Kafası bozuk kararsızlar ve gölgelere dair
Şişşşt! Seçim ahalisi, Kafası Bozuklar, Kararsızlar, Fikri Karışıklar, Hayali Kırıklar, siz; öfkesini 7 Haziran sabahına iki dudak, otuziki diş arasında tutup sandığa boşaltmayı bekleyenler!
“Son 12 yılın en kalabalık kitlesi” diyerek üzerinizden günlük, saatlik, saniyelik seçim grafikleri yapan anketçilerle, o grafikleri bulundukları, arzuladıkları yahut kaybettikleri konumlar üzerinden karar hükmünde analizlerle yazıya döken gasteci sanrılı, popüler tanrılı gürûhun sizi ne yerine koyduğunu hiç düşündünüz mü?
Siz Kararsız imişsiniz!
Kavgada söylenecek lâf değil bu, düpedüz hakaret, hatta küfür!
“Ebeyin...” deseler daha iyiydi, hiç değilse Kâfirûn’un sidikli sıracalı Sarı Mamut’u kıkır kıkır gülerdi... ama siz gülemeyeceksiniz bile.. emin olun!
Karar; kişiye kişilik, birine birey, ferde ferîd özelliği veren biricik “şey”dir.
Öyle bir “şey” ki; onu serdettiğiniz, sergilediğiniz, zuhura çıkardığınız, açıkladığınız an; zamanın bütününü kuşatır.
Hiç mi yarışma programı seyretmiyorsunuz ya hu? Yarışmacı; “Emin misiniz? Acaba mı ki? Bir daha düşünün isterseniz?” diyen sunucu şaşırtmacasından sıyrılıp “Eminim” dedikten sonra “son karar”ını açıkladığında neler oluyor? O an öyle bir an ki; ölürken bile yalnız olamayan insan tek başına, dımdızlak kalabiliyor.
Karar Anı diye bir yarışma bile vardı değil mi?
O an; TDK Sözlüğü’ndeki gibi “zamanın bölünemeyen en küçük parçası” değil, geçmişi belgeleyen, geleceği belirleyen, zamanın tamamını kuşatan bütündür.
O an; sahip olduğunuz biricik hakkınızı, hani o “cüz’i”, “parçacık” denilen iradenizi kullanarak “muradınızı” açığa çıkarmış olursunuz!
Öz, söz’e dönüşür; iki dudak, otuz iki diş arasından çıkar ve yönelttiğiniz istikamete göre sizi belirler!
Biri iken birey, kişi iken kişilik, ferd iken ferid olursunuz.
İradeniz ve muradınız var ise tabi...
Ne istediğinizi biliyorsanız elbette...
Siz ne istediğinizi bilmiyor musunuz gerçekten?
O yüzden mi Kararsız diyor size bunlar?
Siz son 12 yıldaki en kalabalık ne istediğini bilmeyen kitle misiniz hakikaten?
Aranızda “He valla, öyleyim!” diyecek kişi oranı nedir?
Bir kişi bile çıkarsa, size “kararsızlar, kafası bozuklar, fikri karışıklar” diyenlerin gidip elini öperim!
Kişinin kararı yoksa, kişiliği de yoktur.
Muradı olmayanın iradesi de olmaz.
Bebekler ile deliler bile ne istediğini bilir de; siz, seçim ahalisi bilmez misiniz?
Bendeniz buna inanmıyorum...
Kişi ne istediğini bilir. Murad eder ve iradesini ortaya koyar.
Bunlar “Şişşt, kararsızlar, kafası bozuklar” diyerek sizin aslında kişiliksiz, iradesiz, fikirsiz olduğunuzu size kabul ettirmeye çalışıp; arzuladıkları, bulundukları yahut kaybettikleri konumlar üzerinden kendi kafa bozukluğunu, gönül bulanıklığını, kırılmış hayallerini ısırgan otundan bir gömlek gibi size giydirmeye çalışıyorlar, anlamıyor musunuz?
Çünkü onların hiç bir zaman kişilikleri olmadı, üstüste yığılarak kişiliklerin irade gölgesine saklanıp, onların eteklerindeki rüzgârın neminden beslenerek ve mutlaka birbirlerine ve birilerine yaslanarak var olduklarını kendilerine ve size inandırmaya çalıştılar.
Onlar kendi adlarına değil, başkalarının adına racon keserek konumlar, mevziler, mevkiler elde eden ve o konum, mevzi ve mevkilerin sarsılmaz olduğuna inanan gürültüsü son derece rahatsız edici üfürükten teyyarelerdir. Bir zamanlar adına racon kestikleri kişi; onlara bunu yasaklayıp kapı önüne koyduğunda; size döner, sizin kişiliğinizi, karakterinizi, iradenizi elinizden çalarak, kaybettikleri konumların intikamını almak için, sizin adınıza ona racon kesmeye çalışırlar.
“Son 12 yılın en kalabalık kararsızlar, kafası bozuklar kitlesi” diyerek sizi bir sopa, bir tehdit metni yahut şantaj pusulası gibi kullanmaya kalkarlar.
“Ebeyin...” deseler daha iyi...
Sidikli sıracalı Sarı Mamut bile, onların size biçtiği bu donu giymeye tenezzül etmez! Kendi ıslak pijaması, onların ısırgan otundan biçilmiş karaktersizlik donundan daha rahattır çünkü.
Siz ne istediğinizi biliyorsunuz ve murad ettiğinize uygun bir parti bularak, iki dudak ve otuziki diş arasında beklettiğiniz iradenizi o mühürlü sandığa koyacaksınız eminim.
Muradınızın ne olduğu ise umurumda bile değil!
Tek başına kaldığınız o an içinde olmaya çalışmak gibi bir hadsizliği kendimde görmem!
Sizin muradınızdan bana ne?
Sizin muradınız size; benim muradım bana!
8 Haziran sabahı göreceğiz, muradımız buluşmuş mu?
Buluşmuş ise o zaman; biri iken birey olma yolculuğunda, birlik kavşağına ulaşmış olacağız.
Bir miyiz, birlikte miyiz o zaman anlaşılacak!
Öyle isek; başladığımız yolculuğu birey olarak değil toplum olarak tamamlama macerasında eleleyiz demektir.
O vakit bize birbirimizin varlığı yeter, gölgelerde yaşayan asalak, pusalaklara aldırmadan yeni, diri bir umutla yolumuza devam ederiz.
O umuda şimdiden selam olsun....
..diyerek bağlardım bu yazıyı ama.. twitterda her Pazartesi “Çok özledik yahu” tweetleri atanların hatırı kalmasın deyip, kendi hasretimi onlarınkine katma niyetiyle Yedi Güzel Adam’ın Adil Erdem Bayazıt’ının bir şiiriyle noktalamayı tercih ediyorum.
Size kafası bozuklar, kararsızlar diyen “Gölgelere Dair” şiiriyle...
Suların karardığı bir çağda birtakım günah yüklü
gemiler harekete hazırdı / iyice biliyorum
gölgeler vardı / kalın tasmaları vardı gölgelerin /
ürkek sesler suları yarıyordu / bakıyorsunuz
kuşlar bayağı gülüyordu / karanlık gölgeleri
ürkütüyordu / onlar bağlı olmayı hoş
görüyorlardı / korkarken ölümü düşünüyorlardı
muhakkak.
Kafaları kalındı belliydi
Gözleri kalındı belliydi
Kulakları kalındı belliydi
Aslında kafalarının kalın olması / gözlerinin kalın olması
önemliydi onlar için / incelik dedin mi kötülük
geliyordu akıllarına.
Onlar bir gemiye bindiler
ben ona günah yüklü gemi dedim
Onlar oturup tasmalarından ötürü gönendiler
ben onlara gölge dedim
Halbuki bana bakıp yadsıyorlardı / benim onları
tasmalarından ötürü küçük gördüğüm belliydi /
benim onları başında ve sonunda sevdiğim
belliydi / ama anlaşamadığımız muhakkaktı.
İşte ben bu noktada durdum
Denize baktım iyi dedim
Korkulu dağlara baktım iyi dedim
Doğrusu hep doğaya bakıp iyi diyordum.
Ama gölgeler giysilerle ilgileniyorlardı / utanıyordum
Hep araçlardan söz ediyorlardı / ben utanıyordum
Sonra bir çağ geldi / baktım kafamda karıncalar vardı /
sonra yapılardan yollardan bıkmıştım / ıssız
sokaklar beni ürkütüyordu / kötü meydanlarda
boğuluyordum / suları borulara almalarına
kızıyordum / hele hele hep düğmelere basıp
yaşamalarına çok çok içerlemiştim / sonra
kalkıp afrikaya gittim / ohh afrikaya.