Kitleler mukayese etmez!
Şenol Göka SuperHaber'e yazdı...
İletişim teknolojisinin gelişmesi ve iletişimin kitlesel boyuta taşınmasıyla bu alanla ilgili kavramlar, tanımlar ve analizler tekrar gözden geçirilmeye başlandı; çünkü artık sözü edilen kitle, bir miting alanındaki ya da bir dernek veya parti üyeliğindeki, aynı amaçla bir araya gelmiş, birbirine yakın özelliklere sahip insanlardan oluşan bir topluluk değildir. Belirsizdir. Belli bir kimlik, aidiyet ve eğilime dahil edilemez. İletişim araçlarından aktarılan mesaja muhatap oldukları andaki mekanları, durumları, ruh halleri yaş grupları, konumları farklıdır. Teke tek, yüz yüze ya da bir miting alanında olduğu gibi karşılıklı ilişki içinde düşünülerek ele alınamazlar. Hal böyle olunca bazı ön kabuller, tecrübeler ve tahminlerle bu belirsiz kitlelerin tepkileri çözümlenmeye çalışılır. Bu yüzden, üzerinde kabaca anlaşılmış birkaç etken dışında, belirsiz hedef kitlenin tepkisini kesin veriler üzerinden tanımlayabilecek bir ölçü mevcut değildir. Üzerinde kabaca anlaşılan birkaç etkenin; sembol, efekt, müzik ve basit tekrarlardan oluşan soyutlamadan yoksun ritmin (Prof. Dr. Erol GÖKA) belirsiz kitlelerin algısı üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu kabul edilir. Bu kabule göre de daha önce birçok kere belirtildiği gibi, küçük bir kesim dışında kitle; en yalın algılama özelliğine sahip varlık ya da kişi olarak değerlendirilir. En yalın, yani en basit haliyle, göze ilk çarpan, akla ilk gelen yanıyla, sorusuz, sorgusuz, meraksız, cevapsız yönüyle...
Kurguya dayalı reklam, film ve dizi sektörü, yüzlerce farklı sembol, efekt, müzik ve ritm uygulaması sayesinde, deneme yanılma yöntemiyle herhangi bir içeriğin belirsiz kitleler tarafından en yalın algılanan halini aşağı yukarı tespit edebilmektedir. Bu bilinen ve paylaşılan bir şey. Zorluk, belirsiz kitlelerin gerçek olaylar, soyutlamalar, çözümlemeler ve tartışmalar karşısındaki tepkisini anlayabilmede yatıyor. Bunun için her şeyden önce belirsiz kitlelere hitap ederken, onların anlamada ve algılamada birebir, yüz yüze ya da karşılıklı ilişkide olduğundan çok farklı birer muhatap kabul edilmeleri gerekir. Kamuoyu oluşturma kaygısıyla hitap edilen belirsiz kitleler, detaylı düşüncelerine ulaşılabilen birer tartışmacı olmadığı gibi tartışmaları ya da değerlendirmeleri rapor edecek birer gözlemci de değildir. Hiç umulmayan ya da beklenmeyen dozda tepkiler de verebileceklerinden sembolik dil, ritm doğru tespit edilmelidir.
İlk zamanlar, yani bundan çok çok önce kötü örnek içeren yapımlara televizyonlarda yer verilirken umuldu ki, insanlar kötüyü tüm çıplaklığıyla görerek anlayıp, iyiye yönelecekler...
Öyle olmadı. Tam tersine hiç istenmediği halde kötünün yaygınlaşmasına katkıda bulunuldu. Bir şekilde topluma, kurumlara tepki göstermek isteyen herhangi bir yerde tutunamamış birçok insan kendilerince tepki göstermek ve anlaşılmak üzere, televizyon yapımlarında yer verilen ve en ince ayrıntısına kadar işlenen kötülüklere yöneldi. Üstelik bu kötülükler çok sık işlendiğinden, normalleştirilip, aklileştirilip, alıştırıldığından dolayı da bunlara meyledenlere karşı verilmesi beklenen tepki belirsiz kitleler tarafından sergilenmedi. Bunun yerine 'tıpkı filmlerdeki ve dizilerdeki gibi' denilen ve kötü olarak değerlendirilen olaylar artış gösterdi.
Şimdilerde daha tehlikeli olabilecek bir şeye, dahası belge niteliğinde gerçek bir şeye sıkça başvuruluyor. Güvenlik kameraları ve Mobese görüntüleri...
İlgili birimlerin değerlendirilmesi açısından çok kıymetli olan bu görüntüler, reyting kaygısıyla ya da kötü örneği topluca kınama gayesiyle kitleye açık hale dönüştürüldüğünde, kalplerinde eğrilik olanları da harekete geçireceğinden olumsuz bir reytingin tetiklendiği bu yöntemlere başvurabilecek psikolojik yapıya sahip olanların cesaretlendirilerek arttırılabileceği unutulmamalıdır.
Tanınmamak ve cezalandırılmamak amacıyla yüzünü gizleyen herhangi biri için bile, kamera ve izleniyor olma hali, huzursuz edici olduğu kadar, gerçekleştirdiği eylemin yaygınlık kazanmasını sağlayıcı olduğundan çekicidir. Belki bu yüzden eskiler, tartışmalarda dahi olaki mizacı uygun birinin aklına düşürülür ve yayılır endişesiyle kötüyü örnek göstermekten kaçınırlardı.
Yine benzer şekilde ve az önce anlatılmak istenene uygun mantıkla, yıllarca mazlumların zalimler tarafından nasıl ezildiği gösterilirken, bu duruma zamanla alışılacağı ve asıl etkinin mazluma acıma duygusu üzerine değil, zalimin gücünden korkma duygusu üzerine gelişeceği kestirilemedi. Hayatı sürdürme içgüdüsüyle korkunun, acımadan daha güçlü ve merhamet göstermeden daha harekete geçirici bir duygu olduğu medya tarafından çok sonra anlaşıldı.
Kitle iletişimi alanında medya ve belirsiz hedef kitle arasındaki ilişkinin öne çıkan özellikleri dikkate alınarak ve devam eden FETÖ davaları da göz önünde bulundurularak özetle denilebilir ki; terör ve şiddet olayları verilirken, teröristin ya da eylemcinin amacını ve gerekçesini belirten, bunları kendileri açısından başarılı ve tatmin edici, kitlelere karşı güçlü gösterecek her türlü sembol, efekt ve ifadeden kaçınılmalıdır.
Medya aracılığıyla büyük ve farklı kitlelere aktarılan gerçek olaylardan ve gerçek görüntülerden oluşturulan mesajlar birebir ve yüz yüze ilişkide olduğu gibi düşünülmemeli, etkisi iyi değerlendirilmelidir.
Alışkanlık ve duyarsızlık oluşturacak, dolayısıyla etkiyi zayıflatacak düzenli tekrarlardan uzak durulmalıdır. Zira kitleler aktarılanlar üzerinden eski ile yeni durum, iyi ile kötü arasında bir mukayesede bulunmaz. Onları verildiği andaki şekliyle algılar.