Maskeli leşlere hodri meydan!
“Oğlum İzzet bırak artık, uğraşma şunlarla” diyorum zaten ipliklerini pazara çıkardın. Bir Anadolu tabiriyle ‘carıs’ ettin hepsini!
Hanutçuluklarından girip, çantacılıklarından çıktın. Ahbap çavuş kıyaklarından dalıp, çevirdikleri bütün dolapları serdin memleketin önüne. Defalarca sordun, madde madde sordun, hiçbirinden tık çıkmadı!
Eş, dost, bu işin erbabı, sevdiklerim zaten uyarıp duyuruyorlar beni. “Tarihte en bozulmayan tek ortaklık, suç ortaklığı” diye…
Taş atmasalar, arkamdan konuşmasalar, üzerime pisliklerini sıçratmaya kalkışmasalar bırakacağım kendi hallerine. “Bana ne? Medyayı kurtarmak sana mı kaldı?” diyerek kendi işimle gücümle uğraşacağım.
Mert de değil bunlar, çıkıp karşıma verebilecek tek cevapları yok. Ama o akıl fukarası, fikir noksanı küçük cevval çete biraz daha genişleyerek, durup durup kendilerince paçamdan ısırmaya devam ediyor.
Ne yapayım? “Hadsize haddini bildirmek, kırk yetime kaftan giydirmekten evladır” deyip, dalıyorum alayına bodoslama. Üstelik de onlar gibi maskeli değil; ismimle, cismimle, soyadımla!
Tamam uzattım, farkındayım. Bana bıraksanız sabaha kadar da yazarım ama gelelim sadede…
İki gün önce Medyanın Elli Tonu’nda Posta’nın Genel Yayın Yönetmeni Rıfat Ababay ile ilgili bir yazı yazmış Gölge Kadın. Meğer dost bildiğim Rıfat arkamdan sallarmış.
Yazıda onun yanında çalışan, küçük, köylü kurnazı bir ‘eylemci’nin de adı geçmiş. Tanımam, etmem.
Sordum, soruşturdum. Selim Akçin’in ekürisi olduğunu öğrendim.
Bizim Gölge Kadın, Rıfat’a bir ton ağır laf etmiş. Normalde ondan tepki gerekirken, bir telefon geldi bana. “Yahu İzzetciğim ben seni çok severim” diye başlayan konuşmanın ayrıntılarını burada yazmayacağım. Onunla aramızda.
Velhasıl, helalleştik Ababay’la. Ama yarın ne olur bilemem, zaman gösterir.
Peki ya geminin diğer küçük fareleri ne yaptılar, biliyor musunuz?
Twitter’da @izzetcapayasor1 diye bir hesap açıp, kendilerince benim iş hayatımla ilgili abuk sabuk bir şeyler kaleme almaya çalıştılar zavallılar. Epi topu beş tweet!
Neymiş efendim?
Danışmanlığını yaptığım mekanların isim haklarının üstünde haciz varmış. Daha açılmayan Müşkülpesent’in bile!
Ben bunlara “Siz hanutçu, hırsız, çantacı gazetecisiniz” diyorum, bunlar bana “Borçlu işletmeci” diyorlar.
Hanutçuluk mu, hırsızlık mı ayıp; yoksa borçlu olmak mı?
Diyelim ki bahsettikleri borç gerçek, son kuruşuna kadar ödemezsem adam değilim. Kendi alın terimle kazandığım parayı da ister batırırım, ister çatır çatır yerim. Kime ne?
Peki kim var bu beş tweetlik, üç kuruşluk, altı saat sonra kapatılan hesabın arkasında? Bırakır mıyım peşlerini. Elbette öğrendim hepsini.
Şimdi ben buradan isimlerini tek tek zikredeceğim. Eğer içlerinde bir nebze insanlık kaldıysa, onlar da bunun yalan olduğunu yazsınlar maçaları sıkıyorsa!
Bu iş öyle sahte hesaplardan atılan 3-5 Tweet’le olmaz. İş belgelerle konuşmaksa bakın buradan söylüyorum, insan içine çıkamazsınız hiçbiriniz.
Haydi başlayalım sıralamaya…
BİR Selim Akçin’in yeni prensesi, kankisi Moko Murat’ın yeğeni, bir şekilde Posta’ya iliştirdiği Eylem İpek kızımızın Gazete Magazin diye bir Instagram hesabı var.
Şahsi hesabınının profilinde ise, ‘Posta Gazetesi- Basın ve PR Management’ yazıyor. Hani “merdi kıpti şecaat arzederken sirkatin söyler” derler ya eskiler. Bununki de tam o hesap. Yahu kardeşim sen hem magazinci, hem PR’cı nasıl olabiliyorsun?
Bari büyüklerin gibi eşine, kardeşine bir PR şirketi kurdur da; mesleğin bütün kural ve kaidelerine aykırı, böyle bir tarif yapma kendin için, a be cahil kızım!
Sen milletin ne yaptığına bakacağına, Merter’de çakma marka satan mağazanızın başına bir şey gelmesinden kork. Çünkü biliyorsun ki, orijinal malların taklidini yapıp, satmak ağır suçtur.
Ama sen yine de üzülme, abilerin nasılsa bu işin ağababasını yapıyor! PR’cı kimliğinle oralardan haber toplar, gazeteci kimliğinle de hiç utanmadan sızdırırsın Posta’ya ve saz arkadaşlarına… Hürriyet’e soktuğun haberlerin küpürleri de bende. Yarın, bir gün bakarsın onları da yayınlarım. Ama o kadar da dirhem çekmezsin.
Anlayacağınız o 3-5 tweetlik hesabı açanların tınının tınısının tını, bu kızımızmış.
Gelelim icazet aldığı abilerine, ablalarına.
İKİ Vakti zamanında yanımda barmen olarak çalışmış bir kardeşim var. Ben öyle isimsiz falan da yazmam. Adı Serkan Koca. Esin Övet ile çıkmaya başlayınca barmenlikten işletmeciliği terfi etti zat-ı şahaneleri. Esin’in ve kankigil gazetecilerin verdiği destekle bir anda öyle bir havalara girdi ki sanırsınız Metin Fadıllıoğlu. Bir şuursuzlaşma, bir hadsizleşme aldı başını gitti. Zamanında bizle çalışırken, karşılarında hazır olda durduğu meslek büyüklerine Esin Övet için tehditler yağdırmaya başladı.
Serkan da bu takımın dış kapısının, dış mandalı ama yeri gelince Metro-Goldwyn-Mayer aslanı gibi kükrüyor. Kulağıma gelenlere göre, Cengiz abisine on sene önce LongTable’da yaşadığınını iddia ettiği, tamamen hayal ürünü anılar anlatıyormuş. "Cengizciğim doğrusunu merak ediyorsan ara bana sor" diyeceğim de karşıdan yine, her zamanki gibi kocaman bir tıssss sesi çıkacak. Aa bu arada Serkan benim de, o günlerden hatırladıklarım var. Açtırma o defteri. Sana kapak olur, dilini sokacak yer ararsın.
ÜÇ Bir ablamız var HaberTürk’te; ahlaktan, gazetecilikten, erdemden dem vuran köşesinde. Ben onun, o gazeteye hangi yönetici abisinin baskısıyla girdiğini, o köşeyi nasıl aldığını, köşenin adını da kimlerin koyduğunu çok iyi bilirim. Yazılarında hangi sanatçılara, hangi kurumlara dönüp dönüp PR yaptığı da zaten tüm medyanın malumu. Bundan sonrası artık o grubun en tepe yöneticilerini bağlar.
Esin Övet hanımefendi ile Eylem kızımız arasında çok az kişinin bildiği, örtülü, büyük bir savaş var. Dolayısıyla Eylem’e bıçağı kesmez. Ama ne yapıyor? Hürriyet’teki hanutçu ekürileri üzerinden yalan yanlış bilgiler pas edip duruyor kıza.
Bunca entrikayla uğraşacağına, muhabirlik reflekslerini kullanıp işine baksa belki biraz saygınlığı olur.
DÖRT Doğan Grubu’nun alamet-i farikaları, onlar olmazsa Kelebek’in çıkmayacağına, Hürriyet’in reklam alamayacağına inandıkları parlak çocukları Selim Akçin ve nam-ı diğer çekmece Cengiz elbette ki aleyhimdeki bu sakil organizasyonun baş mimarları.
Onlara çok soru sordum, hiçbirine cevap veremediler. Dün ortağı oldukları MedyaTava’dan “Ünlü işletmeciyi terleten sorular” diye dört takipçili ne idüğü belirsiz bir Twitter hesabının haberini manşete çıkardılar utanmadan. Ben size iki güzel haber vereyim de, gelin onları manşet yapın. Tabii eğer bir parça gazetecilik onurunuz varsa.
Selim sayfanda haber yapma karşılığında bir adamına, “Abimizin bir yerlere 19 bin lira borcu var. Sen şunu bir kapatıver, Kelebek senin” dedirttin mi, dedirtmedin mi? O borç ödendi mi, kim ödedi? Ve o borç ödenirken kurumun hakkında ileri-geri atıp tuttun mu?
Çantacın ve Wimbledon seyahatine misafir ettiğin İbrahim ile ilgili detayları sana bayram hediyesi olarak vereceğim. Onları da manşet yaparsın. Turpun büyüğü işte asıl o heybede!
Gelelim Cengiz kardeşime…
Nusret ile başlayıp, erken final yaptığın yeme-içme faturaları yayınlama işi ne olacak?
O hakkımda açtığınız müfteri hesapta, LongTable yöneticilerinin bazı çalışanları taciz ettiği iddia edilmiş. Orada mıydın, olaya şahit miydin? Öyleyse zamanında neden yazmadın ya da yazdırmadın?
Peki ya senin zamanında gazetelerin otoparklarında beyaz Peugeot marka arabada, kimlerle ne +18’lik filmler çevirdiğini yazarsa biri, ne diyeceksin? Sen onlara da bir troll hesap açtırabilecek misin? Üstad Ufuk Güldemir Hakkın rahmetine kavuştu ama bu çirkin olayın başka tanıkları hala yaşıyor, unutma!
Madem bu kadar ahlaklısın, ağababanın Aydın Doğan Meslek Lisesi’nden mezun, gencecik, torunu yaşında bir kızla gazetenin içinde yaşadığı ahlak dışı ilişkiyle ilgili edecek iki cümlen yok mu?
BEŞ Bak Ertuğrul ben biliyordum, artık herkes bunu dillendirmeye başladı. Hürriyet’teki bu ‘küçük ama cevval çetenin’ bir numaralı hamisi senmişsin.
Senin zamanında girdiler, senin zamanında güçlendiler, senin zamanında zengin oldular. O güzel, parçalı, geniş köşende telefonda bana anlattıklarını yazma cesaretin var mı? Ben sana söz verdim, sözümü tutuyorum.
Yoksa domino taşları gibi, bunlardan biri bile giderse işin ucunun dönüp dolaşıp sana dayanacağından mı korkuyorsun? Bundan mıdır Mehmet Yılmaz’ı Kelebek konusunda her fırsatta taca çıkartma kumpasların?
Not: Önümüzdeki günlerde 30 yıllık ticari hayatımla; inişlerim, çıkışlarım, batışlarım, yeniden doğuşlarım ve hayata geçirdiğim onlarca marka ile ilgili bir yazıyı Instagram’da yayınlayacağım. Ama unutmayın ben ticaret yapıyorum. Batarım, çıkarım, çok paralar kazanırım, hacizler gelir, para kaybederim. Bu ticaretin doğasında vardır. Ama demokrasilerde medya beşinci güçse, siz onun hakkını dürüstçe verdiğinizi iddia edebiliyor musunuz?
Can Baba’nın ne güzel söylemiş.
“Çalmadık, çırpmadık
Yediysek cebimizden
Harcadıysak ömrümüzden.”