Kriz arzusu mu, iptal sebebi mi?
TBMM Başkanı Binali Yıldırım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olunca “anayasa uzmanları” çoğaldı. Kimisi derhal istifa etmeli dedi, kimisi gerek olmadığını söyledi. Anayasa’nın 94. Maddesi üzerinden yürütülen tartışmalara en az takılanlar siyasi partilerimizin genel başkanları oldu.
MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli istifayı gerekli görmediğini açıkladı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da olayı polemik konusu yapmayacaklarını, işlerine bakacaklarını belirtti.
İki liderin tutumu da benim kanaatimce çok önemli ve makuldür. Siyasetin aşırı keskinleşmesi, siyasetçilerin birbirlerini adeta bir savaş içinde imiş gibi kıyasıya ve hoşgörüsüz bir şekilde tahrip etmeleri doğru değil.
Yukarılardaki kavgalar bir süre sonra işin doğası gereği sona eriyor, unutuluyor, siyasetçiler birbirleri ile biraraya geliyor ama iş tabanda çok ciddi kırılmalar, husumetler oluşturabiliyor.
Partilerin taraftarları seçim sürecindeki keskinleşmenin getirdiği gerginliği üzerinden atamıyor.
Bir değerli emekli hukukçu, Binali Yıldırım’ın TBMM Başkanlığı’ndan istifa etmemesi halinin “tam kanunsuzluk” durumuna girdiğini ve seçim sonuçlarının yok hükmünde olacağını, seçimin yenilenmesi gerekebileceğini söylemiş.
Hatırlanırsa TBMM’de, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görevini tamamlamasına müteakip yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde de meşhur 367 krizi çıkmıştı. Bir değerli, tanınmış hukukçu, TBMM’nin en az 367 üye ile toplanabileceğini söylemiş, bunun üzerine muhalefet oturumlara girmeyince hem Cumhurbaşkanı seçilmesi imkansız hale gelmiş, hem de sistem tıkanmıştı.
Yapılan erken genel seçimle birlikte MHP yeniden TBMM’ye girmiş, AK Parti adayı Abdullah Gül’e karşı kendi Cumhurbaşkanı adayını çıkarmış ve genel kurulda seçim için yerini almıştı. Yine CHP ile birlikte seçime giren ve parlamentoya gelen DSP milletvekilleri de genel kurulda yerlerini alınca 367 krizi aşılmış ve Cumhurbaşkanı seçimi gerçekleşmişti.
Bu zorlama krizi CHP hep kendi zaviyesinden izah etmeye çalıştı. Yıllarca MHP’nin Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirdiği gibi gerçekdışı bir söyleme sarıldı. Kendi içinden seçilen DSP’lilerin katılımı ile bile 367’nin aşıldığını görmezden geldi. Abdullah Gül’ü, Recep Tayyip Erdoğan karşısında çatı aday yapmak için ne kadar uğraştığını ise tüm kamuoyu biliyor…
Böyle zorlamalarla demokrasi tahrip oluyor. Siyaset zemin kaybediyor. Sayın Yıldırım’ın istifa edip etmemesi artık kendi bileceği bir husus. Pek çok vatandaş gibi ben de “bu polemiklere neden olmasaydı daha iyi olurdu” diyenlerdenim.
Ama kalkıp tam hukuksuzluk ve seçimin yenilenmesi gibi çok uç noktalara gitmek iyi bir şey değildir. Türkiye’yi yeniden 367 benzeri gereksiz ve vakit kaybettirici yerlere götürür. İnsanlarımızı da yok yere birbirlerine husumet beslemeye iter.
CHP’nin Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’nun tarzını takdir etmek lazım. Bu türden agresif çıkışlar yerine, İstanbul’un önceki belediye başkanları ile buluşup fikir ve görüşlerini alıyor, havayı yumuşatıyor. Seçimi bir savaş haline getirmeye uğraşmıyor. Yarışın belli bir nezaket ortamı içinde gitmesine katkı sağlıyor.
Binali Yıldırım’ın da tarzı gayet açık. Türk siyasetinde güleryüzü, çalışkanlığı ve büyük projelerin adamı olarak iz bırakan kıymetli isimler arasında. Son derece nazik, olgun ve gerginlikten uzak.
Türkiye’nin en az ihtiyaç duyduğu şey kamplaşma ve gerginliktir. Kıymetli hukukçularımızın görüşlerine saygı duymakla, hukuki bilgilerini asla tartışmamakla birlikte bizi götüreceği yerin yararımıza olmayacağını hatırlatmak isterim.
Türkiye bu tür konularda çok zaman ve zemin kaybediyor. Sonrasında Sayın Abdullah Gül örneğinde olduğu gibi 367 gerekçesinden hareketle TBMM’ye girmeyen ve sistemi tıkayan parti, bu kez aynı insanı bir kez daha Cumhurbaşkanı yapabilmek için çırpınabiliyor. Taban ise hala birbirleriyle “Abdullah Gül’ü kim Cumhurbaşkanı seçtirdi?” tartışması yapıyor…