Kavgayı çok severim

Gerçekten. Kavgayı çok severim ama her kavgayı değil.

Aynı siyasi soydan gelen siyasetçilerin birbirleriyle kavgasını sevmek ne kelime, bayılırım.

Doz yükseldikçe zevkten dört köşe olurum.

Ellerimi ovuştururum. Ağzımın suyu akar.

Ruh hastası mıyım? Hiç değilim.

Sadece yüksek lisansını, doktorasını siyaset ve iletişim üzerine yapmış biriyim.

İki tür siyaset düzeyi vardır: Yukarıdakiler ve aşağıdakiler.

İki tür siyaset boyutu vardır: Duvarın önündekiler ve arkasındakiler.

İki tür siyaset yüzü vardır: Görünenle ve görünmeyenler.

İki tür siyaset gerçeği vardır: Söylenenler ve söylenmeyenler.

Gördüğümüz, yaşadığımız siyaset, bu ikiliklerin birinci kısımlarına aittir: Yukarıdakiler, duvarın önündekiler, görünenler, söylenenler.

Siyaseti bunlar üzerinden yaşar, yorumlar, sonuçlandırırız.

Ve bu, dünyanın en boş eylemidir.

Zira, siyasi gerçeklikler ikinci kısımdadır: Aşağıdaki, arkadaki, görünmeyen, söylenmeyen kısımda.

İşte o kısım, gün yüzüne sadece siyasi kavgalarla ortaya çıkar.

Kavga edenlerin bir dönem aynı yolu yürümüş olmaları koşuluyla.

Türkiye siyasi tarihinin gerçek resmini çekecekseniz, siyasi kavgaları incelemeniz gerek.

Her gün kapımı çalıp siyasal iletişim, siyaset çerçevesinde tez konusu arayan herkese duyurulur.

ŞU İKİ KONU “CEK” VE “CAK”LARI KALDIRMAZ

Birincisi deprem, ikincisi sağlık.

Depremle ilişkimiz şöyle özetlenebilir: Konuşuyoruz, unutuyoruz, konuşuyoruz, unutuyoruz.

Gerçek orada kaya gibi duruyor: Deprem olacak.

Karar vericiler “cek”, “cak”la biten cümleler kuruyor. “Binalar sağlamlanacak”, “kentsel dönüşüm yapılacak”, “toplanma alanları düzenlenecek” vs.

Konu depremse, geleceğe gönderme yapamazsınız, deprem cümlenizi bitirtmeyebilir.

Konuşma gerçekleştir günlerindeyiz.

Sağlıkta da öyle. Sağlık kontrolleri ileri tarihe ertelenemez.

Sigarayı bırakmak sonraya bırakılamaz.

Depremin de sağlığın da “az sonra”sı yoktur.

ALLAH KİMSEYİ “ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI” YAPMASIN

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı iki ayrı bakanlık olmalıdır. Kesin.

Şehir de, çevre de ülkemizde büyük meseleler.

Bodrum elden gidiyor, ormanlarımız yok ediliyor diye telaşlanmışken, deprem kendisini hatırlatıverdi.

Bir tarafta sorunlar, bir tarafta çıkarcı lobilerin baskısıyla Bakan Murat Kurum, geceleri nasıl uyuyor bilemiyorum.

Bakan Kurum, Bodrum’daki katliamcı projelerin yıkımını yerinde denetlemiş.

Devamı gelirse, “Kurum gibi şahane bir bakanı hak edecek ne yaptık” demeye hazırım.

Oraya kadar gitmişken, balık çiftliklerinin kıyıya ne kadar yaklaştığını da denetlemiş olsaydı.

Milas civarındaki kömür ocaklarının ormanı ve Bodrum’a giden su kaynaklarını nasıl tehdit ettiğini de görseydi.

Gündemde İstanbul depremi varken hangi bir meseleye şahsen koşacak bu adam?

MUHARREM İNCE’DEN NE OLUR, NE OLMAZ?

Muharrem İnce, cumhurbaşkanlığı adaylığını daim kılmış giderken önüne İmamoğlu’nun çıkmasıyla duraksamıştı.

Şimdi, CHP Genel Sekreterliğine ismi geçiyor.

Olursa, Önder Sav’la kapanan güçlü genel sekreter sayfası yeniden açılır.

İyi de olur.

Zira Muharrem İnce cumhurbaşkanı adayı olur mu bilemem, ama CHP’yi tutkuyla sevdiğini bilirim.

NEREDE O ESKİ MHP?

Devlet Bahçeli, MHP’de yeni bir açılım yapmıştı.

Ülkücü gençlerin beyaz çorabına kadar bir dizi imaj çalışmasını hayata geçirmiş, onları sokaktan çekmeyi başarmıştı.

Son zamanlarda ne oldu da, bu gençler hoşlarına gitmeyen bir cümle kuran kim varsa dayaktan geçiriyorlar?

Devlet Bey, kararlarından mı vazgeçti? Genel Başkanlık otoritesi mi zayıfladı?

BENCE

Bir, İstanbul’da yaşanan son deprem arasanız bulunmaz bir deprem testi oldu. Hem can kaybı yok, hem de sapır sapır dökülen yerlerimizi gördük.

İki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’deki konuşmasında Aylan bebek fotoğrafını ve İsrail sınırlarının geldiği noktayı göstermesi çok yerinde oldu.

Üç, az zorlasak her şeyi ihraç edebiliriz, bir tek demokrasi hariç. Çevre ülkelere buradan baksak diyorum.

Dört, Ekrem İmamoğlu’nun, “Fatih Altaylı ile Teke Tek” programında, “Biz bilimin önünde boynumuzu büküyoruz” demesi, bilime olması gereken yaklaşım açısından şahaneydi.

Beş, bugünden 2023 seçimlerini konuşanlar enerjilerini boşa harcamaktan, gevezelik etmekten, havanda su dövmekten başka bir şey yapmıyorlar.

Altı, otomobillerde sigara yasağı şahane oldu. Böyle kısım kısım değil de, ülkenin tamamı dumansız hava sahası ilan edilse sonuna kadar desteklerim.

Yedi, deprem anında yayında olan spikerler NTV Seda Öğretir, CNN Türk Gözde Atasoy Kökçü, Habertürk Hülya Hökenek’in görev aşklarına hayran kaldım. O an ben çoktan stüdyoyu terk etmiştim.

Sekiz, Fatih Terim’in kendisini muhatap alan Ali Koç için “Cevap vermeye değmeyeceğine karar verdim” demesi, on numara beş yıldızlık bir cevap oldu.

HER ŞEY VAR, BİR ŞEY YOK

CHP’li belediyeler park açmak, yeşil alan hassasiyeti konularında çok iyiler.

De.

Park işaretlemelerinde eksikler.

Parkları evcil hayvanların tuvaleti sanan insanların ülkesiyiz.

Çağdaş ülkelerin parklarında “Hayvanınızın kakasını yanınızda getirdiğiniz poşetlere koyunuz” uyarıları var.

Hayvan kakasını içine attığınızda şekerleme hediyesi veren çöp kutuları var.

Ne yani, hayvan bokuna basmadan parklarda yürüyemeyecek miyiz?

KARŞIYIM

Ayder’de salıncaklara da, onları söküp yerine otel yapılmasına da karşıyım.

İnsan Ayder’e neden gider? Doğayı içine çekmek için.

Otelde kalmak için değil.

Otel konforu isteyen aşağıda, şehirde kalsın.

Ayder’de konaklayacaksan çadır kur. Köy evinde kal.

Şimdi otel yapacaksın. Otele yol yapacaksın. Çevresine işletme yapacaksın.

Ayder de sizlere ömür olacak.

Beni bu, turizm adına doğanın yağmalanması delirtiyor.

HERKES MARKA DERDİNDE, İŞİNİ YAPAN YOK

Küçük bir depremde şebekeleri kilitlenen GSM şirketlerinin kağıttan kuleler olduklarını gördük.

Geyikte işe yarayıp, krizde ortada yoklar.

Marka değerlerini artırmak için yarışıyorlar, hizmet için yarışmıyorlar.

İşte Turkcell.

Ülke sallanıyor, iletişim enkaz altında kalmış, “Turkcell Platinum Bosphorus Cup” yelken yarışları yapıyor!

Sahi yarış Türkiye’de, Turkcell halâ Türk iken, ismi neden İngilizce?

İYİ Kİ MAGAZİN VAR

Cumhurbaşkanı Erdoğan, pilatesçi Ebru Şallı’nın düğününe kutlama mesajı yolladığına göre, her davete mesaj yolluyor demektir. İletişim ekibi, sözün değeri üzerine sanırım pek kafa yormuyor.

“Little star”ımız Aleyna Tilki dudak dolgusu yaptırmış. Kız kocaman bir ağız içi mukozası gibi duruyor. Dudaklarını şişiren kadınların çocukluğuna kesin inmek gerek.

Beren Saat her hareketiyle kocasına “boşansak ya” diyor, Kenan Doğulu da tüm sessizliğiyle “Boşanmayacağım işte” direnmesinde.

Sonuç? Bence boşanırlar.

AKLIMDA KALAN

Bir: Televizyonda doğallık komedisi: “Kadın” dizisinin yapımcıları, başroldeki Özge Özpirinççi’den saçlarındaki beyazların boyanmasını istemiş. Özpirinççi “Doğal halim bu” diyerek reddetmiş. Yapımcı “Senin evi çekmiyoruz ne doğal hali?” demiştir umarım. Elbette yapımcı haklı. Zira televizyon, “doğal”, “gerçek” olanın iş yapmayacağı tek yer. Ne kadar doğallıktan, gerçeklikten uzaklaşırsanız o kadar reyting, reyting!

İki: 23 Nisan’ın 100. Yılı: Geri saymaya devam ediyorum. 23 Nisan’ın 100. Yılına kaldı 207 gün. Zaman akıp gidiyor. Halkımız mı kutlayacak, popçular mı para kazanacak, soğuk resmi törenlerle mi geçiştirilecek?

[email protected] @23nisanin100u #23nisanin100ü

 

Diğer Yazıları