Mehmet Akif Ersoy'un torunu SuperHaber'e konuştu!
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy'un torunu Selma Argon, Hülya Okur'a konuştu. Dedesini hayattayken görme şansı bulamadığını ifade eden Argon 15 Temmuz'da meydanlarda olduğunu altını çizip, "Cumhurbaşkanımızda o gece ve sonrasında "Korkma, la tahzen" diye başlayan konuşmaları “Asım'ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek, çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek" diye devam eden o mısralarla kitleleri diri tutmuştur." dedi.
İsminin dedesi Mehmet Akif'in küçük yaşta vefat eden kardeşi Selma'dan aldığını ve bundan mutlu olduğunu ifade eden Selma Argon'un hüznü milli şairi hayattayken görememesi.
Ablasının "herhalde seni görseydi seni de çok severdi" sözleri ile teselli bulan Argon bugünlerde dedesinin mirasını yaşatmak için mücadele veriyor.
Hülya Okur'a konuşan Argon dedesinin millilik adına görevini geçmişte yazdığı dizelerle halen yerine getirdiğini ise "15 Temmuz gecesi ben de, Sebîlürreşad yazarlarımızla beraber meydanlardaydık. O gece meydanların ortak sloganları Dedemin şiirleriydi. Şiirin gücünü bir kez daha yaşadım o gece. Nitekim Cumhurbaşkanımızda o gece ve sonrasında "Korkma, la tahzen" diye başlayan konuşmaları “Asım'ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek, çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek" diye devam eden o mısralarla kitleleri diri tutmuştur." sözleri ile izah etti.
Hülya Okur'un Selma Argon ile yaptığı röportajın detayları ise şöyle;
Dedesine yetişemeyen bir torunun hüzünlü penceresinden Mehmet Akif ve ailesini tanımak isteriz?
Evet, Dedeme yetişemedim. Ancak Dedem, adımın Selma olmasını istediği için adımı annem Su'ad Hanım "Selma" koymuş. Zira dedemin kız kardeşi var, küçük yaşta vefat ediyor hastalıktan. Dedem onu çok severmiş... Onun adı da Selma. Nitekim Safahat'ta onun adına şiir yazarak bugüne bırakmış. Selma adlı şiiri var. Selma biliyorsunuz "selamet" içinde olan, güven içinde anlamlarına da geliyor... Ben ismimden memnunum.
Ablanız Ferda Argon dedenizi gördü diye biliyorum. Ablanız onu görmenin etkisini nasıl taşıyordu?
Tabi ablam on yaşlarındayken dedemle Mısır apartmanında hasta yattığı günlerde görüşüyor. Bazen ablamla birbirimize takılırdık. Dedem seni görmedi, beni gördü derdi. Aramızda nizalaşırdık. Ama ablacım bana kıyamaz, "herhalde seni görseydi seni de çok severdi" derdi. diye benimde gönlümü alırdı.
Akif’in yaşayan tek torunusunuz. Türk evlatlarından farklı nasıl seviyorsunuz dedenizi?
Öncelikle her Türk evladı gibi onu seviyorum. Ama onu "kanımla, canımla" ailemden bir parça olarak ayrıca seviyorum. O, benim aile büyüğüm... O kadar farkımız olsun değil mi?
İlkokula gittiğinizde istiklal marşını ilk okuduğunuzda aklınıza ne geldiğini hatırlıyor musunuz, arkadaşlarınıza bunu benim dedem yazdı dediniz mi?
Zaten ilkokulda İstiklâl Marşını, hocam hep bana okuturdu. "Bunu dedem yazdı" der bir gururlanırdım. Ama çocuk hissiyle bazı şeyleri o yaşlarda fark etmiyorsunuz...
Ondan miras olarak maddi ve manevi olarak size ne kaldı?
Elbette onun bize bıraktığı en büyük mirası adıdır. Böyle bir dedenin torunu olmak bizim için en büyük bahtiyarlıktır. Onun dışında maddi olarak herhangi bir şeyimiz hiç olmadı.
İstanbul-Mısır arasında dedenizle mektuplaşan anneniz Suat Hanım, bu mektupları özel olduğu gerekçesiyle imha ediyor. Anneniz belki de paylaşmaya kıyamadığı dedenizi nasıl anlatırdı?
Tabi ki dedemle özel vakitler geçirmiş, sonra kurtuluş harbi yıllarında ailemiz İstanbul'dan Ankara'ya gelmiş, oradan Mısır'a göç, sonra tekrar İstanbul. Hayli dağınık bir hayat düzeni... Annem evlenip yeni bir hayat kurunca dedemle mektuplar üzerinden hasret gidiyorlar, bir yandan da haberleşiyorlar. Neler olup bittiğini dedem o mektuplarla öğreniyor.
Fatih’te doğup, Fatih Camiinde büyüyen Akif’in annesi aslında medresede din eğitimi görmesini ister, babası ise öğretmeni gibi kendisi eğitme yolunu seçer. Bu zıtlık mı Akif’in öğrenim hayatını zorlu kılar?
Aslında bu zıtlığın Akif'i beslediğini düşünüyorum. Hem klasik tarzda bir eğitim alıp hem de modern bir eğitim alması Akif'in iki kaynaktan beslenmesini sağlamıştır.
Sizce Akif annesinin mi babasının mı yolundan gitmeyi seçer ve mutlu mudur seçtiği yoldan?
Anne ve babanın farklı yolu yok. Her ikisinin amacı Akif'in iyi bir eğitim almasıdır.
Ziraat Mühendisliği ve Veteriner Hekimlik eğitimi alan Akif, şairlikle birlikte yaptığı hangi işi sever, bu mesleklerden şairliğine gölge düşürmektense, zirveye taşımasına hangi açıdan yardım alır?
Dedem çok yönlü bir şahsiyettir. Eskilerin deyimiyle münevver... Hafız-ı Kur'ân, Farsça, Arapça ve Fransızcayı iyi derecede biliyor. Boğazı yüzerek geçecek kadar iyi bir yüzücü, taş atıcılığı da var. Yürüyüş yapmayı çok sever. Böyle farklı özellikleri var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mısır Apartmanı’nın bir dairesinin Mehmet Âkif Ersoy Müzesi’ne tahsis etti. Şu ana kadar tarihin muhafaza altına aldığı Akif’i bugüne kadarki hükümetler, devletimiz koruyabildi mi, yaşatabildi mi?
Dedemin 5,5 ay kalıp vefat ettiği bir apartman Mısır apartmanı hatıraları var tabi. Son günlerini orada geçirmiş. Devletimizin dedeme vefa göstermesi bizi ziyadesiyle memnun etmiştir. Zira milli şairimiz olmasına rağmen ona karşı gösterilen vefasızlık ortadadır. Şimdi Cumhurbaşkanımız, iyi bir iş yaptı vefa gösterdi. Onun şiirleriyle hitabetini güçlendiriyor, onu şiirleriyle kendisini, duygularını ifade ediyor. Bunu önemsiyoruz.
Cumhurbaşkanlığı ödülünün vefa dışında nasıl bir mahiyeti ve yönü vardı?
Maddi değeri olmadığını söylemeliyim. Manevi değeri var. Bizde bu yüzden Sebîlürreşad ve ailemiz olarak onu TBMM'de açılmasını istediğimiz Mehmet Akif müzesine bıraktık.
Bayramiç’te de Akif’in çocukluğunun geçtiği ev müzeye dönüştürülmüştü. Ama mirasının canlı kalması için asıl ne lazım? Ve o konuda müsterih misiniz?
Bayramiç'te bir iki yıl babasıyla gidip geliyor. Yaz günlerinde... Orada doğmadığını bir kez daha belirtmeliyim. Zira dedem Safahat'ında kendisi de İstanbul Fatih'te doğduğunu söyler. Zaten ailemiz Fatih'e kayıtlıdır. Bayramiç’te bir miktar kaldıkları evi, belediye onarım yapmış ve müzeye dönüştürmüş. Evi gezdim, açılışına davet edilmedim. Dedemin mirasını korumak onun ideal nesli Asım gibi vatanını severek, milletine hizmet ederek olur. Bir inanç ve dava adamıdır dedem. Özlem duyduğu neslinde böyle olmasını arzu ediyor. Hazır yeri gelmişken söyleyeyim, tarih bir hatır, gönül uğruna değiştirilemez. Bayramiç’te Belediye güzel bir iş yapmış, Akif müzesi açmış, ama işi "Mehmet Akif burada doğdu" gibi bir yanılgıya neden olacak noktaya taşıması bizi üzdü. Üstelik Akif'in ailesine karşı bir Akif sevgisi peyda ettiler. Bu bizi daha da derinden üzdü. Elbette Dedem Mehmet Akif herkesin büyüğüdür, saygı duyduğu, sevgi duyduğu bir şahsiyettir. Ancak sonuçta ona duyulan sevgi, hakikati örseleyerek yaşatılmaz. o da bunu istemezdi. Ve yine onu kendi ailesinden daha çok sevmek gibi bir durum herhalde garip olurdu. Maalesef Bayramiç mevzusu bambaşka bir yere çekiliyor, buna müsaade etmiyoruz.
Çanakkale Ruhu diye bir şey var. Hakikaten bunu 15 Temmuz’da bizzat gördüm. Çünkü içlerindeydim. Bu ruhun Akif’ten gençliğe uzanan kısmı nedir, yani toplumun o gece muzaffer oluşunda dedenizin payı nedir sizce?
15 Temmuz gecesi ben de, Sebîlürreşad yazarlarımızla beraber meydanlardaydık. O gece meydanların ortak sloganları Dedemin şiirleriydi. Şiirin gücünü bir kez daha yaşadım o gece. Nitekim Cumhurbaşkanımızda o gece ve sonrasında "Korkma, la tahzen" diye başlayan konuşmaları “Asım'ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek, çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek" diye devam eden o mısralarla kitleleri diri tutmuştur.
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler onu top dahi sindiremez.” Sizce tankı, tüfeği durduran bu milletin gafil avlanması mümkün mü, yani milletimizin zaafları da olduğunu düşünüyor musunuz, varsa neler, Akif’in bu konuda tespitleri vardı ise paylaşır mısınız?
Zaaflarımız olmaz mı? Zaten onlar olduğu için bu hallerdeyiz. Üretmiyoruz, tüketiyoruz. Eğitimimiz eksik, bilimle, sanatla, kültürle maalesef temasımız zayıf. Ayrıca dedikoduyu çok seviyoruz. Bunlar yetmez mi?
Akif, her zaman insanların içerisinde olması dolayısıyla sevilen bir şairimizdi. Zaten siz dürüst, faziletli, ahlak sahibi, samimi olarak tanımlıyorsunuz. Galiba bu özelliklerin içinde en sevdiğiniz samimi olması. Herkesle koşulsuz samimiyet kuran Akif’in vurgusunu yaptığı Türk Milliyetçiliği ruhunun aslında sadece Türklere ait olmadığı sonucunu mu çıkartmalıyız?
Milliyetini sevmek, vatanını sevmek, toprağına bağlanmak... Bunlar o dönemin vazgeçilmez duyguları. Dedem bunların diri kalmasını istemiş. Ancak istiklal marşı, sadece bizim değil, tüm mazlum milletlerin marşı olmuş ve cesaretlendirmiştir.
Mustafa Kemal’den gelen mektup üzerine Burdur Milletvekili olur, ardından para ödüllü İstiklal Marşı şiir yarışmasına katılması istenir Akif’ten. Para karşılığı katılmayı reddettiği yarışmaya ısrarlar sonucu son gün verdiği şiirle TBMM’de 3 defa okunarak kabul edilir. Bu zorlama İstiklal Marşı’nın cesur dizelerine nasıl yansıdı sizce?
İstiklal marşı, bir coşkunun eseridir. O zorlama mevzusu, dedemin hassasiyetlerindendir. “Para ödülü alarak milli marş yazılmaz” demiştir. Biz hep şunu görüyoruz, Allah, 63 yıllık hayat bahşettiği Akif'i, çocukluğundan başlayarak yazıp çizdiği tüm nesir ve şiirleriyle aslında istiklal Marşı’na hazırladığını söyleyebiliriz. Tüm o Sebîlürreşad yayını onu bu marşa hazırlamıştır.
İstiklal Marşının kabulü ile Mehmet Akif Ersoy’un doğumu sizin için aynı şey mi, ülkemiz insanının hangi bilince sıkı sıkıya sarılmasını istersiniz?
Elbette istiklâl ve istikbâl bilincinin diri durması lazım.
Sayın Erdoğan; “ülkemizin yeni Mehmet Âkif’lere, Tanpınarlara, Necip Fazıllara, Nâzım Hikmetlere, Kemal Tahirlere ihtiyacı var” dedi. Sizce yeni Akifler gelir mi, şimdiki nesilde Akif’in izlerine veya benzerlerine rastladığınız oldu mu?
Mutlaka yetişmeli, yetiştirmeliyiz... Millet olmanın gereği budur. 10 yıldır Anadolu'yu Fatih Bayhan evladımla geziyorum. Sebîlürreşad dergimizi yeniden yayınladık. Her ay dergiyi aksatmadan çıkartıyoruz. Sadece 2018 yılında 40'dan fazla vilayete gitmişiz, binlerce gençle bir araya geliyorum bu yaşımda... Neden? Çünkü yeni isimler yetişmeli... Yeni neslin bizden daha iyi işlere imza atmasını istiyorum.
Burdur’da milletvekilliği yaparken Çankırı vaazına: “İlk defa burada sizinle Cuma namazı kılacağım. Çünkü İstanbul’da başka milletlerin bayrakları vardır. Bu bayrakların altında bize Cuma namazı kılmak haramdır. Bu işgale karşı çıkan Mustafa Kemal'in etrafında toplanınız" dediğini aktardınız. Akif’in İslam ile Türk Milliyetçiliği arasında nasıl bir çizgisi vardı sizce?
İslam ve Türklük kavramı birbiriyle özdeşleşmiş iki kavramdır. Dedem de şiir ve yazılarında bunu çokça ifade etmiştir. Onun Osmanlıyı ve İslâm coğrafyasını param parça eden "ulus devlet fikrine karşı "ümmet dili" geliştirdiğini biliyoruz. Zira ulusçuluk akımıyla bizi yok edeceklerini gördü. Biz, içinde 72,5 milleti barındıran, huzurla, adaletle onları yaşatan bir İslâm ahlakına sahip milletiz. Ancak devletimiz zayıf düşünce bu farklılıklar bir anda bizi yok edecek unsura dönüştürüldü ve dışarıdan beslendi. Bizi ayakta tutacak unsur, İslam’dır. Dedem, sürekli buna vurgu yapmıştır.
Bu çizgi bugün yaşıyor olsaydı bir partiye yakın olur muydu?
Güncel siyasete girmeyelim. Dedem hep vatanın birlik ve beraberliği hususunu önce tutmuş. Fırka, parti hizip, hizipçiliğin karşısında olmuştur.
“Hep doğruları söylüyorsunuz, çok cesur muhalefet yapıyorsunuz. Neye güveniyorsunuz” dediklerinde: “Acı soğan kuru ekmek yemeğe razıyım” dediği rivayet edilir. Yaşasaydı neye muhalefet ederdi? Neye karşı çıkmaya devam ederdi?
Elbette, hakikatin böyle bir gücü vardır. Onu örselemezseniz, o da sizi güçlü kılar. Dedemin adalet, fikir hürriyeti ve İttihad-ı İslam fikrinden vazgeçmediğini biliyoruz.
Kanser tedavisi için Abbas Hilmi Paşa ailesinden prenses Emine’nin himayesinde Teşvikiye sağlık evine yerleştirildiği biliniyor. İstanbul’a gelişi tahkik edilen Akif’in vedası nasıl oldu?
Vedası sade oldu. Hayatı da sadeydi. Çıplak bir bedenle tabuta kondu ve yalnız gömülmek istendi. Ancak gençler buna izin vermedi.
SuperHaber- Özel Röportaj