Kürtlere kim saldırıyor?
Bugüne kadar Barış Pınarı Harekatı hakkında kaleme alınan en anlamlı köşe yazısının altında Kürt asıllı bir Türk vatandaşının imzası vardı. Muhsin Kızılkaya'nın, "Kürtlere kim saldırıyor?" başlığını taşıyan yazısı Batı dünyasına önemli mesajlar taşıyor..
Türkiye'nin Fırat'ın doğusundaki PKK/PYD terör hedeflerine yönelik başlattığı Barış Pınarı Harekatı'nda 8'inci güne girildi.
9 Ekim'de başlatılan harekatta şu ana kadar 637 terörist etkisiz hale getirilirken, terör örgütünün sivil yerleşim yerlerini hedef alan saldırılarında 20 sivil şehit oldu.
Ancak PKK/YPG terör örgütünün bu alçak saldırılarına karşın özellikle Batı medyasında Türk ordusunun Suriye topraklarında "Kürtlere yönelik bir sivil katliam yaptığı" yönünde gerçeği yansıtmayan haberler yer aldı.
Hatta bu manipülatif haberlerin dozu ve adedi son dönemde o kadar fazlalaştı ki dünya kamuoyunun bölgede yaşanan gelişmelerin iç yüzü hakkında gerçek bilgilere erişmesi neredeyse imkansız hale geldi.
Ancak işte bu karanlık ortamda, Türkiye'ye yönelik önyargı ve ırkçı yaklaşımın körüklendiği bir dönemde, Kürt asıllı Türkiye vatandaşı, yazar Muhsin Kızılkaya'nın çığlığı duyuldu.
On yıllardır süren PKK terörü ve vahşetine isyan bayrağı açan, Batı'nın iki yüzlü Kürt politikasına ateş püsküren Kızılkaya, "Kürtlere kim saldırıyor?" sorusunun yanıtını anadili Kürtçe olan bir Türkiye vatandaşı olarak anlattı...
* İşte Türkiye düşmanlığı yapan o ülkelerin dillerine tek tek tercüme edilip yayınlanması gereken o köşe yazısı;
- Kürtlere kim saldırıyor?
PKK/YPG’nin Nusaybin’e attığı roketle ölen Mehmet Şirin Demir’in, Gülay Demir’in babası olduğunu bilmiyordum.
Çünkü ben Gülay’ın soyadını bilmiyordum.
Bir ara arkadaşım Orhan Miroğlu’nun yanında çalışıyordu, karımın arkadaşıydı, İstanbul’a geldiğinde görüşürdük arada bir ama merak edip soyadını hiç sormadım.
Biz onu “Gülay” olarak biliyorduk.
TRT Kurdi’de çalışıyordu.
*
Ölen kişinin Gülay’ın babası olduğunu Pazartesi günü Habertürk’te Yasemin Güner’in yazısından öğrendim.
Hemen Gülay’ı aradık, telefonu kapalıydı.
Bir saat sora açtı telefonu.
Telefonda feryat figandı:
“Ben haberi uçakta aldım hocam,” dedi ve ağlamaya başladı. Gerisini getiremedi.
“Sakin ol Gülay, al anneni, kardeşini git Ankara’ya” dedim.
“Gideceğim hocam ama taziye var burada...”
“Üç gün taziye yeter, git oradan.”
Aklıma söyleyecek başka bir şey gelmiyordu.
“Nusaybin’in içine roket atınca babam yaralıların yardımına koşmuş. Sokakta oynayan çocukların ölmesini engelleyeyim derken ikinci roket ona isabet etti hocam... Sedyeyle onu hastaneye taşıyan sağlık görevlisi anlattı. Durumu berbattı ama konuşabiliyordu. Beni bırakın, ben iyiyim, siz çocuklarla, öbür yaralılarla ilgilenin diyordu. Bu son sözleri oldu.”
“Sen böyle bir babanın kızısın Gülaycığım, metin ol!”
“Annemle, kız kardeşimle biz ne yapacağız şimdi hocam? Bizden her şeyimizi aldılar.”
Birkaç teselli cümlesi daha kurdum ama nafile...
*
Oturdum düşündüm. Nusaybin’e, sivillerin yaşadığı bir kasabaya neden roket atarlar acaba?
Şu sonuca ulaştım.
*
“Barış Pınarı Harekatı”yla birlikte ordu birlikleri sınırı geçince, örgütün akılına her zaman uyguladıkları taktik gelmiş.
Haydi daha çok sivil öldürelim, daha çok masum insan yok edelim ki devlete karşı öfke büyüsün! (Moğulların önlerine esirleri katması gibi.)
Öldürülen her sivil nasılsa devletin hanesine yazılacak. Kimse onları bizim öldürdüğümüze inanmayacak. Nasılsa bütün etkili iletişim araçları, insan hakları örgütleri, kendilerine bağlı sivil toplum kuruluşları, kısacası adına “demokrasi güçleri” dedikleri bütün o okumuş yazmış kitle bu roketleri onların attığını kabullenmeyecek; sivil ölümleri önemsemeyecekler. Avrupalılar da hakeza, sivil yerleşim yerlerine attığımız roketleri nasılsa devletin roketi sanacaklar. Daha çok kadın, çocuk, masum sivil öldürelim ki devlete karşı öfke büyüsün, büyüsün ki “serhildan” zemini oluşsun.
Bu, tedhiş örgütü PKK’nın; tarihi kadar eski bir taktiğidir. İlk başlarda, 1980’li yıllarda, kendilerinin yanında yer almayan, daha sonra korucu olan köylere baskın düzenleyip hedef gözetmeden çoluk çocuk, kadın yaşlı öldürdüler. Kundaktaki bebelerin bağrına kurşun sıktılar. Ölümleri çoğalttılar. Bu saldırıların çoğunu da devlete mal ettiler. Kontrgerilla saldırdı dediler. Böylece öfkeyi büyüttüler, mağdur yarattılar, mağduriyetten mecburiyet yarattılar. Üstüne, o dönemin devletinin hataları da gelince bugünkü güçlerine ulaştılar.
Bu gelenekten hiç vazgeçmedi tedhiş örgütü. Binlerce masum sivilin ölümüne sebep oldular ve hepsini bir şekilde devletin hanesinde yazdırmayı başardılar.
*
Bu kez de öyle yapmayı düşünüyorlar. Sınırın öte yakasından birkaç roket sınırın bu tarafına atıp daha çok sivilin ölümünü amaçlıyorlar. Böylece devlete karşı olan öfkeyi büyüteceklerini sanıyorlar.
2015 yılında yürürlüğe koyup Kürt halkının iki yüz yıllık haklı taleplerini gömdükleri o hendek, çukur geleneğini sürdürmek istiyorlar.
Ama artık bu taktik pek işe yaramıyor.
Benim naçizane bir önerim var kendilerine.
Hani Trump “Parasını verdik bizim için savaştılar” dedi ya onlar için... Hem para verdiler, hem de silah... Nasılsa ellerinde Nusaybin’e attıklarına benzer bir sürü roket var. Bugünden tezi yok, o roketlerden birisini bir Amerikan üssüne göndersinler. Birkaç Amerikan askerini öldürsünler, sonra da “roketi biz değil TC attı” desinler. Belki Amerika yardımlarına gelir.
Hadi yapsanıza!
Gülay’ın babasının yaşadığı sokakta oynayan Kürt çocuklarına roket sallamak kolay. Hadi Emperyalizme de bir roket sallasanıza.
Diyelim o zor. O halde daha kolay bir hedef göstereyim size.
Benzer bir roketi şu ana kadar tek bir kurşun sıkmadan size bir “devrim” hediye eden dostunuz Esat’ın bir karakoluna attın.
Atın ve “Türk devleti attı” deyin.
Belki Esat biraz daha öfkelenir, bir an önce yardımınıza gelir.
Ona karşı yaptığınız devriminizi güvence altına alır.
*
Önce siz Erdoğan’ın her şeyi göze alarak başlattığı çözüm sürecine ihanet ettiniz.
İçinizdeki mezhepçi Türk solcularının gazına gelip “devrimci halk savaşı” hülyasıyla yüzyıllık bir sorunu ortadan kaldıracak bu önemli barış girişimi alıp çukurlara gömdünüz.
Emperyalizmin size vaat ettiği bir küçük devletçiğin rüyasını, neredeyse yüz yıldan beri başı rahat bir yastık yüzü görmemiş Kürdün huzurundan üstün tuttunuz; o devletçiğin rüyasını görmeye başladınız.
Şimdi köşeye sıkışınca da, “Amerika bize ihanet etti” diye bağırıyorsunuz.
*
Öyle ya Amerika size ihanet etti.
Esat ihanet etti size.
Cümle emperyalist güçler ihanet etti size.
Siz de bu ihanetin cezasını masum Kürtlere kesiyorsunuz şimdi.
Nusaybin’e, Kızıltepe’ye havan mermisi, roket atıyor; Nusaybin’de çoluk çocuk ölmesin diye canını siper eden Gülay’ın yaşlı babasını, Kızıltepe’de 11 yaşında kız çocuklarını öldürüyorsunuz.
Sonra da Türkiye Kürtlere saldırıyor diye dünyayı ayağa kaldırıyorsunuz!
Hayır Türkiye Kürtlere saldırmıyor. Türkiye, Kürtlere saldıran, onları yerinden yurdundan eden sizin gibi Kürt, Türk ve Arap Baasçılarına karşı kendini koruyor, sınırlarını güvenceye almak istiyor, siz de yedi düvel emperyalistle işbirliği yapmış; sivil, masum Kürtlere havan mermisi, roket atıyorsunuz!
O kadar!