Merkel'in ortağı koalisyonu zorluyor...
Reşat Çalışlar SuperHaber için yazdı...
Almanya (örneğin Türkiye’den farklı olarak), kendi gündeminden çok, dış dünyanın gündemiyle ilgilenmeyi sevebilen bir ülkedir. Bir Alman kanalında ana haber bülteni açtığınızda, en uzun haberin İsveç’le ilgili olması(ve üstelik o kadar da hayati bir konu olmaması), normal bir durumdur. Alman tv kanallarının büyük kısmında, Alman siyasetçilerden çok, Trump ve Putin analiz edilir. Alman firmalarından çok, Google gibi uluslarası şirketler tartışılır. Bir cinayet belgeseli görürsünüz, cinayetin gerçekleştiği yer Stuttgart veya Düsseldorf değil Mallorca adasıdır.(Tabii katil ve/veya kurban Alman çıkabilir, o ayrı)
Fenomen İçişleri Bakanı
Genelde çok ateşli bir iç siyasi gündemin veya çok sivri siyasi/toplumsal kimliklerin görülmemesiyle bilinen Almanya; son aylarda; Seehofer-Merkel polemiği sayesinde, siyasi polemiğe biraz doydu. Hatta “Almanya dış dünyayı konuşmaya ara verdi, dış dünya Almanya’yı konuşur oldu” gibi bir cümle bile kurabileceğimiz bir ortam oluştu. Dünya çapında bir “fenomen”e dönüşen Alman İçişleri Bakanı Seehofer'i; Türk kanallarındaki ana haber bültenlerinde de, nadiren de olsa, artık görebiliyoruz. “İslam’ın Almanya’da yeri yoktur” diyen Seehofer, mültecilere yönelik olarak da, şunları söylüyor: “Eğer bir üst sınır koymazsak, halk mültecileri bir noktadan sonra kabul edemez hale gelecek”
69 Afgan Göçmen
Çok değişik mesajlarıyla ortağı Merkel’i zorlayarak gerilim yaratan CSU lideri Seehofer,(“69.yaş günümde, 69 Afgan göçmen sınırdışı edildi” gibi) açıklamalarıyla insanları şoke ediyor. Ancak son günlerde Seehofer’in üstündeki ilginin giderek dağıldığını ve kendisine duyulan sempatinin azaldığını görmek mümkün. Seehofer, özellikle Alman devlet kanallarında sert eleştirilerle karşılaşıyor. Son araştırmalara göre, seçmenlerin yaklaşık 2/3’ünün içişleri bakanlığından istifa etmesi gerektiğini düşündüğü Seehofer'i daha iyi tanımak adına, Alman siyasetine biraz daha göz atalım.
Seehofer’in başında bulunduğu CSU(Hıristiyan Sosyal Birliği); Almanya’da, “Hıristiyan Birlik Bloğu”nun(Union) onlarca yıldır değişmez parçası. İki partiden oluşan blok, aynı zamanda, iktidardaki “büyük koalisyon”un(Union+SPD) büyük ortağı. Yani CSU da tıpkı CDU ve SPD gibi büyük koalisyonun parçası. 2. dünya savaşının hemen ardından kurulan (Hıristiyan Birliği) Union’un, ilk başkanı Konrad Adenauer’di. O günden bu güne, bu birlik, dönem dönem sorunlar yaşasa da, varlığını korudu. Alman merkez sağ siyasetinin, hatta genel anlamıyla Alman siyasetinin temel yapıtaşı olma özelliğini sürdürdü.
Merkel Mi Seehofer Mi?
Merkel’in başında bulunduğu CDU bir yanda… Bavyera eyaletinde örgütlenmiş ve orada iktidarda bulunan CSU diğer yanda... Geçmişte Bavyera eyaletinin eyalet başkanlığını da üstlenmiş Horst Seehofer; son günlerde, mültecilerle ilgili açıklamalarıyla, Merkel’i haftalarca zorladı. Yorumcular, bu gerilime, başlarda, “bir dönemin sonu mu geldi?” şeklinde yaklaştılar. Seehofer, “Merkel beni görevden alamaz, çünkü benim sayemde başbakanlık yapabiliyor” gibi bir ifade bile kullandı. “Büyük koalisyon”un ve Merkel döneminin sonunun geliyor olabileceği düşünüldü. Merkel’den çok farklı nedenlerle rahatsızlık duyan çok farklı kesimler, onun Seehofer’le olan zıtlaşmasını, ilgiyle takip etti.
Seehofer istifa etmeyi düşündüğünü açıklayıp sonrasında vazgeçti. Bu da ona ayrıca puan kaybettirdi. Şu an, koalisyonun değil Seehofer’in sonunun yaklaşmakta olduğu izlenimi ağır basıyor. Hatta Seehofer’in eyaleti olan Bavyera’da bile, bazı araştırmalara göre, en sevilen siyasetçi, Angela Merkel. Kendi parti tabanı tarafından bile artık yeterli oranda onaylanmayan Seehofer’e hala olumlu bakan kitle, (en aşırı sağcı parti olan) AFD’nin kitlesi. Seehofer’in arasının en iyi olduğu başbakan ise, Avusturya başbakanı Kurz.
Zenginlerin Partisi Mi?
CSU, Bavyera partisi olması nedeniyle, ilk bakışta “zenginlerin sözcüsü” gibi görülebilen, ama kısaltmasındaki “S” harfiyle sosyal adalete de gönderme yapan; muhafazakarlık, milliyetçilik ve sosyal adalet arasında kendince bir sentez arama iddiasında olan bir parti. Bavyera, Alman ekonomisinin en güçlü eyaleti olmanın yanısıra, Avrupa’da da zenginliğiyle tanınan bir bölge. Alman sanayinin omurgası sayılabilecek BMW, Siemens, Audi, Linde, Bosch gibi firmaların ya merkezi ya da ana faaliyet bölgesi. Tabii, Bavyera başta olmak üzere, Almanya’nın güneyinin genelinde; milliyetçiliğin, ülkenin geri kalanından daha yoğun olduğu ve Nazi geleneğinin de bu bölgede hala canlı olduğu sır değil.
Horst Seehofer, bazı yönleriyle, tipik bir Bavyeralı sayılabilir. Bir işçi ailesinden gelen bakan, katolik ve muhafazakar bir aile ortamında, Münih’in kuzeyindeki görece küçük bir kentte yetişmiş. Almanya’da en uzun süre iktidarda kalan siyasetçilerden Helmut Kohl; Seehofer’i, 1992 yılında sağlık bakanı yapmış. Her iki siyasetçi de, iri yarı ve kaba saba(veya, sadece “aşırı direkt” mi desek?) tarzlarıyla, pespembe tenleriyle, et yemeyi(Seehofer’in en çok kuzu etini sevdiği söyleniyor, Kohl ise sakatat severmiş) sevmeleriyle; Almanya’da yaygın olan bir erkek tipini, hatta belki tipik “Beyaz Adam”ı temsil eden siyasetçiler. Seehofer’i bu yapısıyla Trump’a da benzetmek mümkün. “69.yaş günümde, 69 Afgan göçmen sınırdışı edildi. Bunu ben özel olarak ayarlamış değilim” diyerek gülümsemek… Bu aslında Trump’ı da aşan bir üslup. Veya üslupsuzluk…
Göçmen Meselesi
Seehofer, başka bir AB ülkesinde önceden kayda alınan, Almanya'da daha önce ilticası reddedilen veya belgeleri olmayan sığınmacıların ülke sınırlarından geri çevrilmesini talep ediyor. Merkel ise, konuyu AB düzeyinde çözmek istiyor. Merkel-Seehofer arasındaki ayrışmanın en çok somutlaştığı konu, göçmen/güvenlik/sınır politikaları olsa da; bu buzdağının görünen kısmı. Görünmeyen kısımda, iki farklı ekolün, iki farklı dünya görüşünün, iki farklı insan tipinin, iki farklı uygarlık ve ahlak anlayışının, iki farklı ruhun ve belki hepsinden önemlisi iki farklı “Avrupalılık” şeklinin çatıştığını söylemek mümkün. Şu noktada esas itibariyle çatışmanın kazanan tarafı olan Merkel, kendi imajını daha iyi yönetirken; Seehofer, son haftalarda epey ırkçı, saygısız ve haddini bilmez bir görüntü verdi.
Görünen o ki, Merkel’in siyasi kariyeri günün birinde sonlansa da, bu Seehofer’in elinden olmayacak. Tabii bu Merkel’in koltuğunun %100 garantide olması anlamına gelmiyor. Sonuçta, Merkel’i sevmeyen kitle, sadece Seehofer sempatizanlarından oluşmuyor.