İttihatçıların mason yüzleri - II/IV
Prof. Dr. Metin Hülagü: Masonluk adeta bir moda haline gelmişti. Bahsi geçen isimlerden başka İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne mensup daha birçok isim mason olmuştu. Tanin’in editörü ve İstanbul milletvekili olan ancak geçmişte Sultan Abdülhamid için sayfası 4 kuruştan Türkçeye roman tercümeleri yapan Hüseyin Cahit Bey, Dr. Behaeddin Şakir, Bayındırlık Bakanı Halaçyan Efendi, Adalet Bakanı Necmettin Molla ve Şeyhülislam Musa Kazım masonluğu tercih edenler arasındaydı.
Makedonya Risorta Locası’nın kapılarının kendilerine açılması üzerine Talat, Cavit, Dr. Nazım, Bahattin ve Jön Türklerin daha birçok önemli ismi nihayet mason olmuştu.
İttihatçıların Sultan Abdülhamid’e karşı elde ettikleri başarı İstanbul’da mason localarının yeniden açılmasını sağladı. Zira 1908 Devrimi başarılı olmuşsa da Sultan Abdülhamid İttihatçılar için endişe kaynağı olmakta devam etmekteydi.
Selanik’te durum bu merkezde iken İstanbul’da yaşanan bir iki hadise ise masonluğa, Selanik’te olduğunun aksine, muhafazakâr ulema tarafından pek de hoş bakılmadığını göstermişti. İttihat Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden biri olup Adalet Bakanlığı’nda bulunmuş olan Manyâsizâde Refik Paşanın cenaze töreninde Selanik Mason Locası üyelerinin Manyâsizâde’nin masonik nişanlarını kefeninin üzerine koymaları birçok yorumun yapılmasına sebebiyet vermişti. Selanik’i iyi bilen İstanbullu bazı Türkler İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin simgeleri ile Makedonya Risorta Locası ve Yahudi Beni Brith Cemiyeti arasındaki garip benzerliğe işaret etmiş ve ileri geri yorumlarda bulunmaktan kaçınmamışlardı. İttihatçıların sloganı olan “Hürriyet”, “Eşitlik” ve “Kardeşlik” sözcükleri aynı zamanda İtalyan masonlarının da klişeleşmiş sözleriydi. Kırmızı ve beyaz renklerinin İttihatçılarca seçilmiş olması da tesadüfi bir şey değildi ve İtalyan Locası ile paylaşılan ortak bir felsefenin tabii eseriydi.
Diğer taraftan Türk masonluğu zuhur eden istismarcılar marifetiyle suiistimal edilmeye de başlanmıştı.
Kendisini gayrinizami bir şekilde oluşturulan Kudüs Büyük Doğusu (Grand Orient of Jerusalem) için Baş Üstat olarak atattıran ve az sayıdaki takipçileri arasında Memphis’in Büyük Yorumcusu” gibi tumturaklı unvanlar dağıtmaya başlayan Mısırlı meşhur Urfi Paşa 1909 Martında İstanbul’da görülmüşse de 31 Mart Askeri Darbesi’nden endişe duyarak Mısır’a geri dönmüş ve bir daha da ortalıkta gözükmemişti.
Sahnede görülen bir başka maceracı ise biraz daha ilgi duyulmayı hak eden, Fransız korumasında olup milliyeti hiçbir surette bilinmeyen fakat muhtemelen Suriyeli bir Yahudi olan, İskenderiye’de ikamet eden Akdeniz havzasının muhtelif bölgelerinde masonluğu istismar ederek yaşayan, Hıdiv’e, İngiliz ve Alman ordularında hizmet görmüş Alman-Türk tabiatlı Mısırlı Prens Aziz Paşa Hasan’a ve tanınmış daha başka isimlere muhtelif suretlerde esrarengiz hizmetler sunan Yusuf Sakakini olmuştu.
Yusuf Sakakini de İstanbul’a gelmiş ve kendisi ile Aziz Hasan’ın reklamını yapma noktasında hiçbir fırsatı kaçırmayarak Selanik Locası’na hizmet etmeye hazır bulunmuştu. Yusuf Sakakini Belçika Yüksek Masonluk Konseyi üyesiydi ve 33. dereceden mason biriydi.
Bu tarihlerde masonluk adeta bir moda haline gelmişti. Bahsi geçen isimlerden başka İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne mensup daha birçok isim mason olmuştu. Tanin’in editörü ve İstanbul milletvekili olan ancak geçmişte Sultan Abdülhamid için sayfası 4 kuruştan Türkçeye roman tercümeleri yapan Hüseyin Cahit Bey, Dr. Behaeddin Şakir, Bayındırlık Bakanı Halaçyan Efendi, Adalet Bakanı Necmettin Molla ve Şeyhülislam Musa Kazım masonluğu tercih edenler arasındaydı.
Gerçek şu ki Temmuz 1908’deki devrimden kısa bir süre sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen üyelerin çoğunun mason olduğu anlaşılmıştı. Öyle ki insanlar 31 Mart Devrimi’nin bir Türk devriminden ziyade bir Yahudi hareketi olduğunu konuşmaya başlamışlardı. Zaten Makedonya’dan gelen kuvvetlerin İstanbul’a girmeleri masonların rehberliği ve yönlendirmesi ile gerçekleşmişti.
1909 Haziranında Türkiye Büyük Doğu (Grand Orient of Turkey) Mason Locası teşekkül etti. İtalyan Büyük Doğu (Grand Orient of Italy) Mason Cemiyeti, Türkiye Büyük Doğu Mason Cemiyeti’ni himayesine aldı. 33. dereceden Belçikalı meşhur mason Comte Goblet d’Aviella Türkiye Büyük Doğu Mason Cemiyeti’nin açılış seremonisine başkanlık etti. Açılış töreni oldukça azametli olmuş ve Hasköy’den, İzmir’den, Macaristan’da birçok şehirden ve merkezi imparatorluklardan birçok Yahudi genci ve çok sayıda tanınmış İttihatçı törende hazır bulunmuşlardı.
Türkiye Büyük Doğu Locası Yüksek Kurulu da ilk defa açılış merasimi sırasında oluşturulmuş ve üyeleri şu isimlerden teşkil olunmuştu:
Üstad-ı Azam : Talat Bey (Müslüman)
: Faik Bey (Müslüman)
: Prens Aziz Hasan (Müslüman)
: Fethi Bey (Müslüman)
: Carasso Efendi (Yahudi)
: Faraggi Efendi (Yahudi)
: Cohen Efendi (Yahudi)
: Cavit Bey (Dönme)
: Sârim Kibar (Dönme)
: Mehmet Talat (Dönme)
Sekreter : Sakakini Efendi (? Muhtemelen Yahudi)
Talat Beyin üstad-ı azamı olduğu bu Büyük Doğu Locası esasen bir loca olmaktan öte bir şeydi ve adeta ülkenin görünmeyen hükümeti halindeydi. Talat Bey locanın başkanıydı. Bir zamanlar 3 lira aylık maaşı ile sıradan bir telgraf memurluğu görevinde bulunmuş olan Talat Beyin mason olması son derece önemliydi. Zira o, İttihatçılar Türkiyesinin ordusu, finansal yapısı, örf-i idaresi, parlamentosu, kısacası genel olarak imparatorluğun kaderi üzerinde son derece etkili bir şahsiyetti.
Türkiye’deki bu yeni Masonluk, İngiltere ve Amerika’nın aksine, büyük ölçüde gizli ve politikti. Locaya dair bilgi yalnızca kendisine kesin bir güven duyulan birine verilebilirdi. Locanın siyasi sırlarına ihanet edenler mafyanın ellerine düşmekten kurtulamazdı. Bu anlamda locanın benimsediği işaretleri ifşa eden yerel bir locaya ait bir mason divanı harpte yargılanmakla tehdit olunmuştu.
Bu noktada Temmuz 1908'de devrimden kısa bir süre sonra İsmail Mahir Paşanın gizemli bir şekilde öldürmüş olması hatırlanabilir.
İsmail Mahir Paşanın öldürülmesinin temel nedeni locanın bir kısım sırlarını öğrenmiş olması ve bunları Yıldız Sarayı'na bildirmiş bulunması olarak yorumlanmıştı.
31 Mart hadisesi sonrasında İttihatçı Darbesi’nin Yahudi-Mason örgütlenmesine ve masonların üst düzey görevlerde bulunmalarına fırsat sağladı.
Aralık 1909’da Hamburg’daki Dokuzuncu Siyonist Kongresi, Yahudi dünyasındaki “Bölgeselciler” ve “Siyonistler” şeklindeki bölünmeye “Türk devriminin bir mucize şeklinde” şifa sağladığını açıklamıştı. Ayrıca o güne kadar meydana gelişi tatmin edici bir şekilde açıklanamamış olan 31 Mart hadisesi sırasında Selanik'ten başkente özel olarak gönderilen ve Kamil Paşa'nın III. Ordu Birliği'ne geri gönderilmesini istediği dört taburun ayaklanmayı başlatmış olduğu da dikkatlerden kaçmış değildi.
İsyan ya da gerici hareket olarak nitelenen 31 Mart hadisesi sırasında bu dört taburun idaresi bir kripto-Yahudi ve mason olan Albay Remzi Beyin komutasında bulunmaktaydı. Albay Remzi Bey bu tutumu nedeniyle divanı harpte yargılanmak ve mahkûm olmak yerine, Sultan Reşat’ın başyaveri olarak atanmakla ödüllendirilmişti.
Emmanuel Carasso bir Yahudi ve mason sıfatıyla icra etmiş olduğu hizmetlerinden ötürü olsa gerekir ki Sultan Abdülhamid’e hal edildiğini tebliğ eden heyette yer aldı.
Sultan Abdülhamid ise tahtan indirildikten sonra Selanik’e gönderildi. Ancak kalması için tahsis edilen mekân esas itibariyle Jön Türk komitesinin bankerleri olan bir İtalyan Yahudisinin eviydi. Abdülhamid’in bu evdeki güvenliğinden sorumlu olan kişi de yine bir mason olan Remzi Beydi.