Merve Şebnem Oruç kişisel blogundan "Kavurmacı" olayına isyan etti!
Yeni Şafak yazarı Merve Şebnem Oruç, kişisel blog sitesinden FETÖ ile mücadelede son dönemde yaşanan bazı aksaklıklara değindi.
Kadir Topbaş'ın damadı FETÖ'cü iş adamı Ömer Faruk Kavurmacı'nın sağlık raporu ile serbest bırakılmasını eleştiren Oruç, "Kavurmacı çıkar da diğer FETÖ’cüler durur mu? Şimdi hepsi, “Benim de sağlık sorunlarım var, ben de tahliyemi istiyorum,” diyor." diye yazdı.
İşte Merve Şebnem Oruç'un o köşe yazısı;
- FETÖ’yle mücadelenin kolay olacağını mı zannediyorduk?
Birkaç gün önce medyada şöyle bir haber yer aldı: “FETÖ sanığını serbest bırakan hakimi FETÖ'den rüşvet aldı diye tutuklayan hakim FETÖ'den tutuklandı.”
Biliyorum, bir köşe yazısına başlamak için fazlasıyla karışık bir cümle. Maalesef bir habere spot olabilmesi için bile aşırı kompleks. İnsan anlamak için okuyor, bir daha okuyor, dönüp dönüp bir daha okuyor ve kafayı duvarlara vuruyor. Ama mesele bir cümlede ancak böyle özetlenebiliyor. Karşımızdaki kripto terör yapılanmasının akıl oyunlarını, oluşturduğu tehdidi ve nasıl bir yapıyla mücadele ettiğimizi de az çok buradan kestirebiliyorsunuz.
Konuyu biraz daha açarsak karşımıza şu tablo çıkıyor: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hakim ve savcılara yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında gözaltına alınan hakim ve savcıların arasında, rüşvet aldığı iddiasıyla gözaltına alınan bir ağır ceza mahkemesi başkanını tutuklayan bir sulh ceza hakiminin olduğu ortaya çıkmış. Sulh Ceza Hakimi Mehmet Özakar, mahkemede sorgu yaptığı sırada gözaltına alınmış ve “silahlı terör örgütü üyeliği” suçundan tutuklanmış. Özakar’ın tutukladığı İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı H.A.’nın rüşvet aldığı iddia edilen kişinin FETÖ sanığı Fi Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Fikret İnan olduğu daha önce gündeme gelmişti. İnan 26 Ağustos’ta terör finansmanı, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmış, 24 Kasım’da yaptığı itiraz üzerine Hakim H.A. tarafından tahliye edilmişti.
Sadece bu vaka bile, bir film sahnesinin içine düşmüşsünüz gibi hissettiriyor. Üstüne bir de adı geçen Sulh Ceza Hakimi Mehmet Özakar’ın etkin pişmanlık hükümlerinden yararlandığı ortaya çıkınca, Quentin Tarantino’nun Rezervuar Köpekleri filminde tuzağa düşen soyguncuların sığındıkları depoda içlerinden birinin polis olduğunu anladıklarında birbirlerine düştükleri sahneyi hatırlıyorsunuz. Herkesin birbirine silah doğrulttuğu ve ortalığın kan gölüne döndüğü sahnede kim gerçekte kim bilemiyorsunuz ya, işte aynen öyle bir an canlanıyor gözünüzde. Keşke bir film olsaydı yaşadığımız; fakat memleketin karşı karşıya olduğu korkunç bir tehdidi konuşuyoruz. Yıllarca kim bilir nasıl ve ne şekillerde, hangi zihin oyunlarıyla uyutulduğumuzu ve henüz farkında bile olmadığımızı anlıyoruz.
Medya açısından bile tablo böyleyken, kendi içlerinde de var olan tehdide karşı mücadele eden, adalet terazisini ve yükün büyük kısmını omuzlarında taşıyan vatansever emniyet ve yargı mensupları için durumun ne kadar zorlu olduğunu varın siz düşünün.
Dahası, dün Denizli’de yaşanan, kaza mı suikast mı olduğu yönünde ciddi şüphe barındıran vahim olaya, olayın medyada ve sosyal medyada FETÖ’cüler tarafından ele alınış biçimine bakınca, bu örgüte yönelik soruşturmaları yürütenlerin nasıl tehditlerle karşı karşıya olduğu da görülüyor. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilk askeri darbe iddianamesini hazırlayan Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Alper, şoförüyle birlikte makam otomobilinde Kocabaş D Tipi İnfaz Kurumu’na giderken, kavşaktaki ‘dur’ ihtarı levhasına uymayan hafriyat yüklü bir kamyonla çarpışarak maalesef hayatını kaybetti. Olayın kendisi kadar, Cumhuriyet Gazetesi’nin sosyal medyada bu haberi paylaşma şekli de düşündürücüydü. “İlk FETÖ iddianamesi’ni hazırlayan Başsavcı Muzaffer Alper’i kamyon biçti” şeklindeki ilk ve bunu silip yerine paylaştıkları “İlk FETÖ iddianamesini hazırlayan Başsavcı Mustafa Alper kamyon kazasında feci şekilde can verdi” şeklindeki ikinci tweet, adeta soruşturmaları yürütenlere yönelik birer tehdit mesajı gibiydi. Nitekim Emre Uslu’nun olayın ardından yazdığı “Denizli Başsavcısı binlerce masum kadın çocuk genci içeri tıktı. Üstüne kamyon devrilmiş ölmüş. Yaşasın zalimler için cehennem…” mesajı da, yoruma gerek bırakmayacak şekilde nasıl bir kötülükle mücadele ettiğimizin göstergesiydi.
Üstelik bu vahim olay ve olayı müteakip tehditler, ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ suçundan hapsi istenen TUSKON’a üye 86 iş adamının arasında yer alan Ömer Faruk Kavurmacı’nın tahliyesinin kamuoyunda sebep olduğu infial sürerken gerçekleşince, emniyet ve yargıda neler yaşanıyor, göz önüne getirebilmemize bir nebze de olsa yardımcı oluyor.
Nedim Şener, dün Posta’daki köşesinde tartışmaların kaynağı olan Adli Tıp yerine özel hastaneden alınan sağlık raporuyla gelen skandal tahliye sürecini kaleme almış. Özetlersek, Acıbadem Hastanesi fiziki muayene olmaksızın Kavurmacı’nın avukatlarının sunduğu 2005 tarihli ‘epilepsi’, 2009 tarihli ‘uyku apnesi’, 2010 tarihli ‘hipoglisemi’ raporlarına bakıp “yalnız kalması, oruç tutması, uzun saatler aç kalması, araç ve elektronik cihaz kullanmasının sakıncalı olduğu ve ciddi sağlık sorunları nedeniyle tutukluluk halinin ileride telafisi imkansız zararlara yol açacağına” dair bir rapor hazırlıyor. Avukatların raporu alır almaz hemen tahliye girişiminde bulunmasını beklersiniz, ama öyle olmuyor; 13 gün bekleyip resmi tatil olan 1 Mayıs günü Nöbetçi Mahkeme’ye başvuruyorlar. Nöbetçi hakim dosyayı talep edince savcı, iddianamenin başsavcılık onayında olduğunu; tahliye talebinin, yargılamanın yapılacağı mahkeme tarafından değerlendirmesinin uygun olacağını söylüyor. Ama nafile; nöbetçi hakim, ısrarla dosyayı istiyor ve dosyanın UYAP'a göre kendilerine ulaşmasından 20 dakika sonra Kavurmacı’yı tahliye ediyor.
Kavurmacı çıkar da diğer FETÖ’cüler durur mu? Şimdi hepsi, “Benim de sağlık sorunlarım var, ben de tahliyemi istiyorum,” diyor.
İnsan tabi, Adil Öksüz’ü serbest bırakan hakim Çetin Sönmez’in daha yeni HSYK tarafından ihraç edilmiş olmasına ve Sönmez’in daha 3-5 gün önce gözaltına alınmış olmasına bakarak, FETÖ’cülerin gözümüzün içine baka baka, dalga geçer gibi yaptıkları işlere artık şaşırmıyor. Ama 15 Temmuz yaşanalı henüz bir sene dahi geçmemişken, şehitlerimizin kanı hala yerdeyken, milletin öfkesine rağmen böylesi bir skandala karşı yaşanan bu derin sessizliğe bakarak, ister istemez hayal kırıklığına uğruyor. Her şeye rağmen, 15 Temmuz gecesi olduğu gibi “Sizden korkan sizin gibi olsun alçak köpekler” demeyi sürdürmezsek yuh olsun bize.
*: Hayatını kaybeden Denizli Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Alper ile şoförü Muzaffer Akşehirli’ye Allah’tan rahmet, ailelerine sabırlar dilerim.