"Kötülüğü yalnızlaştırmak" için psikolojik strateji şart!
Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler, Sakarya'da Suriyeli hamile kadın ile bebeğinin vahşi bir cinayete kurban gitmesini değerlendirirken, "Toplum psikolojisini yönetirken illa ki bir uzman yardımı almaya ihtiyacımız var. Ki bunu ne yazık ki her şeyi bilen (!) medya profesyonellerine bırakmış durumdayız. Oysa medya kendi muhabirlerine eğitim verecek durumda bile değil. Bunun en iyi örneğini de Sakarya’da dün yaşanan olayda gördük." dedi...
Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler, Sakarya'da Suriyeli hamile kadın ile bebeğinin vahşi bir cinayete kurban gitmesini değerlendirirken, "Toplum psikolojisini yönetirken illa ki bir uzman yardımı almaya ihtiyacımız var. Ki bunu ne yazık ki her şeyi bilen (!) medya profesyonellerine bırakmış durumdayız. Oysa medya kendi muhabirlerine eğitim verecek durumda bile değil. Bunun en iyi örneğini de Sakarya’da dün yaşanan olayda gördük." dedi...
Sakarya’daki dehşet verici cinayet ve geçen hafta mahallelerde ortaya çıkan olayları değerlendirirken bir iki noktanın üzerinde durmak istiyorum.
Bunların başında kültürel farklara bakış ve buna bağlı olarak ırkçılık ve ayrımcılık içeren söylemler geliyor.
Mültecilerle mahalle kavgalarını sıkça duymaya başladık. Yaşam kültürleri birbirinden farklı iki halk elbette birlikte yaşarken bir uyum sorunu çekecektir. Birisi gece, gürültülü, sokaklara taşarak bir arada yaşamaya alışkın bir halk, diğeri ise tam tersi. Semboller, vücut dilleri, kızgınlık, beğeni ifadeleri bile birbirinden farklı. Farkında olmamız gerekir ki bunlar olağan hayatın akışının bir parçası. Biz de başka halklar tarafından benzer duygularla karşılanıyoruz.
Almanya’ya çalışmaya gidenler anlatırlar; Türklerin oturduğu apartmanlarda çocuk sesi, kapıda ayakkabı yığıntısı, akşam 8’den sonra artan misafir trafiği ve buna bağlı olarak bağırıp çağırarak konuşan bir halkın gürültülü yaşantısı Almanlarda o kadar çok sorun olmuş ki; komşular çareyi polis çağırıp ceza yazdırmakta bulurlarmış. Avrupa’da ziyaret ettiğimiz Türk evlerinde daha gitmeden böylesi uyarılar duyarım. Aman geç oldu gürültü yapmayın, komşular rahatsız olmasın, polis çağırmasın diyenler... İlk Türk göçünün 1950’li yılların sonunda başladığı düşünülürse 60 yıllık bir ortak yaşam deneyiminden ve hala süren önyargılardan söz ediyoruz. Nitekim ortada bir gerçek var ki Avrupa’nın ortasında Türklerin yoğun yaşadığı mahalleler kokusu, gürültüsü, temizliği, nizamı, telaşı, kalabalığıyla hala ayrışıyor.
Elbette her toplumda kültürel farklar yaşam tarzını, kent ve mahalle hayatını etkiler. Aynı ülkenin içinde bile farklı. Mardinli ile Trabzonlunun, Kayserili ile Aydınlının yaşam kültürü bile farklıdır. Bu, temizlik anlayışından sosyal adaba pek çok alanı kapsar.
Anadolu’dan İstanbul’a göçün ilk yıllarında ve hatta bugün de benzer tablolar yaşanmıyor mu? Şehirlerdeki “yerli” ve “dışarlıklı” ayırımı bir kültürel yadırgamayı hatta önyargıları kapsayan bir değerlendirme değil midir?
Suriyeli mültecilerin yaşadığı mahallelerde apartmanlarda yaşananlar da bu yaşam ve kültür farkından bağımsız değil. Elbette böyle olaylara ırkçı, merhametsiz, insan sevmeyen, kötücül yaklaşanlar da var ve de olmaya devam edecek. İlla ki bunları genel bir havanın içinde eritmek, yalnızlaştırmak mümkün olabilir. Mesele, birlikte yaşamayı kolaylaştıracak çatıyı, kötüleri marjinalize edebilecek şekilde oluşturabilmek.
Her şeyden önce genel geçer yargılardan uzak durmak yeterli. Bilinmesi gerekir ki davranışsal farklar çoğu zaman adap, medeniyet, gelişmişlik sorunu değil kültür sorunu olarak ortaya çıkıyor. Buna örnek olarak da her yerde burunlarını sümkürerek temizlemeyi normal gören İngilizleri, çişlerini herkesin içinde yapmayı normal gören Uzakdoğu kültürlerini örnek vermek isterim.
Diğer taraftan toplum psikolojisini yönetirken illa ki bir uzman yardımı almaya ihtiyacımız var. Ki bunu ne yazık ki her şeyi bilen (!) medya profesyonellerine bırakmış durumdayız. Oysa medya kendi muhabirlerine eğitim verecek durumda bile değil. Bunun en iyi örneğini de Sakarya’da dün yaşanan olayda gördük. Mülteci derneklerinin kınamasıyla haberdar olduk. Aslında çok sıradan bir metin olarak dikkat etmeden de okuyup geçebilirdik. Zihnimizde cinayet bir anlam bile kazanabilirdi. Haber diyor ki “Suriyeli kadının güzelliği ile dikkatini çektiği komşusu B.K.’nın bu nedenle bu olayı gerçekleştirmiş olabileceği… ” gibi cinayeti makulleştiren bu ifadelerin çok daha kötülerine rastlamak mümkün.
Medyanın haberleri sunarken ortaya koyduğu dil toplumun duygu yönetiminde etkili oluyor. Muhabirlere haber içeriği oluştururken toplumun duygularını göz önüne alan, dikkat edilecek noktalara ilişkin bir eğitim mutlaka verilmeli.
Diğer taraftan zaman zaman nasıl kendi psikolojimiz için de yardım alıyorsak, toplum psikolojisini yönetebilmek için de uzmanlardan yardım almalıyız. Bu konuda özellikle sosyal bilimler alanında iddialı üniversitelerin araştırmalara ağırlık vermesini önemli buluyorum. Birey olarak öyle zamanlar geliyor ki; bırakın başkasına bakışımızı, kendimize bakışımızı bile profesyonel destek alarak düzeltebiliyoruz. Kendinden nefret eden insan sayısı bile hiç küçümsenecek kadar az değil. Hal böyleyken toplum psikolojisini yönetebilmek için mutlaka uzman ekiplere ve bir psikolojik stratejiye ihtiyaç var.
Avrupa’da mültecilerin durumunu anlatan belgesel araştırmaları esnasında da gördüm ki; yerleşmiş bir mülteci kabul sistemi olan Avrupa’da kültürel uyumsuzluğun telafisi öncelikli konuların başında geliyor. Bu konu yerel yönetimlerin temel işlerinin en başında. Avrupa’da görüştüğüm belediye başkanları kültürel uyumsuzluğun maliyetinin onları uyumlandırmak için harcanandan çok daha fazla olduğunu söylüyorlar. Bu kültürel uyumlandırma sürecinde dil- kültür öğretimi birlikte ilerliyor. Bunları öğreten merkezlerin yanı sıra, çocuklara ders çalıştıran emekli öğretmenlerin organizasyonu gibi pek çok gönüllü de devrede. Avrupa’da sivil toplum çalışmaları görünüşte basit ama uzun vadede önemli birçok alanı kapsayabiliyor.
Bizde de çok güçlü sivil kuruluşlar var, büyük kapsamlı işler yapıyorlar. Ancak toplumsal bakışımız ağırlıklı olarak (bu da bizim kültürümüz) günlük ihtiyaçlara odaklanmış durumda. Olaylar gösteriyor ki; yemek, giysi, ev eşyası bulmaya yönelik sivil kuruluş mantığını kültürel uyumu sağlamaya yönelik çalışmalara dönüştürmeye daha çok odaklanmak zorundayız. Elbette bunun için mültecilerle yerli halk arasında köprü olacak iyi insanlara, barış elçilerine, rol modellere ihtiyaç var. İyi insan bulmakta zorlanacağımızı düşünmüyorum. Ama bunu sistematize etmek, sürdürebilir hale getirmek biraz vakit alabilir.