Kaşıkçı olayı Suudi kraliyet ailesini parçalar mı?
Gazeteci Mehmet Acet Haber 7'ye yazdı: Suudi kraliyet ailesi içerisinde bu vahşetin nasıl karşılanacağını dikkatle izlemek lazım. Çünkü Kaşıkçı, bu geniş ailenin bir ferdi aynı zamanda. Aile içi bir cinayetin ailenin bütün fertleri tarafından onaylandığını söylemek mümkün değilse eğer, bu cinayetin Riyad’da başka türlü reaksiyonlar üretebileceği de düşünülebilir.
- Cemal Kaşıkçı'nın suçu neydi?
“Bir gün diğer uluslar gibi bu ulus da reform yapacak. Bizim de özgürlük, şeffaflık, hukukun üstünlüğü, seçilmiş bir başbakan ve gerçek bir parlamentoya ihtiyacımız var.”
Cemal Kaşıkçı bu sözleri 2011’deki Arap baharı sırasında kendi ülkesi Suudi Arabistan için söylemiş.
Alman Der Spiegel Dergisi’nde yayınlanan aynı mülakatında Arap sokağından esen rüzgarların belki de en son uğrayabileceği düşünülen ülkesinde de benzer bir hareketlilik ortaya çıkardığını görünce, Suudi yönetiminin para gücünü kullanarak halkın taleplerini bastırma tercihini de o günlerde eleştirmiş.
“Bu yöntem işe yaramaz. Yarın halka 100 trilyon dolar dağıtılsa yine herkesi mutlu edemezsiniz. Petrol bittiğinde ne olacak” diye sormuş.
ABD başkanı Trump’ın yenilir yutulur yanı olmayan son hakaretlerini bile midesinde hazmedebilmiş yeni Suudi yönetim anlayışının bu türden görüşlere tahammül göstermeyeceğini herkes tahmin edebilir.
Ama ülkesi için iyi niyetli görüşler serdeden bir gazetecinin artık kesin gibi görünen böylesine vahşi bir yöntemle infaz edilmiş olmasını tarif edebilecek kelime, cümle bulabilmek çok zor.
Cemal Kaşıkçı’nın sadece yukarıda alıntıladığımız görüşlerine baktığımızda bile Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip ettiği, değer verdiği talepler konusunda bu ülkenin tecrübelerinden ilham aldığı görülebiliyor.
Kendisi için güvenli bir yaşam alanı bulmak adına İstanbul’a yönelmiş olması, burada bir düzen kurma arayışı içinde olması bile bu yakınlığı ortaya koyuyor.
Nitekim, kendisinin çok temel bir meselede, Suriye konusunda, Suudi yönetimine Esad ile paslaşma yerine Türkiye ile hareket etme telkininde bulunmasını, Riyad’daki yeni yönetim anlayışını rahatsız eden görüşlerden sadece bir tanesi olarak anlayabiliriz.
Ama daha fazlası da var.
Şöyle ki;
-Mısır’daki Sisi yönetimi gibi, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki İsrail güdümlü rejim gibi, Suudi Arabistan’daki Prens Muhammed Bin Salman anlayışının da en büyük korkusu hala sokağa yönelik.
-Adalet, demokrasi, hukuk, şeffaflık gibi taleplerin kaba kuvvetle ne kadar bastırılırsa bastırılsın bir gün yeniden bir sel haline dönüşmesinden korkuyorlar.
-Firavun’un gördüğü bir rüya sonrası dünyaya gelen bütün erkek çocuklarını öldürtmeye başlaması gibi bir korku bu.
MSB ile birlikte Suudi yönetimindeki yeni anlayışın bütün bölgesel meselelerde Ankara ile tam zıt bir yerde konuşlandığını da meseleleri yakından takip edebilen herkes görebiliyor.
Öncesinde bir tek Suriye meselesinde ortak bir yaklaşım var gibi görünüyordu.
Ancak, Trump’ın Suriye’nin kuzeyinden asker çekme açıklaması yaptıktan sonra Suudi Arabistan’ın buradaki Amerikan varlığını finanse etme garantisi vermesi, buradaki işbirliği alanını da iyice zora sokmuş oldu.
Neden derseniz, buradaki Amerikan varlığının Suudi Arabistan’ın finanse etmesi demek, Ankara’nın şiddetli itirazlarına rağmen Kuzey Suriye’deki fiili PKK/YPG varlığının güçlendirilmesi projesinin kaldığı yerden devam etmesi demek.
Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan Başkonsolosluğunda öldürülmüş olduğu kesinleşirse, bu alışık olunmayan durumun önemli sonuçlar üreteceği kesin.
Sonuçlar derken sadece ikili ilişkileri kast etmiyorum.
Suudi kraliyet ailesi içerisinde bu vahşetin nasıl karşılanacağını dikkatle izlemek lazım.
Çünkü Kaşıkçı, bu geniş ailenin bir ferdi aynı zamanda.
Aile içi bir cinayetin ailenin bütün fertleri tarafından onaylandığını söylemek mümkün değilse eğer, bu cinayetin Riyad’da başka türlü reaksiyonlar üretebileceği de düşünülebilir.