Ludditler Haklı Mıydı?
Bilimin sürekli gelişmesi ve teknoloji aracılığıyla günlük yaşamı hızla dönüştürmesi artık hepimizin tanık olduğu bir gerçeklik. Özellikle son yüz yıl bu bağlamda dev teknolojik dönüşümlere tanıklık etti. Teknolojik dönüşümlerin ekonomik refaha olumlu etkileri görülmesine rağmen sosyoekonomik bağlamda dönüştürücü dalgaları çoğunlukla endişeyle karşılandı. İşgücü piyasasında doğrudan etkilerinin kısa sürede görüldüğü yerlerde bu endişe, kendisini sert tepkilere bıraktı.
Teknolojik dalgalara direnç, çoğu kez ideolojik yaklaşımlardan ziyade sosyoekonomik yapıda yol açtığı maliyetli dönüşümlere karşı koyma tavrını yansıtmaktadır. Teknolojik dönüşümlere karşı şiddetli direnç göstermenin tarihi sıklıkla Ludizm bağlamında ele alınır. Örneğin, Mustafa Süleyman yapay zekâ ile gelen yeni teknolojik dalganın nasıl kontrol edilebileceği sorununu irdelediği ‘The Coming Wave’ kitabında Ludditler’e atıf yapmaktadır. Sanayi Devrimi sonrası fabrikalarda makineleşmenin yaygınlaşmasının yol açtığı sorunlara tepki olarak Ludditler, dokuma tezgâhlarına saldırarak makineleri parçalamışlardır. Mustafa Süleyman, I. Elizabeth’in on altıncı yüzyılın sonlarında, loncaları rahatsız edebileceği gerekçesiyle yeni bir tür örgü makinesini reddettiğini belirterek loncaların Nürnberg, Danzig, Hollanda ve İngiltere'de yeni tür dokuma tezgâhlarını nasıl parçaladıklarına değinir.
Bu tavrın karşısında iyimser ana akım başka bir tavır durmaktadır. Bu tavra göre, teknolojik gelişmeler bir taraftan verimliliği artırırken diğer taraftan yeni iş pozisyonları üreterek işgücüne talebi artıracak ve istihdamda yol açabileceği olumsuz etkileri telafi edecektir. Ani olumsuz tepkiler vermek yerine, sabırla beklenmelidir. Bu tavır, özellikle dijitalleşme ve otomasyonun yaygınlaşmasında da tekrarlandı. Otomasyon köklü dönüşümlere yol açarken ekonomi ve işgücü piyasalarına etkileri yine iyimser yaklaşımlarla ve uzun vadeli olumlu beklentilerle geçiştirildi. Her kırılma noktasında teknolojinin daha çok faydalarına odaklanılırken emek ve diğer alanlarda yol açabileceği olumsuz etkiler genellikle görmezden gelindi. Dolayısıyla, son onlu yıllarda büyük teknolojik dönüşümlerde beklenti, teknolojik dalgaların yeni iş pozisyonları ve yeni meslekler üreterek bu olumsuz tabloyu dengeleyeceği şeklinde oldu.
Orta Sınıf Çöküyor
Toplumun büyük bir kesimi bu beklenti ile yeni işlerde istihdamı bekleye dursun, teknolojik dönüşümlerin ve otomasyonun hızlanması uzun zamandan beri ekonomik refahı üstel bir şekilde bu teknolojik dönüşümleri üreten, yöneten ve yeni pozisyonları yüksek becerileri ile kapatan kesimler üzerinde yoğunlaştırmaya devam ediyor. Orta becerilere sahip bireyler giderek artan bir şekilde ya işsiz kalıyor ya da daha düşük ücretli işlerde çalışmaya zorlanıyor. Düşük becerili işlere talip kitle büyüdükçe ücretler düşmeye devam ediyor. Dolayısıyla orta sınıf, teknolojik dalgalarla sosyoekonomik seviye olarak hızla alt sınıflara doğru itiliyor. Sosyoekonomik seviye düştükçe, orta sınıflar daha önce ulaştıkları eğitim, sağlık hizmetleri gibi hizmetlere daha zor ve kalitesiz bir şekilde erişebilirken fiziksel mekânları da mahalleleri de yer değiştirmeye başlıyor.
1970’li yıllardan itibaren çoğu ülkede benzer manzaralar yaşanmaya devam ediyor. Daniel Markovitz’in ‘The Meritocracy Trap: How America’s Foundational Myth Feeds Inequality, Dismantles the Middle Class, and Devours the Elite’ kitabı aslında özelde Amerika’da genelde tüm ülkelerde bu dönüşümün ve orta sınıfın çöküşünün hikâyesini anlatıyor. Son onlu yıllarda yaşanan teknolojik dalgalar, ekonomide yol açtığı büyük dönüşümlerle orta sınıfı alt sınıflara yaklaştırırken az sayıda varlıklı aileyi teknolojik dönüşümün ve dolayısıyla üstel artan ücretlerin etrafında kümelemeye devam ediyor. Bu süreçte kitleselleşmeyle erişilenlerin niteliği her geçen gün düşmeye, nitelikli hizmetler az sayıda yerde kümelenmeye ve maliyeti de yükselmeye devam ediyor. Dolayısıyla nitelikli hizmetlerin erişimine güç yetirebilme eşiği sürekli yükseliyor. Amerikan Rüyası artık bir döneme ait sadece bir rüya olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor.
Yapay zekâ teknolojilerinin artık bir ekosistem oluşturacak şekilde hızla yaşamın tüm alanlarını kapsamaya başlamasında da toplumlar, yine aynı varsayımlara dayalı olumlu bir beklentiye sokulmaya çalışılıyor. Bu beklentiye göre, yapay zekâ teknolojileri çoğu iş pozisyonunu ortadan kaldırırken verimliliği ve üretkenliği artırarak çok sayıda yeni iş pozisyonları üretecek ve böylece istihdamda denge bir şekilde sağlanacaktır. Oysa geçmiş deneyimler otomasyon ile gelen verimlilik ve üretkenlik artışının çoğunlukla işgücünden ziyade sermayeye çok daha fazla fayda sağladığına işaret etmektedir. İşletmelerin istihdam kapasitesi yeni teknolojilerle sürekli daralırken yeni işler, kazanılması çok daha maliyetli üst beceriler ve deneyimler gerektiriyor. Dahası Mustafa Süleyman’ın ifade ettiği gibi üretilecek yeni işlerin de zamanla yapay zekâ tarafından yerine getirebileceği yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.
Özetle, otomasyonun yaygınlaşmasıyla önemli bir darbe alan ve avantajlarının büyük bir kısmını kaybeden orta ve alt sınıfların aleyhine yapay zekâ ile daha şiddetli bir şok dalgası yükselmektedir. Doğal olarak gelinen noktada önceki sosyoekonomik seviyesini kaybeden büyük kitleler siyasi olarak çok daha kolay manipüle edilebilir durumdalar. Bu nedenle ülkelerde aşırı uçlar ve söylemler kendilerine hızla taban bulabiliyor ve giderek yaygınlaşıyor. Yankı odaları artık çok kolay bir şekilde oluşturularak toplumsal kutuplaşmalar artırılıyor. Velhasıl çok daha zor günler yaklaşıyor…