Koronadan sonra ne olacak?

Dünyayı kasıp kavuran korona salgını sona erdiğinde virüsün geride nasıl bir dünya ve küresel sistem bırakacağı tartışma konusu... Bu konuda Türkiye'nin en önemli entelektüellerinden, Yeni Şafak yazarı Mustafa Kutlu'nun bugüne kadar duyduklarınızdan çok farklı bir görüşü var...

Dünya genelinde sosyal ve ekonomik sistemi altüst eden koronavirüs salgını ile topyekün mücadele devam ediyor.

Kovid-19 virüsünün kaynağı, pandemiye dönüşme süreci, küresel siyaset ile ekonomiye etkileri ve salgın sonrası dünyanın nasıl şekilleneceği konusundaki tartışmalar da sürüyor.

Post-korona dönemini değerlendiren uzmanlar salgın sonrası toplumlarda ve devlet sistemlerinde radikal değişiklikler yaşanacağı öngörüsünde bulunuyor.

Ancak genel kabul gören bu düşünceye katılmayan bir isim var...

Ünlü edebiyatçı, Yeni Şafak yazarı Mustafa Kutlu bugünkü köşe yazısında korona salgını sonrasında hayatın eski düzenine kısa sürede döneceği görüşünü paylaşarak, "Evet insan aceleci, nankör ve unutkandır." ifadelerini kullandı.

Kutlu, "Deniyor ki “Koronadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”. Acaba?! Benim fikrim şudur: Olanlar unutulacak ve koronadan bin kat daha insafsız olan kapitalizm, onu yürürlükte tutan güçlerin elinde yine hükmünü yürütecek." diye yazdı.

İşte o köşe yazısı;

- Koronadan sonra

Bütün dünya malum virüsün pençesinde kıvranıyor. Bir yandan ilaç aranıyor, öte yandan ceset torbası. Bu korku insanoğlunu kendine getirir ve yeni bir dünya düzeni kurulabilir mi?

Zümer Suresi’nde şöyle buyruluyor: “İnsanoğlu devasız bir derde düşünce Allah’a yalvarır, kurtuluş diler. Selamete çıkınca olanları unutur, eski yolunu tutar.”

Zamanında bu düzeni şöyle tasvir etmiştim: “Büyü bozuldu. Belki bu yüzden edebiyatın yerini medya aldı. Eski dünyanın bizi uçuran şiirsel bir yanı vardı, şimdi şiir bir yürek burkuntusu sadece.

Hayretimizi, şaşkınlığımızı yitirdik. Oysa insan korkar, şaşar, hayret eder, ürker, dehşete kapılır vesaire.

Havai fişeklerin rengarenk patlamaları, gökyüzünü boyamaları ile misket bombasının patlatılması nasıl da birbirine benziyor. Utanmasak “eğlenceli” diyeceğiz.

Acaba utanmak hâlâ gündemde mi; yoksa alay konusu edileli çok mu oldu?

Bakın geçen yıl bir “sahte rakı” operasyonu dolaştı dillerde.

Önce Menekşe sahilinde yaşlı bir alkoliğin cesedi bulundu. Yapılan inceleme sonucu adamın alkol zehirlenmesinden (sahte rakı) öldüğü anlaşıldı.

Sahte rakının peşine düşen polis çeteyi yakaladı. Çete reisinin bu işi defalarca yapmış, içeri girip çıkmış birisi olduğu anlaşıldı.

“Ne var bunda?” diyeceksiniz değil mi?

Demeyin.

Sahilde ölen ihtiyarın bu adamın babası olduğu anlaşıldı. Yani adam oğlunun imal ettiği rakıdan içerek ölmüş.

İş bu kadarla kalsa iyi. Meğer bu ihtiyar da bu işin ustasıymış, o da sahte rakı imalatından defalarca içeri girmiş çıkmış.

İşte size bir “Babalar ve oğulları” hikâyesi. İnanılır gibi değil. Ama medyada öyle cinayetler görüyor, öyle dehşetli sahneler seyrediyoruz ki; bu tuhaf-acı-şaşırtıcı olay bir oyun, bir skeç gibi algılandı. Kah kah gülenler bile oldu.

Demek ki ölümün, işkencenin, toplu imhanın, bombaların, yıkılan evlerin, kaçışan insanların, kolu bacağı kopmuş çocukların görüntüsü bizi artık kazımıyor.

Kimse ekranı kapatmıyor.

Kimsenin kılı kıpırdamıyor.

Amerika Irak’a girdi, gireli seneler oldu, milyonun üzerinde insan öldü, medeni dünyanın umrunda değil.

Her iki buçuk saniyede dünyada açlıktan bir çocuk ölüyor, kimsenin umrunda değil.

Hissiyatımız (insanlığımız) dumura uğradı.

Gösteriler yapılıyor, bayraklar sallanıyor, nutuklar atılıyor, bütün bunlar ekran süsü gibi haber bültenlerine hareket katmaktan öteye gitmiyor.

Elbette bütün bunların bir sebebi vardır. O sebep malumdur. İnsanlığa insan olmayı öğreten “ahlâk”tan uzaklaşmak. (Öyle ki ahlâk bizi Allah’a götürecek diye ödü kopanlar “etik” kelimesine sığındılar.) Ahlâkın bir tek kaynağı vardır: İlâhî emir ve yasaklar. Öte dünya inancı, hesap günü. Yüzyıllardır bunun bir “safsata” olduğu pompalanıyor. Sen gününü gün et, ânı yaşa, kendini sev. Altta kalanın canı çıksın.

Hesap gününü hesaba katmayan bir “adalet” olur mu? Olur.

Güçlünün koyduğu kanun budur. Veyl mağluplara. Ama kan ve gözyaşından elde edilen servet, sahibine huzur vermiyor. Sahip evinin etrafını duvarlarla, dikenli tellerle çeviriyor. Site kapısına güvenlik elemanları yerleştiriyor. Hiç inmiyor arabasından, etrafa bakmıyor. Haberleri ona ileten âletler, insanlar, casuslar, görevliler, laboratuvarlar, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, ilim adamları, aktörler, bankalar, kankalar var.

Yine de uyumadan önce kapısına vurduğu beş açılmaz kilidi defalarca kontrol ediyor.

Nafile. Beyhude.

Ruh sağlığı giderek bozuluyor. Ne içki, ne seks, ne uyuşturucu, ne doktor ne ilaç içindeki yangını söndürmüyor. İçin için yanıyor adam; bu sebeple sağa sola saldırıyor. Bu adam insanlıktan çıkmıştır artık. Şefkat, merhamet, nedamet, feragat, cömertlik, sabır, şükür, rikkat, hürmet, hizmet onu terk etmiştir.

Ne yazık ki hepimiz o adamın bindiği jipi, oturduğu evi, yüzdüğü havuzu, yediği havyarı, yatağa attığı hatunları, gezdiği bakir köşeleri, yediği kanlı kızartmaları, bir işareti ile rakiplerini yerle bir etmesini istiyor; adamın gücüne tapıyoruz.

Evet insan aceleci, nankör ve unutkandır. Deniyor ki “Koronadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”.

Acaba?!

Benim fikrim şudur: Olanlar unutulacak ve koronadan bin kat daha insafsız olan kapitalizm, onu yürürlükte tutan güçlerin elinde yine hükmünü yürütecek.

“Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş” kitabımı koronadan önce yayımladım.

Âmentü’ye inananlar için bir yol haritası, yeni bir teklif getirdim. Bu konuda imal-i fikr edeceklerin kitaba bigane kalmayacaklarını umuyorum.

 

 

GÜNÜN VİDEOSU

Dilan Polat'ın hayranı pes dedirtti: Cezaevine girdiğinizde kalp krizi geçirdim!

Dilan Polat cezaevine girince kalp krizi geçirdiğini söyleyen hayranı, Polat ile bir araya gelince ağladı.