Merve Şebnem Oruç, küçük Ecrin'in vefat haberini nasıl aldığını anlattı
Ersoy Dede, Ersin Çelik’in küçük kızı Ecrin'i yazdı # Yeni Şafak Gazetesi İnternet Yazı İşleri Müdürü Ersin Çelik’in 7 yaşındaki kızı Ecrin Çelik, Sakarya’da meydana gelen trafik kazası sonrasında tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmişti. Yeni Şafak yazarı Merve Şebnem Oruç da köşesinde Ersin Çelik’in acısını paylaşan isimler arasındaydı...
Geri gelen bir aracın çarpması sonucu hayatını kaybeden Ecrin Çelik’in cenazesi Kocaeli’de toprağa verildi.
Bu acı olay medya dünyasında büyük üzüntüye neden olurken, Yeni Şafak yazarı Merve Şebnem Oruç da köşesinde Ersin Çelik’in acısını paylaşan isimler arasındaydı...
İşte o köşe yazısı;
- Dünyanın en zor sınavı
29 Kasım 2016… Avrupa’da bir yerlerdeyim. O günlerde yanımda çalışan pırıl pırıl bir gencin, Mansur’un mesajı düştü cep telefonuma sabahın erken saatlerinde: “Abla, bebeğim öldü.” Otel odasından çıkmaya hazırlanırken kapının önüne çöktüm, kaldım: “Nasıl olurdu?”
“Mansur,” dedim, “ne diyorsun?!!”
Bir gün önce uçağa binerken işe haber vermeden gelmediği için söylenmiştim telefonda. “Bebeğim hasta, hastanedeyim abla” deyince bu kez, “Niye söylemedin” demiştim. “Başka bir doktora, başka bir hastaneye götürürüz. Haber ver son durumunu n’olur, sakın ihmal etme” diyerek kapatmıştım. Haber vermişti.
Ne diyeceğimi bilemez, hesap edemez halde telefonu kaldırdım, aradım. “Mansur,” dedim, “çok üzgünüm.”
Telefonun öbür ucundaki ses dünyanın en acılı sesiydi. Sanki taşıyamayacağı kadar ağır bir yükü sırtına yüklenmişti, o yükle ömür boyu yürüyecekti. Evladını kaybetmiş bir babanın gözyaşlarına boğularak çıkan tiz sesi, içine attığı feryadıydı.
“Çok üzgünüm,” diyordum ama kime diyordum. Karşımdaki sesin sahibi dünyanın en büyük acısını çekiyordu o anda. Aslan gibi bir delikanlı dünyadaki en büyük üzüntüyü göğüslüyordu.
“Sen iman sahibi bir gençsin. Yıkılmayacaksın. Allah sana en büyük sınavı verdi, çok zor, ama dayanacaksın. Dayanacaksın ve bebeğine cennette kavuşacaksın,” diyebildim sadece.
Ertesi gün Mansur Kartal ve ailesi, bebeklerini ve ruhlarının birer parçasını Mardin’e götürdü ve toprağa gömdü. Çoğumuzun tahayyül bile edemeyeceği çok zor bir sınavdan geçti ilerleyen günlerde, aylarda... Geceler boyu ölümü çağırdı, ölümü bekledi.
“Ey ölüm, geceleri içimi fetheden, yüreğimin kalelerini darmadağın edip talan eden, özlemiyle aklımı firar ettiren, çorak bir toprakta bir damla suya muhtaç misali hasretle beklenen... Gel kurtar beni bu cennet denilen cehennem dünyamdan; gayri dayanmıyor, yoruldu şu aciz beden dünyanın vefasızlık zilletinden...”
Ama yıkılmadı Mansur. İsyan etmedi, Allah’a sığındı. Evladını toprağa vermiş her ana babanın kapılması işten bile olmayan suçluluk duygusu kuyusundan kadere imanını tazeleyerek çıktı. Ölümü, cezalandırılmayı aramayı bıraktı, Rabbine teslim oldu. “O’ndan geldik ve yine O’na döneceğiz. Benim de evladımın sahibi de Allah,” dedi. Diğer çocuklarına sarıldı.
“Sen Rahman’sın, sen Rahim’sin, seversin, affedersin. Bize bizden daha yakın olan sensin. Bana hayat verip kulluğuna kabul ettin, hak etmediğim varlığıma bir de sonsuzluk vadettin.”
***
28 Temmuz 2017... Asya’da bir yerlerdeyim. tvnet’te bir çalışma arkadaşımın mesajı düştü cep telefonuma akşamın erken saatlerinde: “Ersin kardeşimin büyük kızı Ecrin’i trafik kazasında kaybettik.” Akşam namazı ve yemek için mola verdiğimiz yerde kalakaldım: “Nasıl olurdu?”
“İsmail,” dedim, “Ersin, bizim Ersin mi?!!” İsmail’den cevap geldi: “Maalesef...”
Bir gün önce telefonda biraz sohbet etmiş, dertleşmiştik. İçim rahat etmeyince kuruma televizyon yayınımdan saatler önce gitmiş, ona da uğramıştım. Yerinde bulamayınca söylenmiştim telefonda. “Yağmurdan dolayı erken çıkmak durumunda kaldım,” deyince bu kez, “Niye risk alıyorsun?” demiştim, “Acele edip erken çıkınca yağmura, doluya yakalanıyorsunuz, trafikte kalıyorsunuz böyle. Geç çıkman lazım. Gerekirse hiç gitme.” “Haklısın,” demişti.
Ne diyeceğimi bilemez, hesap edemez halde telefonu kaldırdım, aradım: “Ersin,” dedim, “çok üzgünüm.”
Telefonun öbür ucundaki ses Ersin’in sesiydi, Mansur’un sesiydi, evladını, can parçasını kaybetmiş tüm ana babaların sesiydi. Kulağımdaki tını, dünyanın en ıstırap dolu sesiydi. Şimdi onun sırtına da hiç beklemezken taşıması çok zor bir yük verilmişti, o yükle ömür boyu yürüyecekti. Konuşmakta güçlük çekiyor, tiz bir nefesle mecalini toplamaya çalışırken gözyaşlarını tutamıyordu. Duraksamalarından belliydi, içinde haykırıyor, ruhu bedeninin duvarlarını yumrukluyordu.
“Çok üzgünüm,” diyordum ama kime diyordum. Karşımdaki sesin sahibi dünyanın en büyük acısını çekiyordu o anda. Dağ gibi bir genç adam dünyadaki en büyük üzüntüyü göğüslüyordu.
“Ersin,” diyebildim sadece, “yıkılmayacaksın. Sen iman sahibisin. Allah sana en büyük sınavı verdi, sınavın çok zor, ama dayanacaksın. Yıkılmayacaksın.”
Dün Ersin Çelik ve ailesi, bebeklerini ve ruhlarının birer parçasını Kocaeli’ne götürdü ve toprağa verdi. Onları pek çoğumuzun tahayyül bile edemeyeceği çok zor bir sınav bekliyor şimdi.
Ama inanıyorum Ersin de yıkılmayacak. Rahman ve Rahim olan Allah’a sığınacak ve isyan etmeyecek. İmanı ve itikadı kuvvetlenecek, Rabbine teslim olacak, diğer çocuklarına sarılacak. Nitekim Ersin’in de sahibi Allah, Ecrin’in de bizim de...
Ya Rab... Sen Rahman’sın, sen Rahim’sin... Seversin, affedersin. Bize bizden daha yakınsın. Kardeşimiz Ersin’e ve ailesine sabır, dayanma gücü ver. Küçücük olanlarımızı cennetine alırken onları sırasız toprağa veren tüm büyüklere kolaylık ver. Ve bizlere merhamet et.