İttihatçıların mason yüzleri - IV/IV
Prof. Dr. Metin Hülagü: İttihatçılar mason locaları ile irtibatlı olmanın ötesinde fanatik Ermeni ayrılıkçı örgütü Taşnaklar ile de temas halindeydi. Kısmen masonların etkisinde kalarak ve kısmen bir Avrupa lisanı olarak Fransızcanın Akdeniz havzasının etkili dili olduğunu kabul ederek Fransız Devrimi’nin dinsiz ve eşit kılma prensibini taklit etmekteydiler.
İttihat ve Terakki liderlerinin Yahudi masonik rütbe ve nişanlarını Türkiye’ye kazandırma konusunda neden bu kadar zora ve zahmete katlandıklarının nedeni irdelenebilir.
Böyle davranmalarının muhtemel nedeni şu hususlar olabilir:
- Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de belli bir kesim masonları gizemli ve habis varlıklar olarak varsaymaktaydı. Yeni rejimin ilk günlerinde İttihat ve Terakki’yi saran gizem bulutunu derinleştiren her şey, İttihat ve Terakki idaresinin prestijine katkıda bulunmaktaydı.
- Türkiye Büyük Doğu Mason Cemiyeti üyesi olan eğitimli Selanik Yahudileri Dönmeler ve müfrit Jön Türkler serbest düşünceliydiler. Çoğu kere de, ister kilise sınıfı isterse ulema bağlamında olsun, dini sınıfa aşırı derecede düşmandılar. Dini sınıf aleyhtarlığı, Yahudi etkisinin nispeten etkin olduğu, İtalya ve Fransa Büyük Doğu localarının itici gücüydü. Yahudiler, devrimci bir cemiyet olan İttihat ve Terakki Cemiyeti için Latin dünyasında destek bulma ümidi ile Jön Türklerin bu “aşırı” unsurlarla temas içerisinde olmalarını sağlama arzusunu taşımaktaydılar. İttihatçılar da zaten bu duruma ters düşer bir halde değildi.
- Birkaç mason locasının İstanbul’da kurulması İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin öncü simalarını, cemiyetin “aşırı sol”da yer alanlarını, oldukça hızlı bir şekilde genişlemekte olan teşkilat dairesi içerisinde cemiyet yemini ve masonik prensipler çerçevesinde birbirine bağlı “bir iç muhit” oluşturma noktasında görece bir gizlilikle bir araya getirmekteydi.
Eugene Tavernier bir makalesinde Fransız İhtilalini “Büyük Doğu’nun kızları” olarak betimler. Aynı betimleme burada rahatlıkla İttihat ve Terakki’ye de uyarlanabilir gözükmektedir. Zira nüfusun büyük bir kesimi masonluğun kaidelerine muhalifti. Fransız Cumhuriyetçileri ve masonları gibi, halkın dilindeki en sık kelime “tepki” ve “ruhaniyet” kelimeleri olmuştu. İslam’ı hukuki açıdan değiştirmek veya modernleştirmek gibi bir yola gidilmek yerine öncelikle içi boşaltılmaya ve erozyona uğratılmaya çalışılmıştı. Liderlerinin çoğu, açık bir şekilde rasyonalist olsalar da, paradoksal olarak, kitlelerin İslami tutkularını politik bir silah olarak kullanmaya ve onu ulusal, yani Asya, Pan-İslamcılık sınırlarında şovenist kanallara yönlendirmeye gayretindeydi.
Diğer taraftan muhalefete karşı gayet toleranssız davranılmış ve rakipleri yok etmenin temel yöntemlerinden biri, onları öncelikle açık bir muhalefet içerisinde bulunmaya itmek ve sonra da “gerici” ithamıyla ezme metodunu uygulamaya koymaktı. Takip edilen bir başka yöntem ise ulemadan bazı kimseleri mason olmaya teşvik etmek ve onlar örnek gösterilmek suretiyle halkın endişe ve önyargılarının üstesinden gelinmeye çalışmak olmuştu. O günkü bir tarihsel tanım ile bu durum tam da “halkı Yahudi esrarı ile uyuşturma” çabasıydı.
Jön Türk hareketi daha yakından incelendiği takdirde İttihat ve Terakki’nin Araplar, Yunanlılar, Bulgarlar, Ermeniler gibi Osmanlı unsurlarına muhalif oldukları görülür.
İttihatçılar devrim süreci içerisinde kendilerini bütünüyle Yahudilerle yakın bir dayanışma içerisine sokmuşlardı. Bu dayanışmanın en azından görünürdeki nedenlerinden birisini İttihatçıların ciddi derecede paraya olan ihtiyaçları oluşturmuşken Yahudi-mason Siyonistlerin hedefleri ise İttihat ve Terakki idaresinde bulunan mukaddes yerleri ele geçirmek olmuştu. Zira Siyonistler, yıllardır mücadelesini verdikleri Filistin’e sınırsız göç edebilme imtiyazını elde etmeyi başarmaları halinde bir taşla iki kuşu birden vurmuş olacaklardı: Jön Türkleri maddeten kendilerine muhtaç kılmak ve Filistin’de otonom bir devlet kurarak Rusya ve Romanya esaretindeki birkaç milyonluk Yahudi dindaşlarını oraya yerleştirebilmeyi başarmak.
Osmanlı vatandaşı olmayan Yahudilere sınırlama getirilmeksizin Filistin’e hicret etmelerine müsaade olunması halinde Siyonistler Türkiye’nin mali borçlarını bütünüyle üstleneceklerdi. Selanik komitesinin etkin ismi Yahudi asıllı Dr. Nazım, beraberinde yakın dostu Selanikli kripto Yahudi Faik Bey Toledo olduğu halde, Yahudi Kolonizasyon Derneği’nin Paris şubesini ziyaret etmişti. Bu ziyaret sonrasındadır ki Dr. Nazım Bey iştiyaklı bir surette 200.000 Romen Yahudisinin Makedonya’ya ve ayrıca birkaç milyon Rus Yahudi’sinin de Mezopotamya’ya intikal ettirilmesine hep taraftar olmuştu.
İttihatçılar ağır askeri harcamalarda bulunmaya devam ettikleri sürece mali borçlanmada bulunmaktan kurtulamayacaklardı. Bu da Yahudi bankerlerin baskılarına daha fazla maruz kalacakları anlamına gelmekteydi. Sultan Abdülhamid mali sıkıntı içinde olduğu dönemde Siyonist lider Herzl tarafından kendisine yapılan benzer bir teklifi reddetmişti. Oysaki Mezopotamya ve Filistin Yahudilerin elde etmek istedikleri temel bir hedef ve aşikar bir gerçekti. Dolayısıyla Yahudilerin nihai olarak ulaşmak istedikleri nokta Türkiye’yi iktisaden hususi bir tarzda ele geçirmek ve bu ülkede karşılığını fazlasıyla alacakları yeni yatırımlara yönelmekti.
Daha evvelce de ifade edildiği üzere Yahudiler, koltuğunda aslen bir Ermeni olan Halaçyan Efendinin oturup imtiyazları tasarruf etme gücünü elinde bulunduran Bayındırlık Bakanlığı vasıtasıyla İttihat ve Terakki Hükümeti çarkındaki her önemli makamı elde etmişler veya kontrolünü kendi ellerine geçirmişlerdi. Görevi sona eren birinin yerine, bir Yahudi ya da Yahudi adayı birinin atanması için kararlı bir şekilde girişimde bulunmuşlardı. Fakat Adana Ermeni olaylarından sonra Ermenilerin de, devlet çarkının bir bölümünde de olsa, bulunmaları gereği hissedilmiş ve Halaçyan Efendi, görevine son verilmesi umulurken, Talat ve Cavit Beyin bağlı olduğu mason kocasına kayıtlı bir mason olmak vesilesiyle vazifesini devam ettirebilmişti. Fakat bu durum Yahudi sermayeli Le Jeun Turc / Jön Türk gazetesinin kendisini ağır bir üslupla ele alıp saldırı konusu etmesine ise engel olamamıştı. Saldırının arkasındaki temel neden ise Halaçyan’ın yerine bir Yahudi’nin veya Yahudi güdümlü bir Türkün o makama getirilmesi arzusuydu. Hiç şüphe yok ki İttihatçılar idaresinde etkin bir yer edinme gayretinde olan bir Yahudi’nin rakibi olarak gördüğü diğer azınlık unsurlar ile Türklerin arasını açmak gibi bir tutum benimsemesi olmaz ise olmaz bir şeydi.
Yahudi eksenindeki uluslararası denge gereği Yahudiler İttihatçılara zihin desteği sağlamak, yatırımda bulunmak, Avrupa basınındaki hâkimiyetinden yararlandırmak ve ekonomik avantajlı para desteği sağlamak suretiyle İsrail’in kurulması emelini tahakkuk ettirme arzusundaydı. Gördüğü Siyonist destekle İttihatçılar Türkiyesi de milli bağımsızlığını yeniden elde edebilir ve Avrupa kıskacından kurtulabilirdi.
İttihatçılar mason locaları ile irtibatlı olmanın ötesinde fanatik Ermeni ayrılıkçı örgütü Taşnaklar ile de temas halindeydi. Kısmen masonların etkisinde kalarak ve kısmen bir Avrupa lisanı olarak Fransızcanın Akdeniz havzasının etkili dili olduğunu kabul ederek Fransız Devrimi’nin dinsiz ve eşit kılma prensibini taklit etmekteydiler.
İttihatçı politika netice itibariyle özellikle Suriyeliler ve Araplar olmak üzere Rum ve Bulgar gibi Osmanlı unsurlarının ülkede gerçek bir anayasal düzen kurulabileceği ümidini sona erdirdi ve bu unsurları kendisinden uzaklaştırdı. Bu durum tabii olarak onları Türklerden nefret edip küçümsemeye ve kendilerini entelektüel ve kültürel olarak daha üstün görmeye sevk etti. Türkleştirme politikasına rıza göstermemeleri, Siyonizm ve Yahudilerin Suriye ve Mezopotamya’yı işgal etmelerinden endişe duymaları ve kendi aralarında birliktelik sergileyememeleri de onların birçoğunun bir Arap hükümeti olarak Hıdiv idaresine yönelmelerine sebebiyet verdi.