayacak ve Balkan Savaşları vuku bulacaktır.
Savaşın aleyhimize gelişip seyretmesi ve düşman kuvvetlerinin Selanik yakınlarına kadar ilerlemesi üzerine Sultan Abdülhamid’in için yeni bir ikamet mahalli arayışını da gündeme gelecektir. Zira hal edilmiş olsa da Abdülhamid’in, sabık bir Osmanlı padişahının, düşman eline geçmesi hakikaten tam bir felaket ve korkunç bir siyasi, askeri ve tarihi vahamet olurdu. …
Siyasi ve askeri endişeler yanında idari açıdan da kaygılanan İttihatçılar, ikna etmekte zorlansalar da, netice itibariyle Abdülhamid’i Loreley adlı bir Alman savaş gemisi ile İstanbul’a getirmek zorunda kaldılar. Ama ne Çırağan’ı ne de Dolmabahçe’yi ona ikamet yeri olarak tahsis ettiler. Daha küçük ve kontrol edilebilir olan Beylerbeyi Sarayı’na yerleşmesini münasip gördüler.
Abdülhamid, Selanik’ten 1912’de getirilip yerleştirildiği Beylerbeyi Sarayı’nda 1915 yılına kadar sessiz sedasız bir hayat sürdü…
…..
Balkan Savaşları bitmişse de onu takiben Birinci Dünya Savaşı patlak vermiş ve Osmanlı Devleti de bu savaşta yer almıştı. Fakat savaşın seyri Osmanlı Devleti açısından hiç de iç açıcı değildi ve bırakın başarılı olmayı İstanbul’u kaybetmek riski ile karşı karşıya kalınmıştı.
Düşmanın süratle İstanbul'a yaklaştığı o günlerde, İttihatçılar asırlık payitahtı ve Abdülhamid’i biran evvel İstanbul’dan başka bir şehre başka bir mekana nakletmeyi düşünmekteydi. Bu iş için en müsait yer olarak da Konya’ya gözükmekteydi.
İttihatçıların bu kararından murakabe altında tutulduğu Beylerbeyi Sarayı’nda haberdar olan Abdülhamid, “Elinde kılıç can veren Bizans imparatoru kadar da olamaz mısın?” diyerek biraderi Sultan Reşad’ı alınan kararın yanlışlığı konusunda uyarmak zorunda kalmıştı.
Sultan Abdülhamid’in bu tarihi uyarısı tarihte yerini alsa da söz konusu karardan vaz geçilmesinde ne derece etkili olduğundan emin değiliz.
Evet, İstanbul başkent olmaya devam etmişti. Aksi olmamıştı. Ancak bazı aleni ve gizli tedbirlerin alındığı da Batı’da bir hayli yazılıp çizilmişti.
Bu döneme dair yazılıp çizilen şeylerden birisi Sultan Abdülhamid’in İzmir üzerinden Manisa’ya götürüldüğü haberidir. Batı basınında çıkan bazı haberlerde istisnai olarak Konya’ya götürüldüğü de ifade edilmiştir. Ancak İzmir – Manisa olması daha makul ve daha mümkün gözükmektedir.
İddia o ki Sultan Abdülhamid 1915 yılı Mart ayı sonunda, ikamet ettiği Beylerbeyi Sarayı’ndan gizli bir surette alınarak öncelikle İzmir’e götürüldü.
The Times gazetesi muhabirinin, sağlam kaynaklardan edindiğini ifade ettiği habere göre, bu yolculukta Enver Paşa da Abdülhamid’e refakat etmiştir.
Abdülhamid, o tarihlerde İzmir’de herkes tarafından gayet iyi tanınan ve Buca’da bahçeli müstakil bir köşkte ikamet eden Mr. Rees adlı bir İngiliz’in evinde üç gün misafir edildikten sonra 30 mil, yaklaşık 38 km, uzaklıkta bulunan Manisa’ya götürülmüştür.
Rees, Forbes, Whittall, Giraud, Balladur, Baltazzi, Farkoh, Borghese, Aliberti, Maltass, Sponza ve Missir aileleri Buca’nın on dokuzuncu asırda Levanten yaşamına damgasını vuran en önemli isimlerdi. (Reesler için bak: http://dagakactim.blogspot.com/2018/03/) Forbes ve Rees aileleri için at yarışları özel ilgi alanıydı. Saray ile temas halinde idiler. Reesler zengin bir tüccar, deniz ticareti ile meşgul bir tacir ve aynı zamda diplomatik yönleri de olan bir aileydi. (Mr. Rees için bak: https://www.youtube.com/watch?v=aSJHQooyYtQ)
Haberde belirtildiğine göre bu özel misafirin mahrem yolculuğu ve güvenliği açısından tedbirli olunmak adına İzmir’deki askeri komutada değişikliğe gidilmiş, Türk komutan görevden alınarak yerine Alman bir komutan tayin edilmiştir.
Manisa’nın böyle bir ikamet için özellikle seçilmiş olma nedeni ise halkının İttihatçı düşünceye mensubiyeti bakımından Anadolu’da en güvenilir yer olması şeklinde ifade edilmiştir.
Sultan Abdülhamid’in İstanbul’dan uzaklaştırılmasının gerisindeki temel neden, yine daha önce de belirtildiği gibi, savaş ortamında halkın ayaklanmak suretiyle onu tekrar tahta çıkarabileceği endişesinden kaynaklanmıştır.
Basında çıkan haberlerin tarihi dikkate alındığında Abdülhamid’in İzmir’e götürülme tarihi 1915 yılı Mart ayı sonu olarak görülür. 1916 Nisan ayında konuya dair basında tekrar haberler çıkmış ve bu haberlerde Abdülhamid’in Manisa’da tutulduğu belirtilmiştir.
Şayet haberlerde yer alan bilgiler doğru ise Sultan Abdülhamid Birinci Dünya Savaşı günlerinde, özellikle onun tekrar tahta geçmesini önlemek amacıyla, en az bir yıl Manisa’da tutulduğu gibi bir durum söz konusudur.
Batı basınında yer alan, ancak bizim için meçhul olan, böyle bir bilgi doğru mudur?
Gerek Batı’da gerekse Doğu’da basında çıkan her haberin doğru olmadığı muhakkaktır. Yanıltmak ve yönlendirmek için haber yapılması dün olduğu gibi bugün de söz konusudur. Savaş ortamlarında bu yönde bir politika izlenmesi ise çok daha tabiidir ve hatta gerekli olmuş olabilir. Hele konu Sultan Abdülhamid olunca asparagas haberler fazlasıyla tabii hale gelmiş de olabilir.
İttihatçıların ve hatta Batılıların Abdülhamid korkusu ve onun ikinci bir defa tahta çıkma ihtimalinden duydukları endişe bilinen bir gerçektir. İttihatçılar Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmeyi başarmışlardır. Fakat onun hayatına son vermeyi ise bir türlü gerçekleştirememişlerdir. Tabii ki bu durumun da muayyen sebepleri vardır. İttihatçılar onun hayatına son verememişlerdir ama dikkatlerini de ondan eksik etmemişler, yeniden iktidar olmasına fırsat vermemek için her türlü tedbire başvurmuşlardır.
Onun savaş sırasında önce İzmir’e ve oradan da Manisa’ya götürüldüğü haberi o günlerdeki şartlara ve İttihatçıların icraatlarına bakılınca kanaatimce çok da yabana atılabilecek bir haber değildir. Devletin akıbetini yakından ilgilendiren Birinci Dünya Savaşı’na katılım kararımızı kimler, kaç kişi, nasıl ve nerede almışlar ve bu kararda o günkü meclisin rolü ve etkisi neydi ve hatta haberi var mıydı diye düşününce Abdülhamid’e dair söz konusu haber neden gerçek olmasın diye akla geliyor…
Tahttan indirilmesinden sonra Abdülhamid’in eğer hayatına kıyılamamışsa bu İttihatçıların merhametli olmalarından değil, sahip olduğu servet ve Trabzon ve Bursa şehirleri başta olmak üzere Anadolu insanının Abdülhamid’e sahip çıkmalarından kaynaklanmıştır. Ancak ona duyulan sevgi ve sempati İttihatçılarca ilan edilen sıkıyönetim, zecri ve cezai tedbirlerle fiili desteğe dönmesine fırsat verilmeden bertaraf edilmiştir…
Abdülhamid, İstanbul’da Çırağan’da ve hatta Bursa’da kalması tehlikeli görüldüğü için Selanik’e gönderilmişti. Onun her an iktidara geri dönebileceği kaygısını duyan İttihatçılar ondan emin olmak ve onu emin yerlerde tutmak gibi bir politika izlemişlerdi.
Bu noktada Selanik’in sürgün yeri olarak tercih edilmesindeki etken/ler ile İzmir’in sahip olduğu benzerlik göz ardı edilmemelidir. Selanik gibi İzmir de İmparatorluğun sosyo-kültürel açıdan daha liberal ve daha Batılılaşmış bir şehriydi. Diğer şehirlere nispetle nüfusunun renkliliği ve azınlık yahut gayrimüslim sayısının fazlalığıyla da dikkat çekici bir durum arz etmekteydi.
Manisa ise, bir şehzade şehri olması dolayısıyla değil, haber de ifade edildiği üzere, İttihatçı düşünceye daha sadık bir nüfusu barındırması bakımından tercih edilmişti. Ayrıca Manisa’da o tarihlerde ciddi bir Yahudi tebaanın mevcudiyeti da söz konusuydu. Şehrin bu özelliği güvenli bir ikamet için ayrı bir farklılık oluşturmaktaydı.
Ulaşım şartları bakımından da İzmir-Manisa doğrusu gayet makul ve kolaydı. O, Selanik’e sürgün edilirken nasıl gecenin bir yarısında ve kimsenin ruhu bile duymadan alınıp sessiz sedasız götürülmüş ve Balkan Savaşları üzerine yine sessiz sedasız bir şekilde geri getirilmişse, İzmir’e de kazasız belasız götürülebilirdi. Beylerbeyi Sarayı önüne gecenin karanlığında yanaşacak bir gemi İzmir limanına da aynı sadelik ve sessizlik ile yanaşabilirdi…
Diğer taraftan, daha önce de ifade edildiği gibi, İstanbul tehlike altındaydı ve başka bir şehrin, Konya’nın payitaht yapılması gündeme gelmişti.
Konya payitaht olamamışsa da payitahtın bazı unsurlarını bünyesine katabilmişti. Bu anlamda, o günkü şartlar ve istikbale matuf korkular gereği, Mukaddes Emanetler, Hırka-i Şerif ve sairenin İstanbul dışında bir yerlere gönderilmiş olduğu ve savaş sonrasında tekrar İstanbul’a getirildiği bilinen bir gerçektir.
Yine savaş sırasında İstanbul’un işgal edilebileceği mülahazası ile İstanbul’da Alman Bankası’nda bulunan 8.000.000 Sterlin tutarındaki para, bankanın ticari kaygılarla vermek istememesine rağmen, trenle Konya’ya gönderilmiştir.
İstanbul’daki Alman Bankası da yine aynı endişesi ile elindeki 32 kasa altını Almanya’ya sevk etmiştir.
Ve bütün bu bildiklerimiz (ve tabii ki bilmediklerimiz) 1915 yılının Mart ayında olmuştu…