KONTROLDEN ÇIKAN KAOS
Kaos denen alevden top, Gazze, Lübnan, Irak, İran, Suriye toprakları üzerinde önüne geleni yakıp yıkarak ilerliyor.
Halep’te, muhalif güçlerin, Esad ve ailesinin afişlerini yırtıp, heykellerini yıkışlarını izlerken aklımdan şu üç cümle geçiyor;
Bir, biz bu filmi daha önce, hem de bu bölgede görmüştük.
İki, umarım Suriye’nin toprak bütünlüğü korunur.
Üç, dilerim Esad ve ailesinin can güvenliğine zarar gelmez.
Hem de öyle korkunçtu ki film, Irak’ta, Libya’da gördüklerimiz zihnimize çivi gibi çakıldı. Rejim muhalifleri sokaklara döküldü. Saddam’ın heykelinin boğazına ip bağlanıp sokaklarda sürüklendi. Saddam asıldı.
Kaddafi’nin sonu korkunç oldu. Batının uçak kapılarında karşıladığı, ellerini öptüğü Kaddafi, Orta çağ vahşetiyle dünyanın gözleri önünde katledildi. Görüntüleri halâ gözlerimizin önünde.
Arafat neden Paris’te öldü, yanıtı bende yok.
Muhalif protestolar, demokrasi olan ülkelerde gösterilerle, taleplerin ifadesiyle biçimlenirken, demokrasiden nasibini almamışlarda korkunç sonuçlar doğurur.
Orta Doğuyu gördükçe, Mustafa Kemal’i sadece sevmek yetmiyor, O’nun zihin yapısını anlamak hayatileşiyor.
Şimdilerde, Filistin, Lübnan, Suriye, Irak gibi yönetim zaafiyeti olan ülkeler “kaos imparatorları” için kolay lokma oluyorlar.
Tam dokuz yıl önce (16 Kasım 2015’te) yazdığım “Kontrollü Kaos” başlıklı yazımdan birkaç alıntıya yer vermem lazım;
“Alex Joxe ‘Kaos İmparatorluğu’nda, dünya lideri olmaya hevesli devletlerin, güçlerini göstermek için kendilerinden uzakta kaos ve kriz bölgesi oluşturduklarını yazar.
Sonra da sorunu çözmek için o bölgelere, ‘barış ve özgürlük sağlamak’ gibi hoş kavramlar altında asker gönderirler.”
O yazıda bu durumun “kontrollü kaos” olduğunu yazmış, devam etmiştim:
“Yeni dünya düzeni, artık ‘kontrollü kaos’u olanaksız kılıyor. Kaos var, kontrol yok.
Bunun pek çok nedeni var;
Birincisi, artık benzer olaylar benzer sonuçları doğurmuyor. Akışkanlık arttı.
İkincisi, kaos için gereken şey ‘hareket’, hareket için gereken ise ‘harekete olanak verecek boşluk’tur.
Batının önce yüceltip sonra linçle ya da idamla öldürttüğü bölge liderlerinin geride bıraktığı boşluğun terör örgütleri için oyun alanı oluşu gibi.
Üçüncüsü, neo-liberal politikalar başka tür boşluklar da ortaya çıkardı. Kurum ve kurallar zayıfladı. Düzenli ordular, karşılarında kuralsız, ne zaman nerede ortaya çıkacağı belli olmayan terörize gruplar buldular.
Dördüncüsü, ortamdaki parametrelerin sayısı hesaplanamaz hale geldi. Kimin eli kimin cebinde karıştı.
Beşincisi, iletişim araçları kontrol edilmesi olanaksız bir nitelik kazandı.”
9 yıl önceki yazı burada bitiyordu. Bugün, “kontrollü kaos”tan beslenen kimileri için kaos, kontrolü yitirmiş durumda.
ABD ve Rusya’nın bölgedeki çıkarları, destekledikleri (vekaleten diyelim) muhalif gruplar aracılığıyla yönettikleri kaos, uzun süre Esad’ın işine geldi.
Türkiye’nin “Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması” vurgusuyla defalarca yaptığı uyarılara kulak tıkayan Esad, göz yumduğu kaosun kontrolden çıkarak, kendisini hedef aldığını görüyor.
21. Yüzyıl, kötülüklerden beslenme üzerine senaryo kuran ülkelerin, o senaryoların dönüp kendilerini vuracağı bir yüzyıl olacak. Bu nedenle, geçici çıkar birliktelikleri yerine, “şer odakları”nın doğru ve ahlaki çözüm yolunda iş birliklerini tercih etmeleri yararlarına olur.
BENCE
Bir, muhalefetin özelleştirmeler karşısındaki sessizliği bir benim mi dikkatimi çekiyor? Neo-liberal politikalara ne kadar üst perdeden itiraz edilirse o kadar destek bulurlar bence.
İki, yeni trafik cezaları kat kat artarak uygulanmaya başlıyor. Ve fakat, cezanın herkese eşit değil, adil bir şekilde uygulanması gerekiyor.
Geçen yıl dikkat çektiğim bu konuyu, geçen hafta Habertürk’te Mehmet Akif Ersoy da dile getirdi. Örneğin asgari ücretli biri için 2 bin liralık ceza caydırıcı olabilirken aynı miktar, lüks araç sahibi olacak kadar çok kazananlar için caydırıcı olmuyor. “Cezayı öderim kurala da uymam” diyen dangozlarla dolu yollar.
Zenginlerin neden olduğu trafik kazalarındaki artışın nedeni de bu adaletsizlik bence.
Üç, Cumhurbaşkanı danışmanı Yiğit Bulut, tv tartışmalarındaki yorumcuları eleştirdi. Ellerinde çubukla haritada operasyon, çatışma yorumu yapanların “konu hakkında en ufak bir bilgilerinin olmadığını” belirtip şöyle devam ediyor: “Olanı hiç bilmiyorlar, hiç anlamamışlar, hiç de yaşamamışlar! Size tavsiyem sadece sahada canını tehlikeye atan muhabir kardeşlerimizi takip edin, dinleyin! Gerisi şaka gibi! Türkiye bu kadar kalitesiz bir medya içeriğini hakketmiyor!”
Tespiti doğru, onları izlerken ben de gülüyorum. Kendi adıma bir listem var, tv yöneticileri biliyor, o isimler varsa ben katılmıyorum. Ancak, medyayı bu duruma getirmekten sorumlu olanların yakınma hakkı olamaz bence.
Dört, mezuniyet töreni sonrasında kutlama yaptıkları için ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edilen teğmenleri unuttuk. Medyayla gündem takip edenlerin gerçekle bağları kopar bence.
Beş, Aydın Doğan Ödülünü büyük felsefeci İonna Kuçuradi’nin alması, yılın en güzel olaylarından biri oldu. Ödül yemeğinde olanlara imrendiğimi söyleyeyim. Kuçuradi’ye, kendisinin “Bağımsız yargılarda bulunmak pek az kişinin ayrıcalığıdır. Diğerlerini otorite ve örnek yönetir. Başkasının gözüyle görürler, başkasının kulağıyla dinlerler'' sözüyle selam göndermek anlamlı olur bence.
Altı, bazı dizi oyuncularının izleyicisi yoktur, ilişkileri vardır. O oyuncuları bilirseniz, hangi dizinin kalıcı, hangisinin gidici olduğunu da tahmin edebilirsiniz bence. Mesela İsmail Hacıoğlu, Hazal Kaya, Ebru Şahin, Alp Navruz, Burcu Kıratlı, Kaan Yıldırım, Öykü Karayel vs.
Yedi, Türkiye Futbol Federasyonu ve aslında tüm spor federasyonlar işleyiş biçimleri, al gülüm ver gülüm denetimleri nedeniyle kirlenmeye müsaittir ve çoğu da kirlidir.
İbrahim Hacıosmanoğlu TFF Başkanı seçilince azıcık umutlanmıştım, zira kendisini tanırım, deli yönünü bilirim. Kirli düzenin altını üstüne getirmeden düzelme olmaz, Hacıosmanoğlu bunu yapabilirdi bence.
Sekiz, hafif ticari araçların karıştığı trafik kazaları istatistiklerine bakan oldu mu hiç? Herkesin can güvenliğini tehlikeye atacak şekilde araç kullanıyorlar. Bence devlet bu konuda bir şeyler yapmalı.
NE DENİZ UĞUR’MUŞ ARKADAŞ
Yıllar önce Reha Muhtar’la bir evlilik yaptı Deniz Uğur. Muhtar okuldaşım, ortak dostlarımız var, hayli zor adamdır.
İki çocuk yaptıktan sonra anlaşamadılar boşandılar. Normal, herkesin başına gelebilir ve fakat onların süreci hiç normal olmadı.
Çıkmadık rezillik kalmadı, çocukları kavgaya meze yapıldı. Deniz Hanım, anne olarak çocukların iyiliğini düşünmek yerine onları çarşaf çarşaf haber yaptırdı.
En son Muhtar, yaşanan rezilliklerin ortasında ev kazasında hastanelik oldu. Olaya şahit olan oğlu üzerinden Deniz Uğur yine kıyamet kopardı. Şimdi de Muhtar’ın bin bir emekle kazanarak aldığı yalısını istiyormuş!
Yaa arkadaş o yalının da, Reha’nın sahip olduğu ne varsa hepsinin de çocukları üzerinden zaten sahibi olmayacak mısın? Ne bitmek bilmeyen nefretmiş bu!
Deniz Uğur gibi hırs küpü bir kadınla kimse karşılaşmaz umarım.
UTANMAKLA ARSIZLAŞMA ARASINDAKİ FARK
Ağzı olanın konuştuğu bir dünyadayız. Postmodern çağda, sonuçlarını düşünmeksizin kendini ifade, kutsanan bir durum.
Baskılarla yetişen insanların özgürce kendini ifade etme olanağı bulması elbette kötü bir şey değil. Kötü olan, meseleler arasındaki çizgilerin erimesi. Kendini ifade etmeye odaklanmak, ifade içeriğinin topluma, bir başkasına vereceği zararı unutturmamalı.
Podcast dünyasından bir isim, “Utançtan kurtulduğunda hayatın tadını çıkarmaya başlıyorsun” demiş. Konu toplum baskısının neden olduğu utanç olduğunda, haklı. Peki ya zararlı bir alışkanlıktan, kötü bir davranıştan utanç duymazsa ne olacak?
Bu tür parlak fikirmiş gibi görünen genellemelerden zerre hoşlanmıyorum.
AKLIMDA KALAN
Yılın sözcüğü, “manifest”: Cambridge Sözlüğü yılın sözcüğü olarak “manifest”i seçtiğini duyurdu. Bu tür seçimlerde bilimsel bir kriter aranmaz. “Bir şeyi zihinsel olarak canlandırmak ve böylece gerçekleştirmek” anlamına gelen manifest, bir isteği zihinde sürekli tekrar ederek o isteğin gerçekleşeceğine inanmak demek. İsteği gerçekleştirmek değil, gerçekleşebileceğine inanmaktan söz ediyor, akla değil inanca dayanıyor. Zihinsel ritüellerle gerçekliği değiştirebileceğini sanmak aslında bir yanılsama. Ne var ki, bu yanılsamaya inanmak, gerçeklerin acımasızlığına tercih ediliyor. Sonra da genel geçer bir duruma dönüşüyor. Acıklı.