şair Haberleri

1.a. Şiir ve Dil Bilinci

Şiir dili gündelik dilden birçok özelliğiyle ayrıldığı için dil merkezli her türlü yaklaşımın odağında yer almıştır. Sessel ve semantik (anlamsal) düzeylerde konuşma dilinden ayrılır. Şiir olmayan metine anlamı yazarı tarafından yüklenirken şiir kendi anlamını kendi üretir. Şiirde anlamda çok okurun anlamlandırmasından söz edebiliriz. Roman Jakobson'a göre şiir dilin güzel duyusal işlevindedir.

Şiir dilinin kendine özgü yapısı konuşma dilinden sapmalarla, öne çıkartma ve düzenliliklerle sağlanmaktadır. Gündelik dilden sessel, sözcüksel, sözdizimsel, anlamsal her türlü sapma ile yineleme (uyaklar ve sözcük yinelemeleri) ve koşutluklar şiir dilinin öne çıkartılan özellikleridir. Ancak bu özelliklerin şiirin derin yapısında bir bağlılaşık bulma şartı vardır. Yani yapılan bir öne çıkartma anlama bir etkide bulunmuyorsa sadece yüzeyseldir ve şiirsel bir işlevi yoktur. Bazı sözcük ve dilbilgisi oyunları sadece moda olduğu için kullanıldığında şiire yarardan çok zarar verirler.

Şiiri düzyazıdan ayıran dilsel özelliklerden en önemlisi anlamın düzyazıda çizgisel olması, şiirde ise çizgisel olmayıp dolaylı olmasıdır. Düzyazıda yani şiir olmayan bir metinde anlam hazır olarak vardır ve gösteren-gösterilen ilişkisi açıktır. Şiirde ise gösteren için birden fazla gösterilen olabilir ve her okur farklı gösterileni anlam olarak algılayabilir. Yani belli ve tek bir anlamın varlığından söz etmek zordur.

1.b. Şiirde İmge

İmge, şiirde anlama ulaşma yolunu daha etkili ve canlı hale getiren, anlamla başka şeyler arasında ilinti kuran bir zihinde canlandırma biçimidir. Bir bakıma bir hayal yaratmadır. Hayal söz konusu olduğu için seçilen şeyler dünyada var olan bildik cisimler ya da olaylar olmak zorundadır. Şiirin de kullandığı asıl madde insan yaşantısı olduğu için bu yaşantıyı şiirleştirmek işi imgeye düşer. O zaman şair kullandığı sözcüklerle algıların zihindeki bazı resimlerle eşleşmesini sağlar. Bunu başarabilen bir imgeye de biz iyi imge diyebiliriz.

İmgenin şiirde nasıl ve ne kadar kullanılması gerektiği tartışma nedeni olmuştur. Örneğin Garip Akımı'na karşı bir tepki olarak gelişen İkinci Yeni direkt olarak anlatılan günlük yaşantının yerine imgeyi koymuşlardır. İmge bir bakıma anlam yolculuğunun bizde bıraktığı güzel manzaradır.

1.c. Şiirde Uyak ve Ses

Ne tür şiir yazılırsa yazılsın ses ve uyak şiirin vazgeçilmez öğelerindendir. Günümüz şiirinde halk ve divan şiiri örneklerinde olduğu gibi sistemli bir uyak kullanılmasa da şiire serpiştirilen ve düzenli olmayan ses benzeşmeleri şiiri canlı tutmanın gereğidir. Şiirde kullanılan redif, zengin uyak, tam uyak ve yarım uyak ile içses uyumu şiirin daha kolay akılda kalmasını, akıcılığı sağlar ve bazen verilmek istenen duyguyu yansıtır.

Şiirde ses ve vezin son derece önemlidir. Şiiri şiir yapanların başında gelir ses ve vezin. Yahya Kemal Beyatlı bunu kesin çizgilerle çizmiştir ve şöyle demiştir ; 'Bir mısranın şiir olup olmadığı gayet aşikârdır. Deruni ahenk ile ifade edilmişse şiirdir. Şiir bir nağmedir. Şiirde nefes ve ses iki unsurdur. Mısranın ayakları yerden kopmazsa yahut en hafif bir kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.'

1.d. Şiirde Anlam

Yıllardır tartışılan bir konudur: Şiirde anlam olmak zorunda mıdır? Ülkemizde bu tartışmayı başlatan İkinci Yeni şiir akımıdır. Şiirin ses, sözcük ve biçem kaygısını anlamın önüne koyan İkinci Yeni'ye şiir çevrelerinden tepkiler gelmiştir. Anlamın rastlantısal olduğu iddiası da yine İkinci Yeni kaynaklıdır. Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, şiir dilinin özelliklerinden biri şiirde anlamın çizgisel değil dolaylı olmasıdır. Şiirsel bir metnin çok anlamlılığı okurun onu anlamasından kaynaklanır.

Şiirde, şiir olmayan metinlerin tersine, anlam şair tarafından hazır verilmez ve anlama ulaşma okurdan beklenir. Öyleyse şiir okuma her türlü okumanın üzerindedir ve okurun işbirliğini gerektirir. Bir metne sonsuz sayıda okuma yapılabileceğine göre "şiirde anlam sonsuzdur" gibi bir yargıya da ulaşabiliriz.

1.e. Şiir ve Çeviri

"Şiir öyle ayrı bir dildir ki başka hiçbir dile çevrilemez; hatta yazılmış göründüğü dile bile." diyor Jean Cocteau.

Şiiri başka dillere çevirmenin doğru olup olmadığı tartışılan önemli konulardan biridir. Anlamanın okur merkezli olması, bir dildeki ses ve biçemin diğer dilde yakalanmasının çok zor olması, dillerin sözcüklerinin her zaman birbirini karşılayamıyor olması şiir çevirisini zorlaştıran etkenlerdir. Ancak şiirin çevrilememesi durumunda da farklı ülkelerden şairleri tanımak ve okumak olanaksız bir duruma gelmektedir. ''Şiir, nesre kabil-i tahvil (çevrilmesi mümkün) olmayan nazımdır''der Ahmet Haşim.

2- ŞAİR KİMDİR?

Şiir gibi şairlikte farlı görüşlerle tartışıla gelmiştir. Şair kimdir sorusuna birçok kişi birçok farklı cevap vermiştir. Şiir gibi şairlikte çok geniş alanları kapsayan bir derin olgudur.

Şair öncelikle bir yazın insanıdır. Şiir yazan ve söyleyen kişidir. İlkçağlardan günümüze kadar toplumun ileri gelenlerinden, bilici ve sözcü olduğu için toplumun kutsadığı, toplumun ortak duygu ve duyarlıklarının kaynağı olarak görülen ilerici ve dönüştürücü bir kişidir. Ortak duyarlıklar ve değerler toplumdan topluma değişeceği için şairlere evrensel özel değerler yüklemek doğru olmayabilir. Yine de şair kendi toplumunda düşünen, güzel söz söyleyen ve sözü dinlenen bir kişi olarak kabul ve saygı görmüştür.

Şairin toplumdaki işlevi ilkel çağlarda daha keskin çizgilerle belirlenmiş iken günümüzde belirli bir şair rolünden söz etmek daha zordur. Bunun nedeni düşüncenin ve sözün yerini alan yeni değerlerdir diyebiliriz.

Şair yaşadığı dünyayı, olayları ve insanları herkesten farklı algılayan bir kişidir ya da olmalıdır. İzlenimlerini halka aktarırken diğer sanatçılar kadar rahat değildir çünkü ne günlük konuşma dilini kullanabilir ne de düzyazı tekdüzeliğini. Şairin dili diğer tüm yazın türlerinin dilinden üstün ve zahmet vericidir. Her iyi ve hızlı koşan insandan nasıl iyi atlet olmazsa, Türkçe konuşan ve yazan her kişiden de iyi bir şair olmayacağı muhakkaktır. Atletler nasıl nefeslerini ve enerjilerini iyi kullanmayı teknikleriyle öğreniyorlarsa, şairlerinde, özellikle kullandıkları dilin inceliklerini iyi bilmeleri, milli kültürü tanımaları, geçmişteki şiir örneklerini iyi tahlil etmeleri ve araştırmaya dayalı bir yapı içinde müşahede yeteneklerini geliştirmeleri gereklidir. Şair, şiirin peşinde yılmadan, yorulmadan mütemadiyen koşan adamdır. Yazdığı hem ses hem de mana itibariyle kulağa ve akla hoş gelen insandır; ancak bunları yapabilmek için şairin dalıyla ilgili belli bir bilgi birikimine sahip olması icap eder. Yoksa şairlik ne aşkımızın serenadı ne de aklımıza o an gelenlerin ardı ardına sıralanmasıdır.

Evrensel ve milli kültür sanatçı tarafından hazmedilmezse, şair olunamaz. Sadece serbest tarzı biliyorum sanarak şiir yazmak da insanı şair yapmaz. Şair, devamlı bir araştırma ve deneme içersinde olan, mısralarındaki duygu, düşünce ve hayallerin nasıl daha etkileyici anlatılabileceği endişesi içinde hareket eden adamdır.

Unutmayınız ki, Türk edebiyatı içinde şair diye tanınmış ve şiirleriyle hafızamızda yer etmiş sanatçılardan hiç birisi kendisini tam olarak "şair" kabul etmemiştir. Sanatın ne olduğunu anlamış, onu özümsemiş ve doğasını öğrenmiş bir sanatkâr için, "ben şairim" diyebilmek cesaret ister.

Şair toplumun vicdanıdır. Aynı zamanda çağının tanığı olmak zorundadır. Ruhunda hep başkaldırı vardır. Uysal değildir. Uysallaştığı an şair olmaktan çıkar. Sorgulayan, eleştiren, bir tavrı olmalıdır şairin. Ama bunu yaparken didaktik bir söylemi benimsemez. Ucuz, kuru, sığ ve kör bir bakış onun üslûbu değildir. Bir şairimiz şöyle demişti:"Ayna sandım şiiri." Buradan hareketle şair ayna tutandır: Ruhumuza, benliğimize, yüzümüze.

Şair; şiir yazma eylemini sürekli kılan kişidir. Hayata dair bakışını, izlenimini, hislerini şiire döken kişidir. Adeta şiiri hayatının merkezine oturtan kişidir. Çünkü o şiirin safından, şiirin gözlüğünden bakar hayata. Günlük hayatta kullanılan kelimelerin onda daha derin anlamları vardır. Buna "kelimelerin arkasını görmek" denebilir. Şiir, zor olduğu kadar, dinleyenin ruhunu başka bir âleme götürecek kadar kuvvetli bir sanat dalıdır. Gerçek şairlerin arzuladığı tek şey, çok şiir yazmak değil, hafızalarda yer edebilecek birkaç şiir yazabilmektir.

Şair Eşref´e sormuşlar: "Neden şiirlerinizde hedefinizi belirtmiyorsunuz?" "Çünkü" demiş, "Ben şiirlerimi numarasız gözlüklere benzetiyorum. Her takan kişiye uymaları için." Kelimelere yüklenecek anlamda şairi etkileyen etkenler de çok önemlidir. Kelimeleri bulacak kişi şair, ama anlamlandıracak ise okurdur.

Şair kimdir sorusunu bu konuda fikir yürüten erbaplarına sorduğumuzda aklımızda daha farklı fikirler canlanacaktır:

Hasan Ali Yücel şair konusunda şunları söylemektedir; "Şair, bir avcıdır. Meçhuller ormanında hakikatin seraplarını kovalar. Zekâsını yontarak yaptığı okunu avına atar; bu keskin ok, boşluklarda vızıldar; fakat çıktığı yerin çekme kuvvetinden büsbütün kurtulamaz; geri döner ve yumuşak, sıcak bir yere saplanır. Burası bir kalp ve o kalbin sahibi de şairdir."

Şair, ıstırabın neşesini, fakat bundan daha çok neşenin ıstırabını duyandır. Fazilet bizi ağlatmıyor mu? Beklenmedik muvaffakiyetler gözlerimizi yaşartmaz mı? Şair, acıklı ve kaygılı adamdır. Fakat bu acı her zaman bedbinlik ifade etmez; bu kaygı, onu her vakit şüpheci bir insan yapmaz. Siz, olmasını istediğiniz bir emelin özlemiyle hiç ıstırap duymadınız mı? Emeli olan insan bedbin olabilir mi? Şair de sizin gibidir; fark, onun daha çok ıstırap duyabilmesindedir.

Şair kalbinin hudutları çok geniştir. Orada yalnız kendi değil, kendinden özgeleri de yaşar. Onu hep kendinden bahseder görünce aldanmayınız. Terennüm ettiği benlik, liflerini ve dokumalarını başkalarının muhabbet ve nefretlerinden örmüştür. Nefret ve kin de şiddetli bir alâka değil midir? Bu itibarla şair, başkalarına en çok alâka duyan insan sayılmaz mı? Şu halde cemiyetten en çok kaçan bir şair bile cemiyete en yakın bir insandır.

Şair, muayyeniyetlerden varlığını kurtardıkça ve şeniyetlerin bağından sıyrıldığı nispette kendini bulur. Bunu yapabilmek için hayatın bütün kuvvetlerini işletmeye ve en büyük cehdi sarfa mecbur olur. Bu külfetin mukabilinde elde ettiği en değerli nimet, hürriyettir. Şair, cemiyetin en hür insanı ve hürriyetin azat kabul etmez bir kölesidir. Onun için nefsinde devrilmez bir gurur ve şifa bulmak bir melâl hisseder. Goethe'nin yüzüne baktığınız zaman, kaşlarının koyulaşmış mukavvesi yeti altında bulutlu ve yağmurlu iki göz, size en derin hüzünlerini ağlar.

Şair herkese benzemeyen ve benzemekten kaçan adamdır. Eğer onu tanımıyorsanız, hemen size tavsiye ederim, normal insanların arasında dolaşmayınız. Şair, başka bir insandır. Sinirleri, gökle deniz arasına yıldızların gerdiği şualar gibi ince ve keskindir. Başka türlü olsaydı bu kadar titreyebilir ve ruhları titretici sesler çıkarabilir miydi? Onun için değil midir ki bu türlü adamlarla temas ettikçe içimizde ürpermeler duyar, yanmalar hissederiz. Şair, titreyen ve titreten insandır.

Şiir nedir, anlamak isteyenler, dedikodusunu yapan geveze ve acezeden değil, bizzat şair olandan onu sormalı; şair kimdir tanımak isteyenler, şiirin zevkini tatmaya alışarak kendini şair yapmaya çalışmalı ve kendine benzeyenleri seçmelidir.''

Oktay Akbal bir deneme yazısında şairlik hakkında aynen şunları söylüyor: "Şairlik heveslilerinin ilk başta yapacakları şey, kendinden önce neler yazılmış, hangi gerekçelerle, itmelerle, duygulanmalarla, düşüncelerle yazılmış bunları bilmek ve incelemektir." Ve ekliyor: "Şair diye ortaya atılmak bir yürekliliktir, saygı duymalı bu yürekliliğe. Öte yandan biraz da acımalı bu yürekliliği gösterenlere, hele böylelerinin çiziktirdikleri şiirle ilgisiz şeylerse."

Robert Suares ise şu görüştedir: "Her isteyen şair olamaz. Şair olmak için mısralar sıralamak yetmez. Şairlik az kimsenin nasibine düşen bir altınca duygudur."

Bu sözler de bize gösteriyor ki, şairlik basite indirgenecek bir olay değildir. Her resim yapana ressam diyemeyeceğimiz gibi, her şiir yazana da şair diyemeyiz. Şair ilham alandan çok ilham veren, içinde ayrı bir dünya taşıyan, olayları kuvvetle duyan, duyduklarını duyuran ve güzellik yaratan insandır. Gerçek şair tüm insanlığın yükünü omuzlarında hisseden kişidir. O, bize yaşama sevinci verebilen, hayatımızı daha renkli, daha canlı ve daha derinden duyurabilen bir yaratıcıdır. Ve onun asıl özelliği, bir duyguyu alıştığımız deyiş düzeni dışında anlatabilmesi, yaşantının nabzını bir şiir diliyle duyurabilmesidir.

Bülbülün sesi güzeldir fakat bu sesi birkaç saniyeliğine değil de, devamlı olarak uzun bir süre duyarsak, bu ses, bütün güzelliğini kaybeder; insana da zamanla bıkkınlık verir. Dilin bütün incelikleri ile tanınması şair için en elzem olandır. Dilini tanımayan ve kelime hazinesi düşük olan şairler, gelenek içersinde tekrara düşerler. İyi bir şair, şiirin ne için yazılacağını, hangi metotlarla ve düzenle, hangi ritimle, hangi kafiyelerle ve hangi uzunlukta olacağını iyi hesap edebilendir. Azeri şair Mikail Müşfik ise şöyle diyor; "Her kim ben şairim diyorsa, adamda hayâ gerek."

Sözün özü şairlik, samanlıktaki iğneyi bulup karanlıkta ipliği delikten geçirmektir. Herkes şair olamaz. Herkes şiir yazamaz. Sanatla bilgiyi aynı kefede yani şiirde toplamak ancak şairlerin işidir.