Kırgınım Leyla

Ahmet Tezcan

Ahmet Tezcan

İki aydır Saraybosna’dayım. Dönüşe az kaldı. Malûm 15 gün sonra referandum var. Dönmesem olmaz. Sağolsun, YSK ikide bir e-mail gönderip referandum takvim ve usûlüne dair bilgilendirmeler, hatırlatmalar yapıyor. Bu kadar ilgiye bigâne kalınmaz, ayıp!
Bilen bilir, yıllardır bu ülkede herkes ve kesimi baskılayarak, “alkımın altından geçirme” masalı ile tabiatını değiştirmeye zorlayan, bir anlamda ısırgan otundan gömlek giydirip çıldırtarak parçalanmış kişiliklere dönüştüren siyasi sistemin kökten değiştirilmesi gerektiğini söyleyip durdum.
Çünkü mevcut sistem; karaktersiz bir sistemdi ve her ferdimizi öyle ya da böyle karaktersiz hâle getiriyordu. İlk ve ortaokulda Vatandaşlık (sonradan Yuttaşlık) Dersleri’nde bize öğretildiğine göre; Ceza Kanunumuzu İtalya’dan, Medeni Kanunumuzu da İsviçre’den almıştık. Sonradan öğrendik ki; Ceza Kanunu’nu aldığımız sırada İtalya’nın başında Alman Hitler’in esmer biraderi
Mussolini var imiş. Bu yüzden Türkiye’de sözüm ona çağdaş şeriatın kestiği her parmak acıdı, salonlarda uzaylıya benzer kıyafetler içindeki memurların kıydığı her nikah gönlümüzde şaibeli kaldı.
İlkokulda iken ısındıkça parlayan lambasını seyretmeye bayıldığım radyonun içindeki görünmeyen adam; yasak kitaplar, yeşil takke, teşbih ve seccadelerle yakalanan gericilerin suçüstü yakalanıp emniyete teslim edildiğini söylediğinde, babam namaz kılıyordu. Babamın selâmdan sonra kalkıp, evdeki bütün dini kitapları büyük bir muşambaya sardığını, en üste de abimin Sanat Okulu Kütüphanesi’nden getirdiği, bir kış boyunca akşamları kestane, mısır ve portakal eşliğinde yüksek sesle bütün hikayeleri tek tek okunan Hababam Sınıfı’nı “Bunu yazan adama da komünist diyorlar” açıklamasıyla en üste koyup sararak, arka bahçede ağlaya ağlaya toprağa gömdüğünü hatırlıyorum.
Dahası var... Merak eden yazdığım romanları okusun!
Kaç can yaktı bu sistem? Sağından solundan, Türkünden Kürdünden, Ermenisinden Yahudisinden, Alevisinden Sünnisinden, kaç can aldı?
Hâlâ, bugün dahi yakmaya ve almaya devam etmiyor mu?
Ölümüne masum doğan insanların, suçlanarak toprağa verildiği bir ülkeydi
Türkiye!
Hâlâ öyle!
Bir şiirimde anlatmaya çalışmıştım; bu ülkede sistem “deve dikenlerinin
gölgesine pusmuş mayınlar kadar hayındı, benimse deve dikenlerine âhım
vardı, o âh alınmazsa, bu sıracalı yürek kaldırmaz, kahrından patlardı”.
Velhâsıl...
Sözün özü, lafın gelişi, Türk’ün açığı şu;
Son 15 yıl içinde Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki siyasi hareketin yaptığı iyi hizmetleri, halkın yarısıyla beraber ben de destekledim. Yapamadıkları değil, yapmadıkları içinse Azeri ağzıyla “kenar gezme dolan yar gel içeri” diyerek eleştirdim. Eleştirilerimin başında; insanımıza acı veren ve bizi karaktersizleştiren kahrolası mevcut sistemi kökten değiştirmeye yanaşmaması geliyordu.
A Haber televizyonunda, o dönem Genel Yayın Yönetmeni olan Cengiz Er, konuk olduğum bir söyleşiye çıkmadan hemen evvel “Şimdi Tayyip Bey’le konuştum, bizi seyrediyormuş, senin de çıkacağını biliyor” dediğinde, bunu bir fırsat belleyip şöyle demiştim:
“Topluma acı veren bir sistemi tamamen değiştirmezseniz, o sistem bir gün mutlaka sizi kendisine dönüştürür! Şu an 4’ncü demokratikleşme paketi yapılıyor. 4444’ncü demokratikleşme paketi de yapılsa sistem kökten değişmedikçe kâr etmez, havanda su dövmüş olursunuz!”
Şimdi, 16 Nisan’da bu millet mevcut sistemin kalbine dokunacak, köküne el atacak.
İki yol var önümüzde;
Ya vicdânın gölgesine bile tahammül etmeyen o kararmış kalbi, merhametin rahmetinden nasipsiz çürümüş kökü söküp atacağız!
Ya da üstümüzdeki ısırgan otundan gömleğin acısını hissetmeyen aklını oynatmış karaktersiz gürûh olarak yaşamaya devam edeceğiz!
Bendeniz için referandumun tek anlamı budur!
Bu tek anlam için, 16 Nisan’da EVET diyeceğim!
Tek adam yâvelerinin aptallığına verecek pey kalmadı artık!
Önüme konulan bu son fırsatı kaçıramam!
Kırgınım Leylâ!

Diğer Yazıları