Melek Baykal içindekileri döktü!
Hürriyet Yazarı Tülay Demir usta oyuncu Melek Baykal ile eğlenceli bir söyleşi gerçekleştirdi.
Türkiye'nin önde gelen oyuncularından Melek Baykal, Hürriyet Yazarı Tülay Demir'in sorularını cevapladı. İşte çocukluğundan bugüne Melek Baykal'ın hiç bilmediğiniz hayatı ve yönleri...
“Ben oyuncu olmak istiyorum” diyerek annesini ikna, babasını ise şoke eden bir çocuktu. Konservatuvar sevdası uğruna ailesini peşine takıp İstanbul’dan Ankara’ya göçtü. Çocukluğu boyunca çarşaflardan perde yapıp oyunlar oynayan Melek “imkansız”ı başardı, sadece bir hafta hazırlandığı sınavı kazandı ve... Yıllardır Melek Baykal olarak ekranlarda, tiyatro sahnelerinde alkış ve takdir almaya devam ediyor. İşte usta oyuncunun ilginç ve eğlenceli hikayesi...
◊ Melek Hanım, öncelikle usta bir oyuncunun hangi yollardan geçerek bu noktaya geldiğini merak ediyorum. O yüzden çocukluk döneminizden, nasıl bir çocukluk geçirdiğinizden bahsedelim ilk olarak, ne dersiniz?
- Ben çok mutlu bir çocukluk dönemi geçirdim. İki kardeştik. Babamız üst düzey bir bürokrat, annemiz ev hanımıydı. Aklı her şeye yeten, çok okuyan, çok sıkı politika hayatı olan bir annenin ve öyle bir babanın evladı olarak, mutlu bir ailede büyüdüm. Ayıptır söylemesi, 7 göbek İstanbulluyuz. Eğitimimden dolayı beni hep Ankaralı bilirler. Uzun seneler eğitimime orada devam ettiğim ve ilk evliliğimi de yine orada geçirdiğim için...◊ İstanbul’dan direkt Ankara’ya geçmeyelim ama... Çocukluk yıllarındayız...
- (Gülüyor) İstanbul’da o zamanlar şöyle bir durum vardı; kışları Avrupa yakasında, yazları Anadolu yakasında oturulurdu. Genç kızlığımın en güzel zamanları Bağdat Caddesi’nde, anneanne ve dede evinde geçmiştir mesela. Doğum yerim de Ortaköy’dür.◊ İlkokulu da Ortaköy’de mi bitirdiniz?
- Evet evet... Sonra konservatuvar başladı. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda okudum. Güzel bir eğitim hayatım oldu.◊ Konservatuvar sınavlarına girmeye nasıl karar vermiştiniz?
- Şöyle oldu; ben galiba çok çalışkan bir talebe değildim. “Büyüyünce doktor olacağım, mühendis olacağım” gibi hayallerim yoktu. Açıkçası çocukluğumdan itibaren tiyatroculuğa takmıştım kafamı.◊ Yani küçük yaşlardan itibaren var mıydı bu heves?
- Evet, 5-6 yaşlarından itibaren... Ortaokul son sınıftaydım, bir oyun seyrettim, orada Elvan Özak Mirasoğlu’nu izledim ve o kadar etkilendim ki. “Ay” dedim “Tiyatrocu olmam lazım!”◊ Aileniz de “Ne iyi fikir” mi dedi?
- Çok sayılmaz. Ortaokulu bitirdim. Çektim annemi, dedim ki “Ben tiyatrocu olacağım. Konservatuvar istiyorum”... “Aman kızım nereden çıktı?” falan filan... Çok direnmedi, gidip babamla konuştu.◊ Baba da “peki” dedi...
- Demedi (gülüyor). “Nereden çıktı bu konservatuvar, benim ailemde bir tane tiyatrocu yok” dedi işin aslı... Annem de “Yahu benim ailemi tiyatrocular mı sardı? İstiyor madem, istediğini yapsın” diye ısrarcı oldu. Annemizin o anlamda hiçbir zaman hakkını ödeyemeyiz iki kardeş. Ne istiyorsak, neyi istiyorsak, bizi ona yönlendirdi.KONSERVATUVARA HAZIRLANIRKEN ÇOK TERLİK YEDİM
◊ Ve konservatuvar kapıları açılır...
- O da enteresan... Gittik Ankara Devlet Konservatuvarı’na, kayıtlar kapanmış. Bir hafta olmuş kapanalı... Annem diller döktü, “Aman kızım çok istiyor” falan. Müdürümüz kaydı açtı ve beni aldı. Bir hafta sonra da imtihan var bu arada...“Çabuk git bir-iki tane klasik eser hazırla, bir haftada ezberini yap, imtihana öyle gir” dedi müdür. Annemle gidip iki tiyatro oyunu kitabı aldık. Eve geldim. Açtım kitabı. Sonra aklıma geldi, oyununu seyrettiğim o arkadaşımı aradım, “Elvan ne olur yardım et” diye... “Hemen gidiyorsun ‘Antigone’ ve ‘Otelci Kadın’ı bulup bana geliyorsun. Geceliğini al, terliğini al, diş fırçanı al gel. Bir hafta bendesin, anca gece gündüz çalışırsak seni hazırlayabilirim” dedi. Bir haftalığına ona taşındım. Allah’ım yapamıyorum, kafama terlikler yiyorum durmadan. Olmuyor olmuyor... Neyse imtihan günü geldi, girdik içeri. 490 kişi girdi, 7-8 kişi alındı. Ve çok yüksek bir puanla ben de girdim işte okula.◊ Bu arada aile İstanbul’da yaşıyordu değil mi?
- Evet. Ben yatılı kazandım ama babam yatılı vermedi beni, onun için ailem kalkıp geldi İstanbul’dan Ankara’ya.OYUNCULUK ÖZGÜR RUH İSTER
◊ Peki tiyatro tutkusu nasıl kendini gösterir, bu yeteneğin nasıl farkına varılır?
- Valla onu ben de bilmiyorum... İçimde yatan korkunç oyunculuk aşkı mı diyeyim, tiyatro aşkı mı diyeyim, ikisi bir arada mı diyeyim bilmiyorum, çocukluğumdan beri istediğim buydu. Mesela ben bir bankacı olamazdım. Masa başı çalışamazdım.◊ Neye dayanarak bunu söylüyorsunuz?
- Oyunculuk biraz özgür ruh gerektiriyor galiba. Yaratıcı olmanız lazım. Bir masa başına oturup, elime kağıdı kalemi alıp oturamazdım.◊ Kardeşinizle kaç yaş var aranızda?
- 7 yaş.◊ Okula gitmediğiniz zamanlarda, evde zamanınızı nasıl geçiriyordunuz? Evcilik falan oynar mıydınız?
- Evcilik yok, tiyatroculuk oynardık. Çarşaflardan perdeler geriyorduk bahçeye, önünde doğaçlama oynuyorduk. Uyduruyorduk bildiğin. Keşke onları çekebilme şansımız olsaydı.AVRUPA’DAKİ OYUNCULARIN TEKNİĞİ VAR AMA YÜREĞİ YOK
◊ Herkes iyi oyuncu olabilir mi?
- Hayır olamaz. Birincisi yetenekli olacak. İkincisi bu işi çok sevecek. Bu büyük bir aşk. Bu sevda olmazsa bu iş de olmaz. Çok araştıracak, çok sevecek, çok özverili olacak. Bir de sabır şart.◊ Özveri ne için gerekli?
- Mesela, bizim bayramımız olmaz, yılbaşımız olmaz, hafta sonu tatilimiz olmaz. Pek çok arkadaşımız annesini ya da babasını kabre koymuş, aynı gün gidip komedi oynamıştır. Bu bir fedakarlıktır. Biz perdeyi kapatamayız.◊ Türkiye oyunculuk anlamında hangi noktada?
- O kadar ileri ki. Türkiye’de çok iyi oyuncular var. Çünkü biz yüreğimizle oynuyoruz. Avrupa’da çok çalışıyorlar, teknik var ama yürekleri yok ortada.EVLİLİK PROGRAMI YAPANLARIN HEPSİ ŞİMDİ POLİS VE SAVCI
◊ Tiyatroya geçelim. “Ahududu” ile yeniden tiyatrodasınız, hayırlı olsun.
- Sağ ol Tülaycım. Ben sekiz sene ara verdim tiyatroya. Meğer ne büyük bir kayıpmış bu sekiz sene. Onun acısını yüreğimde hissediyorum.◊ Madem o kadar seviyordunuz, neden sekiz sene beklediniz?
- Birincisi uzun süre çok yoğun şekilde dizilerde görev aldım. Oynadığım dizilerin hepsi de çok şükür uzun soluklu oldu, seneler sürdü. Ankara’da yaşadığım dönemlerde “Ferhunde Hanımlar” ile başladı dizi hayatım. 1700 bölüm kadar çektik. Ondan sonra başka diziler geldi. “Hayat Bağları” da çok uzun solukluydu. Ardından “Cennet Mahallesi” başladı. Bitmeyen senfoni... Benim bile bir ara Roman olduğuma inanasım geldi o dizide oynarken, o kadar yani! Sonra televizyonculuk, canlı yayın dönemim başladı. 4.5 yıl kadar. “Melek” programı vardı, 5 seneye yakın devam etti.◊ O formatı sevdiniz mi?
- Gerçekten ekranda olmayı ve canlı yayın yapmayı çok sevdim. Uzun yıllar gitti ama sonra birden bitirme kararı alındı. Çünkü ekranlar evlendirme programlarına yöneldi. Reyting denen bir ölçü var ya...◊ Evlilik programları da bitti...
- Bitti de ne oldu, savcı programları başladı! Evlilik programı yapan herkese saygı duyuyorum. Ama kısa süre öncesine kadar evlilik programı yapanlar, şimdi polis oldu, savcı oldu. Kayıp buluyorlar, cinayet çözüyorlar. Ha bir de ne oldu biliyor musun, canlı yayın yaptığım dönemde korkunç saldırılar oldu bana. Vay efendim tiyatrocu ne anlarmış canlı yayın sunuculuğundan, sunuculuğu sunuculara bıraksaymışım ya!◊ Ne cevap verdiniz onlara?
- Dedim ki “Tam da tiyatrocular bu işi yapar”... Şarkıcılar yapıyor, bir şey denmiyor, türkücüler yapıyor, bir şey denmiyor, tiyatrocular yapınca neden sorun oluyor? Çünkü tiyatrocular en iyisini yapıyor. Bunun için de göze battı!O OYUNCULAR DİLERİM Kİ SURATLARINA ŞAMAR YER
◊ Nedim Saban’la yolunuz nasıl kesişti?
- Ben diziydi, programdı koştururken, Nedimcim de sürekli gelip gidiyor, “Ay Melekçim seninle bir oyunda çalışmak istiyorum” diyordu. Bant yayın yapmıyorum ki, nasıl bırakayım da oyun yapayım, turneye gideyim? Böyle böyle hep ertelendi, bir türlü başlayamadım. Sonra kanal programı bitirme kararı verince “Tamam kendimi biraz nadasa çekeyim, dinleneyim” dedim. Derken Nedim’den “Ahududu” teklifi geldi. Tiyatroyu da o kadar özlemiştim ki... Velhasıl geçen sezon başladık, hâlâ full oynuyoruz. Bu sene daha da bir coştu seyircimiz maşallah. Her yerde büyük bir sevgiyle, coşkuyla, ilgiyle karşılaşıyoruz.◊ Zaten sevilen oyuncusunuz. Bir de canlı canlı karşılarındasınız.
- O kadar yorucu bir oyun ki aslında, 2.5 saat sürekli sahnedeyiz. Oyun bittikten sonra düşüyoruz. Buna rağmen bizi bekleyen seyirciyi asla geri çeviremiyoruz. Çünkü onlar olduğu için bizler varız. Maalesef bazı arkadaşlarım seyirciyle aralarına bir duvar çekiyor. Ne kadar yanlış. Buradan sesleniyorum onlara, bunu yapmasınlar, o hazzı yaşasınlar. Çok ayıp... Ayıp... Onlar sayesinde ekmek yiyoruz. Dilerim şamar yesinler suratlarına! Korumalar bilmem neler. Nedir yani, ne oluyor? Kimse yemiyor sizi!BAŞROL OYUNCULARI O PARAYI ALIP DA RAHAT UYUYOR MU?
◊ Aslında sizi yeniden bir dizide görmeyi çok isterim.
- Herhalde yapamam artık. 140-150 sayfayı bir haftada çekiyorsun. O dizinin temposuna ayak uydurmak insanüstü bir güç gerektiriyor. Sabah 8’de sete gidiyorlar, ertesi gün 5’te çıkıyorlar. Çok fena. Bu yaştan sonra git sabahın 8’inde, ertesi sabah 5’e kadar kal orada, dayanamam. Evet çok büyük paralar ödeniyor ama o kadar helal ki o paralar onlara. Çünkü çok yoruluyorlar. Ama keşke bu paralar oyunculara adaletli şekilde dağıtılsa.◊ Ne gibi?
- Şimdi bir pasta düşün, bu pastanın dörtte üçünü tepedeki oyuncuya veriyorlar. Dörtte biri kalıyor, onu da kalan oyuncular ve teknik ekip kendi arasında pay ediyor. Bu büyük bir haksızlık ve adaletsizlik. Olmaz. O baştaki oyuncu, kafasını yastığa koyduğu zaman mutlu ve huzurlu uyuyabiliyor mu acaba merak ediyorum!◊ Sinema filmini de soracağım.
- 1975’ten beri profesyonel olarak bu mesleğin içindeyim. Fakat bir tane sinema filmim var; “Kaçma Birader”. Filmler hep yazın çekiliyor. E ben zaten haziranın ortasına kadar dizi çekimlerinden ölmüşüm bitmişim, yazı hep kendime sakladım. Bu yüzden öteledim sinemayı...◊ Eklemek istediğiniz son bir şey var mı?
- Eklemek istediğim sadece şu olabilir: Sanatla bir ülke aydınlanır, doğru yolu bulur, ufku genişler. Sanat herkese ve her ülkeye gereklidir. Ne olur Türkiye’mizde de sanatın her koluna gerekli önem verilsin, saygı duyulsun ve önü açılsın.MATEMATİK BAŞARISI ÖLÇÜ DEĞİLDİR
Melek Baykal her ne kadar “Başarılı bir öğrenci değildim” dese de, 490 kişinin katıldığı sınavda konservatuvara kabul edilen 7-8 gençten biri olması, onun ne kadar başarılı olduğunun kanıtı...
Başarı ölçüsü, okullarda her zaman yanlış değerlendirilmiştir. Matematik başarısı, başarı ölçümü olamaz. Bu sadece matematiksel başarı olmaktan öteye geçmez.Melek Baykal gibi birçok insan, okul başarısını genel başarı zanneder, kendisini başarısız sayar. Oysa birey başarılı olduğu alanları keşfederse hayatının akışı değişir. Yeter ki doğru yetenek, doğru alanda kullanılsın.
Baykal da aslında çok küçük yaşlarda kendi kendine yeteneklerini keşfetmiş ve doğru yönlendirilmeyi beklemeden kendi yolunu çizmiş, böylece en doğru adımı atmış. Yüksek cesaret ve risk alabilme özelliğiyle de dikkat çeken usta oyuncu, devamında sahip olduğu yeteneği besleyerek önemli bir başarıya ulaşmış.
AĞLATMAK KOLAY ZOR OLAN GÜLDÜRMEK◊ Komedi mi, drama mı?
- İkisini de çok seviyorum. İkisini de iyi yaptığıma inanıyorum. Ama bana sorarsan komedi çok daha zor iş. Çok çabuk ağlatırsın insanları ama güldürmek zordur. Yalnız bazı oyuncu dostlarım komedi yapmayı farklı algılıyor. Mesela benim anladığım komedi başka bir şey. Ben durum komedisini seviyorum. Bir metin getiriyorlar sana, okuyorsun, fevkalade komik yazılmış. Şimdi bu komik yazılan şeyi ben daha da komik yapacağım diye üstüne basa basa, altını çize çize oynarsam şarlatanlık yapmış olurum. Halbuki benim için komedi şu: Bu komik yazılan metni ben ne kadar ciddiye alıp oynarsam, o kadar komiği çıkar. Abartırsan kepaze edersin!◊ Zaten o zorlamalar seyircinin sinirini bozuyor. Ben kendi adıma gülemiyorum.
- Ben de gülemiyorum.MÜJDAT BENDEN KOLUMU İSTE, BUNU İSTEME
◊ Oyunculuk eğitimi veriyor musunuz?
- Hayır...◊ Neden?
- Çok sevgili dostumdur Müjdat Gezen, vazgeçemeyeceğim bir dosttur. Bana seneler önce dedi ki “Ne olur gel, benim okullarımda ders ver”... Dedim ki “Müjdat, kolumu iste keser veririm, benden bunu isteme”... “Niye?” dedi. “Yapamam” dedim. Çünkü bir şeyi bilmek başka şey, öğretmek başka. Benim öğretme yeteneğim yok. Eğitmenlik yapan ama aslında kesinlikle eğitmen olmayan hadsizler var bir sürü, ama onlardan ne öğreniyor çocuklar, hiçbir şey!