İzzet Çapa'dan ruh ikizine çok ağır sorular!
SuperHaber'in usta röportajcısı İzzet Çapa bu kez mikrofonu kendisine uzattı... Evet, yanlış okumadınız! İzzet Çapa bu kez ruh ikizini sorularıyla köşeye sıkıştırdı
Sonunda yakaladım…
Gel bakalım, bazı gazetecilerin üzerine hanutsavar bir karabulut misali çöken bücür…
Otur karşıma…
İstanbul gece hayatının güya dahi çocuğu!
Sana bunları kimse soramaz bilirim, zaten senin soru sorduklarından da ses çıkmıyor!
En iyisi şöyle bir sigaya çekeyim seni de boyun kaç karışmış; dünya alem öğrensin.
Tıpkı röportajlarında hep söylediğin gibi lafı hiç eveleyip gevelemeden doğrudan soruyorum.
- Tamam eyvallah, her soruna cevap vereceğim ama önce asıl mesleğimle ilgili sorularla başla!
Ne asıl mesleği be! En tatsız konu o değil mi? Bodrum ve Çeşme’dekiler kan ağlıyor; İstanbul’daki dükkanlar patır patır kepenk indiriyor!
DELİ DEĞİL ZIR DELİYİM İKİ DÜKKAN BİRDEN AÇIYORUM
Deli misin, divane misin bu krizde yeni dükkan mı açacaksın yoksa?
- Deli değil zır deliyim; bir değil iki dükkan birden açıyorum! Ben bu işin içine doğdum; para kazanabileceğim başka meslek yok! Bu saatten sonra manav mı olayım, kasaplık mı yapayım? Zırt pırt lafımı bölme de şu dükkanların hikayesini anlatayım!
Ama 'MedyaTava'cılar daha bir kaç hafta önce senin battığını yazmışlardı… Ne o annenin paralarını yemeye devam mı?
- Sen biraz araştırmacı gazetecilikten anlasan, önce bana son bir yılda başıma gelenleri sorardın! Meslek hayatımın en büyük dolandırıcılığıyla karşılaştım bundan bir süre önce. Yıkılmadım, ayakta kalmayı başardım!
Çeklerimin hepsinin arkası yazıldı ama beni bilirsin o musibete de bir reçete yazmayı becerdim! Sonra uzaktan yakından alakam olmayan bir meseleye adımı karıştırmaya çalıştılar. Çift sarılı yumurta tadındaki tavacıların döndürüp döndürüp bastığı meşhur kelepçeli fotoğraf da o olaydan yadigar bana…
Yetmedi medyada abi dediklerimin arkamdan beni hançerlemeye çalıştıklarını gördüm; en çirkininden, en iğrencinden…
Anlayacağın hayat beni her yerden sıkıştırıyordu üstüne bir de en büyük aşkım Cahide’nin yıkılması geldi ki… Sorma gitsin!
Vay be biz de seni hep eller havaya tadında yaşar, hayat ona güzel diye bilirdik… Valla bunca şey benim başıma gelse, kıyıda köşede ne var ne yok satar; terk-i diyar edip küçük bir kasabaya yerleşirdim.
- Yapamazdın salak, biz ikimiz aynı kişiyiz!
20 EYLÜL’DE MÜŞKÜLPESENT AÇILIYOR ARDINDAN DA CAHİDE MÜZİKHOL
Hoop işin tadını kaçırma! Dönelim en başa madem dükkanlar dedin; anlat bakalım neler yapıyorsun!
- Nasıl bozdum ama insicamını! O zaman anlatayım!
İki mekan birden açıyorum! Önce 20 Eylül’de Müşkülpesent geliyor! Sloganı ise “Hayatta hoş görülü ol ama sofrada Müşkülpesent!” Sözün özü yemekte bir rönesans yaşanacak! Sade ama çok lezzetli, abartısız ama çok özenli, tıpkı şiirdeki ‘ikinci yeni’ gibi sözün yani garnitürün fazlasının atıldığı bembeyaz sofralar kuracağız!
Sen Nişantaşı Teşvikiye ekseninden pek çıkmazsın! Bugüne kadar bütün mekanlarını o çevrede açtın! Peki Müşkülpesent’in yeri neresi?
- Maçka’daki yılların Chocolate’ını bilirsin; işte onun yerine açıyoruz Müşkülpesent’i…
Tamam bunu anladık, peki öteki ne? Kulağıma gelenlere göre yeni Cahide yapıyormuşsun!
- Sen öyle sağda solda kötü ruhlu gazetecilerin yazdığı “Cahide’nin sonu Cahide Sonku’ya benzedi!” haberlerine hiç inanma! Cahide geri dönüyor; hem de efsane bir mekanda!
Ya sen batık değil miydin; parayı nerden buldun?
- Sonuçta batırdığım para, kendi kazandıklarımdır! Bana ‘bu kadar parayı nereden buluyorsun?’ diye soracağına 3-5 bin liralık maaşlarıyla süper lüks hayat yaşayan gazetecilere sorsana, asıl onlar nereden buluyor bu paraları?
BENİM NE AYDIN DOĞAN’LA NE DE ŞÜREKASIYLA HİÇBİR ALIP VEREMEDİĞİM YOK
Üff ya sen de döndürüp dolaştırıp aynı lafları söylüyorsun! Yok mu bilmediğimiz yeni bir hikayen? Sahi nedir senin bu Aydın Doğan ve ailesine takıntın?
- Bak İzzet, sana kesin ve net olarak söylüyorum; benim ne Aydın Doğan ne de şürekasıyla hiçbir alıp veremediğim yok! Vardı ama Faruk Bildirici özür yazısıyla bana o defteri kapattırdı!
Madem o defter kapandı, bunlar hala neden masa altından tekme atıyorlar sana, nedir bu havada dolaşan sözler… Peki en son ne zaman görüştün?
- Yanılmıyorsam geçen sene Ağustos’tu; baktım Vuslat Doğan Sabancı arıyor.
O günlerde de Hürriyet’in yazarları için ‘Bodrum’daki tüm beachler’deki fiyatlar astronomik diye yazıyorsunuz peki patronunuzun ortağı olduğu Nikki Beach’in fahiş fiyatlarıyla ilgili neden bir şey yazmıyorsunuz?’ diye bir şeyler karalamıştım. Telefondaki ses belli ki buna köpürmüş, beni de yanındaki paryalarıyla karıştırmış çocuğunu azarlayan anne edasında söyleniyor…
Aaa bak bunu hiç duymamıştım. Turpun büyüğü geliyor galiba!
- Oysa o telefondan yarım saat öncesinde Doğan’ların kağıt üstünde ortağı görünen Erol Çamur’dan başka bir telefon almıştım. O da Nikki Beach konusunda yazdıklarımdan duyduğu rahatsızlığı dile getirdikten sonra “Begümhan Hanım’ın ricasıdır!” diyerek aynen şunları söyledi: “İzzetçiğim bu yazdıkların bize çok zarar veriyor! Az önce Begümhan Hanım’la da konuştum. Seni Nikki Beach’in açılışında ağırlamak istiyoruz. Lütfen plajla ilgili yazılarına bir son ver artık!”
Oooo desene sonunda senin de bir hanut hikayeni dinleyeceğiz!
- Az sabredersen dinleyeceksin, 7 aylık! Bay Çamur’a dedim ki, ‘Gelmesine gelirim ama cebimden parasını öderim. Beni sizin o hanuta boğulmuş köşe yazarlarınızla karıştırmayın! Begümhan Hanım’a da söyleyin bu saatten sonra benim kadrajımda değil orası. Ne olumlu, ne de olumsuz bir şey yazmayacağım!”
İşte bu konuşmadan yarım saat sonra geldi Vuslat Hanım’dan telefon… Onun beni paylar tonda başladığı konuşmanın sonunda telefonu nasıl yüzüne kapattığımı ve konuşmanın içeriğindeki lafları söyleme hakkını kendimde saklı tutuyorum!
Yaa 40 yılda bir baş başa kalmışız şunun şurasında aramızda dertleşiyoruz bari bana söyle! Bilirsin benden laf çıkmaz!
- Sana Birhan Keskin’in çok sevdiğim şiirinden bir dizeyle cevap vereyim…
“Dürtme içimdeki narı, üstümde beyaz gömlek var!”
Hadi grubun patronlarıyla kavganı anladık da düğün evinin tefçisi, ölü evinin yasçısı bu Cengiz’le alıp veremediğin ne?
- İster inan, ister inanma hiçbir alıp veremediğim yok; ona 13 tane somut soru sordum! Vallahi de billahi de cevap verdiği gün o defteri de kapatacağım! Ama o bana cevap vermek yerine sahip olduğu MedyaTava sitesinde kelepçeli fotoğraflarımı basıp basıp duruyor! Mal bulmuş mağribi gibi atlamış o fotoğraflara… Halbuki oturup sorduklarıma cevap verse çoktan kapanıp gidecek o konu. Hani bilirsin çok güzel bir cümle vardır; “Hesabı sorulmayan suçlar, mutlaka tekrarlanır!” Anlayacağın bu yüzden yazıp duruyorum Cengiz’e…
Oğlum sen mekandan girdin, işi yine medyaya bağladın.
- Önümüzdeki günlerde Selim’in çantacısı İbrahim’le ilgili uzun bir yazı yazacağım ama o bol akçeli hikayeyi senin gibi ‘kariyerden değil, bariyerden gelen gazeteciye hiç harcatmam!’
Ya kardeşim bunlar zamanında hükümet kurup, hükümet yıkan adamlardı. Don Kişot misali bunlara saldırırken, bana bir şey yaparlar diye hiç mi korkmuyorsun?
- Ne Şeysel Adaları’nda şirket açtım, ne de kağıt kaçakçılığına bulaştım. Ortada bir adamım ben; işim, gücüm, defterlerim her şey meydanda. Ticarette dükkan açıp kapatmak, inişler çıkışlar yaşamak ayıpsa, varsın o da benim ayıbım olsun! Niye korkayım ki, ölümden öte köy mü var? Gerçi Bay Çamur, Trump Towers’ın tepesinde çay içerken beni “Bizim maliyede ve belediyelerde çok tanıdıklarımız var!” diye üstü kapalı, tatlı tatlı tehdit etmişti ama bu saatten sonra da pilavdan dönenin kaşığı kırılsın! Güya yeni mekanları soracaktın, bak laf yine Şeysel Adaları’na kadar gitti.
En son Cahide diyorduk…
- Cahide, hem de ne Cahide! Bak çok iddialı konuşuyorum Cahide Müzikhol, Harbiye Kervansaray’daki yeni mekanında bugüne kadar laf edenlere parmak ısırtacak şovlarla açacak kapısını pek yakında! Sana 20 dakika demiştim, kum saati doldu; kusura bakma işim gücüm var benim, ustaların başına gidiyorum.
Bir dahaki röportaja dersine iyi çalış da bana Melis Alphan, Esin Övet, Müge Dağıstanlı gibi isimlerle gel…