Mantık aslında basit...
Yaz sıcağında karşılaştığım birkaç okurum dedi ki “Milletin ruhu tatildeyken, ciddi konulara girmeyin, hafiften takılın.”
Elbette böyle demediler, demeye getirdiler.
Cırcır böceğinin cırlamasını, Japon gülümün yaprağının düşüşünü ciddiye alan ben, okurun dediğini nasıl yapacaksam...
Özünde haklılar.
Güneş çıkmış tepeye. 10 gün, bilemedin 15 gün kafa dinleyecek insanı dürtmeye ne gerek var?
Mantık aslında basit;
İnsanı yormayacaksın. Eşşek kadar olana dek, elinde kaşıkla anası peşinde koşan bir milletiz.
Can sıkmayacaksın. Her şey üstüne geliyorsa, sen neden üstüne gidiyorsun?
Ciddi konularda konuşmayacaksın. Konuşmaktan anladığın geyik çevirmek olacak.
Eğlendireceksin. En güvendiği insan tipi Seda Sayan sonuçta.
Germeyeceksin. Davul misali gerim gerim dolananların sayısı hayli fazla.
Eleştirmeyeceksin. “Senin gibisini görmedim” dedin mi, tavus kuşuna dönüyor en sümsüğümüz.
Her düzeyde böyle yaptın mı, bak o zaman senden iyisi var mı?
UÇAĞA ÇAĞRILIRSAM BEN NE YAPARIM?
Ahmet Hakan’ın Cumhurbaşkanı uçağına binmesi sorun oldu ya.
İsmail Saymaz “Davet ederlerse elbette binerim, gazeteciyim” deyince, Murat Yetkin destek atmış: “Çağırırlarsa git İsmail.”
Aldı beni bir telaş. Ya ben davet edilirsem?
Telaşım gidip gitmememle ilgili değil. Elbette giderim.
Binerim gözlem, inerim analiz.
Telaşım, davet edilirsem yanıma ne alacağımı bilmediğimden.
Keza, davet ihtimalim yüksek.
Cumhurbaşkanının kuzeninin sitesinde köşe yazan benim.
Külliye’nin iletişimi konusunda en çok yazan benim.
Dedikodu yapmam, olmayanı yazmam. İtibar sorunum yok.
Küçük bir meselem var: Giderlerimi kim karşılayacak?
Arkamda “Sen git biz öderiz” diyen bir medya devi yok nitekim.
ŞİMDİ DİYECEKSİNİZ Kİ “SANA NE?”
Yavuz Oğhan, Akif Beki, İsmail Saymaz Youtube kanalında Ahmet Davutoğlu’nu konuk ettikleri için program kaldırılmış.
Davutoğlu yayında ne demiş, merak ettim.
Baktım ki dediği her şey AK Parti’ye yarıyor.
Davutoğlu konuştukça AK Parti toparlanacak, sorunları azalacak görünüyor.
“Bu yayını kaldırın” diyen hangi kafaysa, odur iktidara zarar veren.
Şimdi diyeceksiniz ki, “Sana ne, senin başına iş gelse bu üç gazetecinin birinin umuru olmaz.”
Olsun, ben doğru bildiğimi diyeyim de, içim şişmesin.
DİSİPLİNİN PARTİYE AİT OLANINI SEVERİM
Eskiden. AK Parti’de.
Erdoğan “konuş” demeden ağzını açmak yürek istiyordu.
O ne derse, tüm teşkilat onu diyor başka da laf etmiyordu.
Şimdi, Bursa Belediye Başkanı gibi, ağzı olan herkes konuşuyor.
Üstelik 30 Ağustos’a laf ederek haddini aşıyor.
Sanırım AK Parti, birileri tezgâh kurduğu için değil, parti disiplininin esemesi okunmadığı için sorun yaşıyor.
UMUT SÖMÜRÜSÜ
Medyamız, Osman Kibar isimli girişimcinin milyarlarca dolarlık şirketinin “buluş”larını göklere çıkarıyor.
Medyamıza göre şirketin bulmadığı şey yok. Ölümsüzlüğü bile bulmuş da söylemeye dili varmıyor.
Yaşlanmaya, kansere, kelliğe, alzheimer’a, körlüğe, aklınıza ne gelirse çare onlarda…
“Ne zaman?” diyorsun. “Birkaç yıla ha çıktı ha çıkacak” diyor.
Çare bulmuşlar mı, bilemem.
Ama Osman Kibar iki şeyi bulduğu kesin;
Bir, medyamızın sağlık haberlerindeki sorumsuz tavrı.
İki, umutsuz insanların umutları üzerinden acayip bir pazarlama taktiği.
Sevdikleri kanser olan, kanserden kaybeden insanlara yazıktır.
Bunun adı umut sömürüsüdür.
Sağlığımız üzerinden şirket pazarlanıyor, kimse de bir şey demiyor arkadaş.
ZERRE HAZZETMİYORUM
Kazılarda bulunan tarihi eserlere çıplak elle dokunulmasından, Prof. Poblome’un yaptığı gibi çuval misali kucaklanmasından,
Türk ordusunun 45 yıl önce çıkarma yaptığı Yavuz Çıkarma Plajı’nın, halka açılması yerine plaj işletmecilerine kiralanmasından,
El değmemiş doğa harikalarını, mesela İnebolu’nun bir kısmını, turizme kazandırma çabasından (turizme kazandıracağına tarıma kazandır),
Çocuklarını gezdirmek için AVM’lere giden insanlardan,
Alıcısı olmayan tavuk etini, yoksula dağıtmak yerine telef edenlerden,
15 Temmuz gibi anlamlı bir tarihin tatil yapılması gibi tembelliğe teşvik uygulamalardan,
Zerre hazzetmiyorum .
BULAŞICI OLAN AYŞE’NİN ENERJİSİ
Ayşe Arman’ın Gürece’deki “İyilik Atölyesi”ne katıldım.
İki köy evinden bir iyilik vahası oluşturmuş. Her ayrıntısı o kadar özenli ki, kendini adamayan bunu yapamaz.
30’a yakın kadın vardı. (Kadınlardan ne kadar kaçarsam o kadar içlerine düşüyorum!)
Toplum gönüllülerine ve yerel kalkınmaya destek için kolyeler yapıldı.
Amaç güzel, enerji güzel, ortam güzel.
Atölyenin en sevdiğim mottosu, “iyilik bulaşıcıdır” ifadesi.
Ayşe Arman şahane bir ev sahibi. Bir insan bu kadar dışa dönük, paylaşımcı olabilir mi? Kadın imrendirici şekilde öyle.
Gördüğüm, “iyilik bulaşıcı” olsa da, iyilikten daha çok Ayşe’nin enerjisi, insanların onu görmeye gelmelerini sağlıyor.
Ayşe de bildiğin simyacı gibi, ilgiyi iyiliğe çeviriyor.
AKLIMDA KALAN
“23 Nisan’da bile sorun yaşamasak” isyanım: Bu köşede haftalardır “23 Nisan’ın 100 Yılı, halkın katılımıyla festival havasında kutlansın” diyorum. Hazırlıklar için geç bile kalıyoruz telaşımı paylaşıyorum. Ayşe Arman dedi ki, “Yaz sıcağında kampanya mı başlar?” Dedim ki, “Kutlamadan popçulara konser verdirme anlayan belediyeler popçu sözleşmesi yapmaya başladılar bile.”
Tarihçi Sinan Meydan (ki kendisine saygı ve sevgi duyarım), Instagram hesabıma yorum yapmış: “Ortada parlamento mu var ki, bayramı olsun?” Dedim ki, “Hocam, parlamento yoksa halk/millet var. Ve bir sonraki 100 Yılı hiç birimiz görmeyeceğiz.” Aha kaldı 277 gün. [email protected] adresindeki fikir bankamız, #23nisanın100ü ve @23nisanin100u adreslerimiz açık. Not: TBMM, 100 Yıla İlber Hocayla hazırlanacakmış. Varın siz düşünün gayrı.