KENDİ "BATI"NI FARK ET
Zor ve karmaşık bir konuyu, kolay ve anlaşılır yazmaya çalışacağım.
“Batılılaşma” kavramını bilirsiniz. En özetiyle “ticari ve kültürel alanda modernleşme” anlamında kullanılır.
Tarih yazınının büyük isimlerinden İdris Küçükömer “Türkiye Batılılaşamaz” der. Gerekçeleri uzun. Kısaca, “Batılılaşmanın kendi iç dinamikleri olduğunu, Osmanlı’da bu dinamiklerin yokluğunu” anlatır.
“Batı”da eşit yurttaşlar, Doğu’da tebaa vardır vs.
Mustafa Kemal’in önemi burada ortaya çıkar. O’na karşı olanlar temelde, “toplumu değişime zorladığı” eleştirisinde bulunurlar.
Saçma. O zorlama olmasa bugün tebaa olmaya devam edeceğimiz ortada değilmiş gibi.
Mustafa Kemal bu topraklar için bir şanstı, bugün de o şans nedeniyle öyle ya da böyle Ortadoğu’nun kaosu dışında kalabiliyoruz.
Bu yazının derdi başka.
Ticaret, kültür elçileri ve kitle iletişim araçları aracılığıyla imajlar, “Batı”dan “Doğu”ya doğru aktı son yıllara kadar.
“İyi” her şey “Batı”dandı, “kötü” her şey “Doğu”dan.
İmaj dağıtan araçların sahipleri “iyi” ve “kötü”yü tanımlama ve seçme hakkına da sahiptir.
Ana şablonda, medya içerikleri “Batı”yı anlatırken pozitif, “Doğu”yu anlatırken negatiftir.
Hani deriz ya “İstanbul’a kar yağmadan Türkiye’ye kış gelmez” diye. İşte öyle.
Ahmet Güneştekin’in tartışmalı sergisi için Diyarbakır’a giden sosyetik hanımın “Meğer Diyarbakırlılar ne tatlıymış” demesi de öyle.
Bu uzun girişi, şu kısa bir durumu anlatmak için yazdım.
“O Ses Türkiye” yarışmasının birincisi Artvinli Hasan Koçak, “Batı’ya gitmek diye bir lafımız vardır” diyor, “Batı’ya gitsek daha iyi işler yapabileceğimize inanırız.”
Devam ediyor, “İstanbul’a gelip buradaki müzisyenlerle oturduğumda onlardan hiçbir eksiğimiz olmadığını fark ediyorum.”
İstanbul’dakilerden daha iyi olan Hasan’ların sayısı çok. Tüm mesele, çeşmenin başında kimin oturduğu.
ABD ya da Avrupa’ya lisansüstü için giden öğrencilerim döndüklerinde şaşkınlıkla anlatırlar: “Bizim lisansta öğrendiklerimizi onlar doktorada öğreniyorlar, inanılır gibi değil.”
Tabii bu gerçek, bizdeki iyi üniversiteler için geçerli.
Diyeceğim o ki, bulunduğunuz yer “Batı”dır, fark et. “Dünyanın merkezi durduğum yerdir” diyen Nasrettin Hoca haklıydı.
İTİNAYLA BAHANE BULUNUR
Kurtla kuzu aynı derede su içiyorlar. Kurt başını kaldırıp kuzuya homurdanır: “Suyumu bulandırıyorsun, bulandırma!”
Kuzunun “Ben derenin aşağı tarafındayım, sen yukarıdasın, suyunu nasıl bulandırayım” demesine kalmadan, kurt kuzuyu kapıverir.
Kurt kuzuyu yemeyi kafaya koymuştur, bahane kılıfa uydurulur.
ABD diyor ki, “Rusya Ukrayna’ya saldıracak.”
Rusya diyor ki “Savaşın çıkması Rusya’ya bağlıysa, biz savaş düşünmüyoruz.”
Ukrayna aradan sesleniyor “Bizim bir tehdit algımız yok.”
ABD ve İngiltere medyası koro halinde, “Rusya Ukrayna’ya saldıracak” çığırtkanlığı yapmakta.
Ukrayna halkı “Biz ölmek istemiyoruz ama savaş çıkarsa ülkemizi savunuruz” diyor.
İşin aslı ise şu, ABD dünyanın tek egemeni olmaya devam etmek istiyor, Rusya ise Çin’le birlikte, “Kusura bakma artık biz de varız” cevabını veriyor.
Yeni bir dünya kuruluyor. Tüm gürültü oradan kopuyor. Kartlar yeniden dağıtılırken, kart kapma savaşı.
Ve maalesef, yine, yeniden filler tepişirken olan çimlere olacak.
BEN TAVRIMI KOYAYIM DA…
Bir, Kılıçdaroğlu seçim kampanyasını sosyal medya odaklı sürdürüyor. Oy oranlarında bir değişiklik olmuyor.
Kampanya güncellenen, yaşayan bir süreçtir, bence yeniden gözden geçirmelerinde yarar var.
İki, İmamoğlu’nun meşhur yemeğinin MOBESE görüntüleri paylaşılınca “Özel hayata girer, paylaşılamaz” diyenler fikrimi sordular.
Benim bu konuda durduğum yer, MOBESE’lerin takılmaya başlandığı ilk günlerde durduğum yerdir: Bu cihazlar güvenlik için özgürlükten vazgeçiştir, yanlıştır.
Üç, ABD Başkanı her basın önüne çıktığında gazetecilere küfrediyor. En son “o…. çocuğu” dedi!
Bu bir taktik değilse gizlenemeyen bir bunama belirtisidir. Yazın bir kenara, görev süresini tamamlayabileceğini düşünmüyorum.
Dört, ABD Dışişleri Bakanı Blinken gazetecilere, “Rusya’ya mektup yazdık, onlardan da mektubun içeriğini gizli tutmalarını istedik” dedi.
Böyle bir cümle basın toplantısında kullanılmışsa, “mektubun içeriğini yayınlayın” anlamına gelmiyorsa, herkesin gözü önünde bir iş çevriliyor demektir.
Beş, önce kara paracı Sezgin Baran Korkmaz “maaş ödediğim gazeteciler var” dedi. Liste gazeteci Murat Ağırel’de varmış.
Sonra İçişleri Bakanı Soylu “İmamoğlu’nun maaş bağladığı gazeteciler var” dedi.
Hiçbir gazetecilik örgütü bu ifadelerin peşine düşmedi.
Bence o listeler ortaya dökülmeli, gazetecilik temize çıkmalı.
Altı, Nuruosmaniye Camii’nin mahzenleri “Yeditepe Bienali” çerçevesinde sergiye ev sahipliği yapıyor.
Duvarlara mekanizmalar kurulmuş, çiviler çakılmış.
Tarihi mekânların sergi ortamı, konser salonu yapılmasına itirazım var. Tarihe tanıklık eden mekânlara insan dokunmaya kıyamazken nasıl olur da üzerinde tepiniriz aklım almıyor.
Yedi, bir modacı ve bir mimar tanıştıktan 10 gün sonra evleniyorlar. Üstüne vazife olasıcılar hüküm bildiriyorlar:
Tanışır tanışmaz evlenilir miymiş, az biraz takılsalarmış.
Evlilik kurumunun eski gücünde olduğunu düşünmüyorum.
Nasıl bugün çıkıp yarın ayrılırlarsa, bugün evlenip yarın boşanıyorlar zaten. Flörtü evliliğe dahil etmenin nesine şaşılır ki?
Kaldı ki o tanışıklık 10 gün falan da değildir.
LÜTFEN
Bir, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mitingte bir çocuğun eline mikrofon verip muhalefete laf saymasına izin vermesi hiç doğru olmadı.
Lütfen çocuklar siyasetin aktörü haline getirilmesin.
İki, Fatma Girik öldüğünde sessizce gömülmek istedi.
Biz ne yaptık? Önce İstanbul’da krizlere neden olan bir tören yapıldı. Sonra da Bodrum’da!
Torba’da toprağa verilecek sanatçının naaşının ne işi vardı Bodrum meydanında?
Lütfen, ölülerimiz gösteri malzemesi olarak kullanılmasın.
Üç, elektrik ve doğalgaz zamları alt ve orta gelir gruplarını “alt”ta birleştirdi. Lütfen çocuklu aileler için indirim uygulansın.
Dört, Türkiye Futbol Federasyonu Milli Takımlar Sorumlusu Hamit Altıntop “Türk futbolunda gelecek beş yıl beklentileri düşürmek gerekiyor” dedi.
Lütfen bu tipler o koltuklarda beş dakika bile oturtulmasın.
Beş, Adalet Bakanı değişti. Sırada dört bakan daha var diyorlar: Dışişleri, Turizm, Tarım ve Sağlık.
Lütfen ikisi gitsin ama ikisi kalsın.
ÇİN SİNEMASINI SEVERİM, JAPON SİNEMASINI SEVMEM
Çünkü;
Çin sinemasında her sahne bir görsel şölendir. Japon sineması sisler altındadır.
Çin sinemasında hareket ağır basar, Japon sinemasında durağanlık.
Çin sinemasında konuyla felsefe bir arada ilerler, Japon sinemasında konu felsefeye kurban edilir.
Çin sineması Tarantino kokar, Japon sineması bizim Nuri Bilge Ceylan.
SÖZÜN BİTTİĞİ YER
Okurlarımdan biri yazdı, olay İzmir Şehir Hastanesi’nde geçiyor.
Bir hasta yakını Alo 184’ü arıyor, şikâyetini söylüyor ve “Adaleti ben sağlayacağım, doktorun başına geleceklerden ben sorumlu değilim” diye tehditler savuruyor.
Böyle bir durumda Sağlık Bakanlığı’ndan ne beklersiniz? Bu tehdidi savcılığa intikal ettirmesini.
Ama öyle olmuyor, hastaneyi arayıp şikâyeti söylemekle kalıyorlar!
Konu yaşlı annesinin taburcu edilmesi. “Yaşlılarına evde bakmak yerine hastanede ölümü beklesin isteyen hasta yakınları var” diyor okurum.
Yaşlılarımızın durumu çok acıklı ülkemizde. Ve fakat göz göre göre sağlık personeline şiddet habercisi durumu görmezden gelmek de anlaşılır değil.
DÜNYA KANSER GÜNÜ
4 Şubat dünya kanser günü. Bu konuda söyleyeceğim iki cümle var;
Bir, çoğu kanser türü artık tedavi edilebiliyor. Ancak “kanser” adlandırması ölüm mirasını taşıyor, başka bir isim bulunmalı.
İki, acilen Sağlık Bakanlığı’nın medyadaki daha test aşamasına bile gelmeyen ilaç çalışmaları için “kanser ilacı bulundu” türü, insanları yanıltıcı haberler konusunda bir şeyler yapmalı.
AŞK KESİN BİR KİMYA MESELESİ
Dünya futbolunun en büyük isimlerinden Ronaldo, 6 yıldır birlikte olduğu sevgilisi Georgina’nın fotoğrafını Dubai’deki dünyanın en yüksek gökdelenine yansıttı.
Sevgilisine aşkını anlatabilmek için adamın yıllardır denemediği lüks yol kalmadı.
Sevgilinin “Ben Georgina” adlı belgeseli bile yapıldı. Ünlü olduğundan değil, Ronaldo’nun sevgilisi olduğundan ve ilişkilerinin külkedisi masalına benzemesinden.
Ronaldo’nun çok daha güzel, çok daha şöhretli sevgilileri olmuştu. Georgina sıradan bir kadın.
Bakınca nefes kesecek güzellikte değil ama Ronaldo bakınca nefesi kesilmiş.
Karakterine aşık olmuştur deseniz o da öyle değil.
Madrid’teki bir mağazada tezgâhtar olarak çalışırken karşılaşmışlar. Ronaldo ilk görüşte aşık olmuş. O gün bugündür kadının önüne dünyaları seriyor.
Aşkın bir mantığı yok tamam ama kesinlikle bir kimyası var. İki beden arasındaki kimyasal enerji ne zaman, nerede kime rastlarsa dünya orası oluyor.
GALATASARAY’IN İLETİŞİMİ BİR KÖRDÜĞÜM
Galatasaray’da Burak Elmas yönetime geldiğinden bugüne, ekibinde istifaların sonu gelmiyor.
Önce hukukçu Rezan Epözdemir, şimdi Hande Ocak Başev istifa etti. Her ikisi de sitemle ayrıldılar.
Fatih Terim’i saymıyorum bile.
Arada bir yerde de, iletişim sorumlusu Ahu Özyurt ayrılmıştı.
Burak Elmas’tan umutluydu camia. Sanılıyordu ki Galatasaray’ın marka değerine katkı yapacak işler ortaya koyar, öyle olmadı.
Takımın marka değeri bir yana, kulübün içini bile bir arada tutamıyor.
Diyeceğim o ki Galatasaray’ı yönetmek için artık sadece liseli olmak yetmiyor. İnandırıcı bir vizyon ortaya koymak gerekiyor.
AKLIMDA KALAN
İstemeyi bilmenin önemi: Teknik Direktör Yılmaz Vural’ı izledim, NTV’de, “Kırılma Anı” programında. “Çabuk beni bir takıma alsınlar” diyordu. Cümle aslında “Çabuk bana bir takımı versinler” olmalıydı. Ömrünü “Fenerbahçe’yi çalıştırmak istiyorum” diyerek tüketen Vural iyi bir teknik adam olabilir, kuşkusuz son dönemde Fenerbahçe’yi çalıştıran teknik adamlardan da iyidir. Ama önemli bir sorunu var, iletişim kurmayı bilmiyor, samimiyeti iletişim kurmak sanıyor ve daha kötüsü istemeyi hiç bilmiyor. İsteğinizi açıkça belirttiğiniz her durumda istediğiniz sizden uzağa gider. İşin sırrı başka.