Metin Külünk kimdir?
Metin Külünk kimdir? 16 Aralık 1960 yılında Rize'nin Güneysu ilçesinde doğan Metin Külünk internette vatandaşlar tarafından araştırılıyor. İnternet üzerinden Metin Külünk kimdir ve ne iş yapıyor gibi sorulara yanıt aranıyor. Biz de bu konuyu sizler için araştırdık. Peki Metin Külünk kimdir? Ne iş yapıyor? Detaylar haberimizde...
Metin Külünk kimdir? Vatandaşlar tarafından internette sıkça araştırılan konulardan biri de Metin Külünk kimdir ve ne iş yapıyor? Hayatı ve görevleri ile alakalı bir çok insanda merak uyandıran Metin Külünk'ü sizler için araştırdık. Bu konu ile alakalı gerekli tüm bilgilere haberimizden ulaşabilirsiniz. Peki Metin Külünk kimdir? Ne iş yapıyor? İşte detaylar...
METİN KÜLÜNK KİMDİR?
16.11.1960 tarihinde Rize'nin Güneysu ilçesinde dünyaya geldi. Babasının görevi nedeniyle ilk ve orta öğrenimini sırasıyla Diyarbakır ve İstanbul'da tamamladı. Daha sonra Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünü bitirdi.
Askerlik hizmetini yerine getirmesinin ardından 1984 yılında İnanç Dış Ticaret Hizmetleri Grubunda iş hayatına atıldı.
· 1990-1993 yıllarında sivil oluşum ALTMIŞLILAR GRUBU'nun kuruluşunda ve yönetiminde bulundu.
· 1993-1995 yılları arasında Marmara Üniversitesi'nde dış ticaret dersleri verdi.
· 1990-1995 yılları arasında İTKİB (İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçılar Birliği) komitelerinde görev yaptı.
· 1994 yılında Türkiye'nin AB ile ilişkilerine yönelik "GÜMRÜK BİRLİĞİ SÜRECİNDE TÜRKİYE" dergisini yayınladı.
· 1995 yılında Türkiye'nin Milli Eğitim Bakanlığı'ndan onaylı ilk özel "DIŞ TİCARET EĞİTİM MERKEZİ"ni kurdu.
· 1995 yılında İSO (İstanbul Sanayi Odası) Hazır Giyim Meslek Komitesi Üyeliği'ne seçildi.
· 1997-1999 yılları arasında MESİAD (Merter Sanayici ve İşadamları Derneği) Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı.
· 1997-2000 yılları arasında İSO Meclis Üyeliği'ne seçildi.
Türkiye'nin geleceğinin dünyaya ticari anlamda entegre olmaktan ve ihracattan geçtiğine inanan Metin Külünk'ün değişik yayın organlarında dış ticaret ve AB üzerine pek çok makale ve araştırması yayınlanmıştır.
2001 yılında Türkiye büyük bir ekonomik krize girdiğinde krizden çıkış yolu olarak ihracatı göstermiş ve iki yıl boyunca Türkiye'nin dört bir tarafında 2000'e yakın kişiye bila bedel "Nasıl İhracat Yapılır" konulu eğitimler vermiştir.
Kriz sonrasında AK PARTİ'den siyasete atılan Metin Külünk, 2002 – 2006 yılları arasında AK Parti İstanbul İl Teşkilatında çeşitli görevleri yürütmüştür.
2004 yılından başlayarak Metin Külünk mesaisini, sivil toplum faaliyetlerine ve Eylül 2004 yılında kurduğu Küreselden Yerele Türkiye’yi Konuşuyoruz Platformuna ayırmıştır. KYTK Platformu çerçevesinde günümüze kadar irili ufaklı 300’e yakın toplantı ve konferans düzenleyen Külünk’ün bu faaliyetleri çerçevesinde 500’e yakın siyasetçi, uzman ve akademisyen katılırken, otuz bin civarında izleyici kitlesine de hitap etmiştir.
Külünk, ayrıca 2001 yılında kurulan Külünk Eğitim ve Kültür Derneği’nin de 7 yıl süreyle başkanlığını yapmıştır. Bu çerçevede aile misyonuna özel atıfta bulunarak Türkiye’nin pekçok bölgesinden aile ve hemşehri dernekleri ile organizasyonlar düzenlemiştir.
Külünk’ün kendisine ait, küresel ve yerel gelişmeler ile beraber, kendi yazılarına da yer verdiği iki web sitesi bulunmaktadır.
Metin Külünk’ün, Uluslararası Ticarette Tarife Dışı Engeller, Barışı Arayan Dünya, Küreselleşen Dünya’da Türkiye, Rengarenk Şehir İSTANBUL, Anadolu Düşüncesi Temelinde Büyük Türkiye İdeali, Büyük Anadolu Aklı, 140’lık Hasılıkelam ve Bombalayacaklar isimli 8 kitabı bulunmaktadır.
2011 yılında İstanbul 1. Bölgeden AK Parti Milletvekili olarak seçilmiştir. 24-25-26. Dönem İstanbul Milletvekilliği yaptı.
TBMM Sanayi Ticaret Enerji Tabi Kaynaklar Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Üyesi
AK Parti Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı
Türkiye Tunus Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanı
Türkiye Gençlik Kulüpleri Konfederasyonu Genel Koordinatörü
Metin Külünk evli ve bir kız çocuğu babasıdır.
Üye olduğu Kuruluşlar :
- Külünk Eğitim ve Kültür Derneği
- Tepebaşı Köyü Derneği
- Güneysu Derneği
- RİZE VAKFI
- TEK-DER (Teknik Elemanlar Derneği)
- Mimar ve Mühendisler Grubu
- İTKİB (İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçılar Birliği)
- UND (Uluslararası Nakliyeciler Derneği)
- İstanbul Tasarım Derneği
- Fenerbahçe Spor Kulübü
METİN KÜLÜNK ÖZEL RÖPORTAJ
Evinin önünde silahlı ve maskeli kişilerin görülmesi ile geçtiğimiz hafta Türkiye'nin gündemine oturan AK Parti eski İstanbul Milletvekili Metin Külünk, Hülya Okur ile söyleşisinde bu konunun detaylarına girmek istemedi.
Külünk, "Konu emniyette, şüpheli bir vaka, benim ilk defa yaşadığım bir konuda değil daha öncede yaşadım ancak bu bir şekilde iradenin dışında kamuoyuna mal oldu. Bu konuda yorum yapmayı doğru bulmuyorum" ifadelerini kullandı.
Ancak Külünk ile Hülya Okur'un sohbetleri bununla sınırlı değildi.
AK Parti ve Erdoğan ile çıktığı yol için "Pişmanlık duyulacak bir yol değil" ifadesini kullanan Külünk, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile muhalefet partilerinin liderleri arasındaki farkı "Biz ne lidercilik oynayanları gördük. Zorla lider olunmaz." dedi. Külünk, açık sözlü, milletle arasına perde koymayan bir duruşu olduğunu vurguladı Erdoğan için, "Cumhurbaşkanımızın gizli ajandası yok" ifadesini kullandı.
Yerel seçimlerle ilgili de önemli mesajları oldu Metin Külünk'ün. "Türkiye açık yüreklilikle ifade edeyim ki, önümüzdeki 10 yılın en kritik seçimine gidiyor." diyen Külünk, Erdoğan'ın Kızılcahamam kampında yaptığı açıklamaya dikkat çekti:
"Cumhurbaşkanımız kampın açılış konuşmasında, doğrudan milleti referans göstererek, 24 Haziran seçim sonuçlarının aday listeleri üzerinden yaşandığını açıkça ifade etti. Daha önceden de yerel seçimlerinde hangi hassasiyetlerde olmamız gerektiğini il başkanları toplantısında ifade etmişti. Sokakla partimiz arasında makasın açılma sinyalleri var. Hatta ekonomik olarak yaşadığımız bu sıkıntılı dönemden dolayı, bu makasın açılma hissinden öte, pratikte dillenme seviyesi çok yükseldi. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız duyuyor. Bahsedilen danışmanlık şirketi ile ilişkilerin bitirilmesi, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderlik kapasitesi ve gücüdür."
Sokağın, seçmenin aday listelerini beklediğini ifade eden Külünk bu listelere ilişkin uyarılarını ise şöyle sıralıyor:
"Cumhurbaşkanımızın sokaktan aldığı güven ya güçlenecek ya da zedelenecek. Arkadaşlarımız benlik yarışı içinde. Meclis listeleri masalarda belirlenmemeli. İl teşkilatlarından ilçe meclis listesi yapılmamalı. Sokak hiç kimsenin ipoteğinde değil. Koltuktan vazgeçmek kolay iş değil. Erdoğan bize belediye başkanlığını teslim eder diye düşünen hata ediyor”
"Şu anda Türkiye’nin en stratejik gücü Sayın Erdoğan’dır. Ama halk diyor ki; onun arkasına saklanarak güç devşirmeyin." diyen Külünk, tabanın parti yönetimlerine verdiği mesajı ise "Taban diyor ki: Liyakat, ehliyet, adalet. Samimiyet, vefa, hak. Bunları gözetin diyor. Bir meclis üyesi listesi açıklanıyor ve listede bir sürü bilinmez adam. Diğer tarafta 20 sene emek vermiş bir adam. Onun hiç adı yok, kenara konuluyor. " sözleri ile özetliyor.
Yerel seçimlerde partilerin en büyük ve kritik hedefi olan İstanbul'a ilişkin önemli tespitleri var Metin Külünk'ün. Megakenti saran binaların İstanbul'a eziyet olduğunu yüksek sesle söylediğini ifade eden Külünk, "Bu şehrin ruhunu gözümüz gibi korumalıyız ama üzülüyorum. Dikey binacılık ve sadece imar komisyonunun çalışmalarına kilitlenmiş bir belediyecilik anlayışından (sadece bu değil çok başarılı işler de var) insan ve toplum, kültür, şehir esaslı yerel yönetim anlayışına geçmemiz gerektiğini düşünüyorum." diyor.
İstanbul'u tanımlarken de, "Sadece gezilecek bir şehir değil, yaşanacak bir şehirdir." ifadesini kullanan Külünk, İnce'nin adaylığı içinse, "Muharrem İnce önce CHP’deki meselesini çözsün. İstanbul, sayın İnce’ye çok ağır gelir. İnce'nin CHP nin içinde ciddi bir meselesi var, bence önce onu çözmeli" diye konuştu.
Yerel seçimlerde ittifak olursa nasıl olur sorusuna yanıtı net oldu Külünk'ün; "Yerel seçimlerde ittifakı inşa etmek çok kolay değil. Gönül ittifakı vücut bulacak. AK Parti ve MHP'nin güçlü aday çıkartacağı yerde CHP aradan çıkabilir."
Türkiye'nin son aylarda finansal 15 Temmuz ile karşı karşıya olduğunun altını çizen Metin Külünk, bu durumdan sokağın ciddi şekilde rahatsız olduğunu belirtiyor. Saldırının 15 Temmuz gibi çok sert ve acımasızca geldiğini vurgulayan Külünk, "Dolar ve faiz artışı hayatımıza doğrudan müdahale ediyor. Çünkü faiz, neoliberalizmin ana dinamiği. Dolar da küresel sistemi güç merkezinin elindeki en önemli beyzbol sopası. Bir yandan beyzbol sopasıyla saldırıyorlar, bir yandan faizle. Merkez Bankası faizi bu şekilde artırmamalıydı. Türkiye'de iç dünyasını ve sokağı iki cephede mücadele etmek zorunda bıraktı." ifadelerini kullandı.
Bu noktada Külünk, konkordato ilan edenlerle, Türkiye'den yurt dışına para transferi yapanlara dikkat çekiyor, "Son bir yılda Türkiye'den para çıkaranlar kim? Ve o para çıkışı yapan firmalar konkordato ilan etti mi, etmedi mi? Konkordato ilan edip sıkıntıyı küçük esnafın, tedarikçilerin sırtına yükledi mi, yüklemedi mi? Bu örgütlü bir suçtur. Devlete, millete karşı işlenmiş örgütüdür suçtur." sözleri ile...
13 yıldır Türkiye'nin Erdoğansızlaştırılmasına yönelik operasyonlarla yüzyüze olduğunun altını çizen Külünk, "13 yıldır kaç suikast atlattı, kaç zehirlenme atlattı, kaç operasyon atlattı, sayısını biz bilmiyoruz, kendisi biliyor." dedi.
Yılmaz bir şekilde destek verdiği FETÖ ile mücadele noktasındaki eksiklere işaret eden Külünk, "Sen FETÖ davasında yargılan, adın “baron” olsun, aday adaylık müracatı yap, bu kabul edilsin. Toplum bunu kabul etmiyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın karakterindeki liderler, 50-60 yılda anca gelir, o bu milletin şansı. Birilerinin ikbal, beklentisi, hesapları üzerinden bu şansa zarar verme hakkı kimseye ait değil. Bazen çekilmesini bilmelisiniz, çekilip kenara da sessiz durmasını bilmelisiniz. 15 Temmuz’un işbirlikçileri bütün alanlarda hayatına müdahale etmeye devam ediyor. Ben çok iyi biliyorum; bir başsavcı, soruşturmayı yürüten savcıları çağırıyor, delilleri belli olan şu şu isimleri dosyadan çıkartacaksın, diyor. O savcı da, “Hayır çıkartmam, delilli” diyor." ifadelerini kullanıyor.
FETÖ'nün 40 yıl önce sadece 3 kişiden oluştuğunun altını çizen Metin Külünk "deizm" tehlikesine, "FETÖ’den tehlike mi olur deniliyordu ama 15 Temmuz’u yaşadık, deizm de hafife alınıyor, deizm de hafife alınmasın, deizm üzerinden bu toprakların kıyamete kadar varlığını tehdit edecek bambaşka modellerle karşılaşabiliriz." sözleri ile dikkat çekiyor.
Metin Külünk, Abdullah Gül ile ilgili de bir parantez açıyor saygıyı elden düşürmeden: "Abdullah Gül'ü şaşırtan kendisi oldu. Benim 17/25 ve Gezi'den bu yana söylediğim bir cümle var. Polemiğe girmek istemem. Yıllarca kendilerine hürmet ettiğimiz, ağabey dediğimiz insanların durduğu yerin Sayın Erdoğan’ın yanı olduğunu söylemeleri gerektiğini ifade ettim, yine aynısını söylüyorum. Yol arkadaşlığı bunu gerektirir. Sayın Erdoğan bu konuda çok vefa göstermiştir. Ama aynı vefayı kendisi görememiştir."
Külünk'ün "Acente liderlik" diye bir tanımlaması var. Hülya Okur'un "Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce ya da Meral Akşener, sizin belirttiğiniz küresel güçlerin ortaya attığı “acente liderlik” formatına uyuyorlar mı?" sorusuna "Liderlik fıtridir. Zorlama liderlik olmaz. Bu isimler ancak acenta taşeronluk yaparlar." sözleri ile yanıtlıyor.
Külünk'ün gündeme geldiğinde büyük tartışmalara neden olan "Anayasa Mahkemesi kapatılsın" teklifi vardı. Külünk, bu teklifi verme nedenlerini SuperHaber'e şu sözlerle özetliyor, "Ben Anayasa Mahkemesinin tartışılmasını istedim, bugün de tartışılmasını istiyorum. Yasa yapma yetkisinin mecliste olduğu bir yerde Anayasa Mahkemesi kendisini meclisin üstünde göremez."
Dış politikaya ilişkin önemli uyarıları da var Külünk'ün. “Almanya ile ilişkiler iyi olmak zorunda" diyen Külünk. "Çin, Rusya ve İsrail ile tek başına kalmamalıyız” uyarısında bulunuyor.
Ve Cemal Kaşıkçı olayı. Külünk, "Kritik ve artçı sarsıntıları önümüzdeki günlerde çok daha sertleşerek devam edecek. Sudi Arabistan’da çok sürpriz gelişmeler olabilir. Bekleyip görelim." ifadesini kullanıyor dünya çapında tartışılan olay için.
İşte, Hülya Okur'un, çok özel Metin Külünk röportajı...
“AİLEM ÜNİVERSİTE DİPLOMASI DEĞERİNDE”
Yıl 1960 isimli şiirinizde doğduğum yıl bir müjdenin günlüğü idi bana deseniz de.. Selimiye kışlasında yıl 1983, polis minibüsünden indik, kafamı çevirdim, ne gördüm: “Senin kocaman yüreğini” diye mısralara döktüğünüz, gözlerine tutunmak istediğiniz annenizden ya da 'Adı Muhammet, emekli memur, yaş 11 terketmiş doğduğu köyü, ayaklarında nasır bağlamış 1930’lu yıllarda' diye anlattığınız babanızdan başlasın istiyorum hikayeniz!
Her baba evlat için çok anlamlıdır, benim babam da bizim için çok anlamlıdır. Annelik ve babalık değerlerine olan büyük saygım, kendi ailemizde aldığımız eğitim ve kültür üniversite diploması değerinde. Babam 24 Ekim 1997’de, annem ise 14 Şubat 2002’de rahmetli oldu. Bugün yaşasalardı evliliklerinin 70. yılına varacaklardı. Babam köyün ilk okuyan öğrencisi, askerdi(ast subay). Annem ise ümmü idi. Cumhuriyeti kurmuşuz, yeni bir dönem başlamış, böyle bir süreçte babamız olduğu köyü terk etmiş, akrabası olan bir hanımefendi ile evlenmiş. Babamın dolabındaki elbiseleri rahmetli olmada kısa bir süre önce ben almıştım. Annemin dolabında da 50 yıllık mantosu vardı. Anne ve babanın gardıropları iki gözlü idi. Evimizde misafir hiç eksik olmazdı, 20 kişi ile habersiz eve gittiğimde annem ‘Hayrola Metin bu kadar insanı nereden buldun’ diye sormazdı. Yarım saat sonra sofra hazır olurdu. Yemek istemeyene, kepçe elinde o tabak bitecek, derdi. Babam 68 yaşında emekli olduğunda 3 araç değiştirerek çalışacağı yere giden bir adam. 3 tane evlat yetiştirmiş bir anne baba. Babam tank makinisti idi, 3 kardeşin hayatının en kritik dersidir bu, emekli olmaması için ordu komutanı düzeyinde ricada bulunulmuştu, ‘benim bölüğümdeki tanklar her an savaşa hazır olmalı’ derdi, mesai mevhumu yoktu, biz Diyarbakır’dayız, annem bulaşıklar için bezi göstererek, şunu bölükte benzine batır getir de, hiç olmazsa rahat yıkayayım dediğinde, babam: hanım hanım o benzinde ülkedeki bütün insanların hakkı var, ben çalışacağım, üstüm başım yağlı gelecek, sen gece yıkayacaksın ve ben tekrar giyip gideceğim, dedi. Bu kültür ile yetiştik. Babam emekli olduğu 68 yılında tazminatıyla isteseydi yüzlerce dönüm arazi alabilirdi. Ama hayır, dedemden borç aldı, kira vermeyeceğimiz bir dairemiz olsun dedi. Annem de memur eş olmaktan kaynaklanan, israfın olmadığı ama bereketin saçıldığı bir ev yönetimine sahipti. Akraba Bağları zirve yapardı, Fatih'te oturduğumuz evde teyzemlerle karşı karşıyaydık, teyzem köye gittiğinde çocukları anneme emanetti. Köyün bütün hastaları, İstanbul'a ziyarete gele benler bize gelirdi, annem ve babam öf demezdi. Annemin en önemli özelliği sır küpüydü. Merhaba milliyetçiliği ne demek annemdeydi. Rahmetli babaannemin ağzından Şaziment dediği zaman bir Şaziment daha çıkardı. Biz temel değerleri; cömertliği, akraba bağlılığını, fedakarlığı, bereketin ne demek olduğunu, esasın eşya değil insan olduğunu burada aldık. Şiirler yaşanmış şeyler. 83 yılında ortanca ağabeyimle beraber bir gece bizi aldılar, o dönemde gece kapı çaldı zaman kimse hayra yormaz, Selimiye’ye geldik annem haber almış, biz ekip otosundan indiğimizde, annemin ayağındaki lastiklerin fırlayıp bize koştuğu an unutulacak bir an değil. Üstelik boğazları sarılı, grip olmuş. Anneciğim rahmetli olana kadar eşimle (Semra hanım) beraber oturduk. 17 sene İstanbul'da oturmuş bir hanımefendinin gelip eşinin anne ve babasıyla 17 sene bir arada oturması kolay değildir. Eşim de bu dünyada çok az insanın aldığı mükafatı aldı. Annem son dönemlerinde eşim olmadan lavaboya gitmezdi. Annemin eşime ettiği dua: Allah senin ellerine cehennem ateşi değdirmesin. Kızım üç kuşak sevgi ile büyüdü. Kızımın özgüveninde ve stabil duruşunda o sevginin çok büyük bir önemi olduğuna inanıyorum.
Evet kır çiçeğim diyorsunuz 'kızım' şiirinde.. Ama ben ilham kaynağınızı sormak istiyorum. İhtilal yorgunu dayınız Ali Külünk’ten, ailenizin en büyüğü Vehbi Külünk'ten, Cumhurbaşkanımız ile tabutunu omuzladığınız amcanız Abdurrahman Bey ve İl Başkan Yardımcılığı yapmış Necdet ağabeyinizden de etkilendiğinizi biliyorum. Bu dopdolu şecereden de öte bir kaynağınız, idolünüz oldu mu?
Bu bir anonim, bu anonimin ruhu Anadolu. Abdurrahman amcam bizim hayat mektebimiz. Hayatı onun dükkanına öğrendik. Dükkanın önünde fındık sattık, delikanlılığı gördük, 78’li yılların gaz yağı, sana yağı kuyruğunu, bir paket için insanların yalvarışlarını gördük.
“SİYASET BİR KARAR DEĞİL, BİR HAYAT BİÇİMİ”
O anda mı karar verdiniz siyaset yapmaya?
Siyaset benim hayatımda bir karar değil, bir hayat biçimi. “Ben siyasete girmeyelim” diye bir cümlem yok. Bu mücadele hayatının içinde doğdum. Yıl 1973. Şimdi Çamlıca Cami'sine hizmet eden büyük abim Ergin bey bir hafta yok, bana Vakıflar yurdunda kavga olduğu fısıldandı, anne ve babama çilek toplamaya gittiğini söylendik. Bu değerler içerisinde büyüyünce kendinizi sorumluluk duygusuyla bir arada görüyorsunuz. Ortaokulda bir din dersi öğretmenimin ‘bir neslin gözyaşları’ diye 2 cilt romanı vardı, o romanları okutan, beni cuma namazına götüren, kuran kursu için ağabeylerimin çabası… Cemiyet hayatındaki ilk kilometre taşım büyük ağabeyimdir. Işık mühendisliği içinde ekip arkadaşlarıyla beraber sol harekete karşı mücadele eden bir ağabey. Ortanca ağabeyim MSP Gençlik kollarına dahil oluyor ve…
Otomatik, kendiliğinden?
Otomatik değil aslında, kendi doğallığı içinde seyrediyor. Okul dışında benim öğretmenim (matematik hocam) eski AK Parti Milletvekili Hüseyin Kansu idi. Bunlar hep birbirini tamamlayan üstüne koyan şeyler. Temel değerler noktasında ailem çok kıymetli. Seneye 74, babam beni yaz tatilinde bir hurdacının yanına çalış diye verdi. Kendisi de içeceklerin metal kapaklarını yapan bir fabrikada müdürlük yapıyor. Benim vazifem hurdaları tartıp döktürmek. Hurda firmasının sahibi bir gün beni çağırdı ve ‘eksik tartacaksın’ dedi. Garibime gitti. Doğru MSP ilçe binasına gittim, ilçe gençlik kolları başkanı Hüseyin Yüksel çok kıymetli bir ağabeyimdi, kapıyı kapattım, eksik tartmamı söyleyen hurdacı meselesini anlattım, doğru mu yanlış mı diye sordum, yanlış dedi. Akşam babama da; bu adam benden gelen hurdaları eksik tartmamı istiyor, ben bunu yapamam, yarın gitmeyeceğim, dedim. Hüseyin ağabeyimin benim şüphelendiğim yanlışa yanlış demesi, babamın gitme demesi o kadar değerli ki, buradan başlayan bir doğallık var. Biz bir anadolu ailesiyiz. Biz anadolu yareni bir ailesi olmamız bizim üzerimizde etkisini gösterdi. Dayım hakikaten ihtilal yorgunu, ilkokul mezunu bile değil, Gaziosmanpaşa’dan çıkmamış, menderes’i kurtarmak için bir gurup arkadaşıyla bir şey yapmamız lazım diyorlar, dayım da tünel kazalım diyor, askerler etrafta, bunları paldır küldür cezaevine atıyorlar. Bu zekada bir adam. Yaşarken biz MSP’deydik, o adalet partisindeydi. Ama yeğeni olarak üzerimde en çok onun hakkı bulunur. 80 sonrası çok önemli bir iddiayla gözaltına alındığımda beni götürüp teslim eden dayımdır. Arasında ne kadar acı çektiğini çok iyi biliyorum. Dayım; bir istanbul beyefendisi, çok vakur ve yüreğiyle dokunmadığı insan yoktur. Ailem kültürel miras olarak çok zengin. Teyzemin çocukları da ülkücü harekette. Buraya gelirken Paşakapısı Cezaevinin önünden geldim, 74 yılında ben o cezaevine yemek taşıyordum. Teyzemin oğlu gözaltına alındığında, okuldan çıkar, eski bakanlardan Murat Başeskioğlu ile beraber, Gayrettepe Siyasi Şubeye her gün yemek götürürdüm. Çocukluk yılları böyle ve gençliğe yelken açış…
“ABDULLAH GÜL, EVİMİZDE İSMİ İLK GEÇEN İNSANDIR”
Ve MSP Gençlik Kolları’nda Sayın Erdoğan’la buluşma noktanız. Yol çok mühim ama yoldaş daha mühim diyorsunuz bir tweetinizde. Erdoğan'a yoldaş olmanın özelliğinden bahsedebilir misiniz?
İkimizin de kesişme noktaları var. Birincisi Erbakan Hoca, onun öncesinde Milli Türk Talebe Birliği. Milli Türk Talebe Birliğinin bugünkü kadrolarının çok önemli bir kısmının üzerinde çok ciddi hakları vardır. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Milli Türk Talebe Birliği kökenlidir. Sayın Gül’ü gençlik yıllarımızda, çok yakın tanımadan çok severdik. Bizim evimizde ismi ilk geçen insandır. Sebep ağabeyimdir. Büyük abimle hemen hemen aynı kuşaktanlar. Sayın eski Cumhurbaşkanımız evimde ilk duyduğum isimlerdendir. Sayın Cumhurbaşkanımızla bizim aile bağımız da var. Birbirimizi ailecek tanıyoruz çünkü biz Anadolu'da büyüdük, ben Ankara’da doğdum. Erzincan, çok kısa Antep ve 50 yıllık İstanbulluyum. Akraba mevhumunu İstanbul'da öğrendim. Hatta İstanbul'a geldiğimde Kürtçeyi daha iyi biliyordum. Sayın Cumhurbaşkanımızla ilk tanışmam 1975 Haziran ayıydı, Milli Türk Talebe Birliğindeyim, orta öğrenim komitesine geçmek için binanın ana giriş kapısından girdim, sinema kapısından geçerken ‘Sen Metin misin?’ dedi, ‘Sen Tayyip ağabey misin?’ dedim, evet dedi. Onun kültür müdürlüğü döneminde tokalaşmamızla başlayan 44 yıllık bir yol arkadaşlığı. Aynı davaya, aynı hedeflere inanmaktan büyük mutlulukla yol arkadaşlığı, ağabey-kardeşlik, lider-kadro ilişkisi. Köyde de evlerimiz çok yakındır. Annelerimiz çocukluk arkadaşıdır. Onun babası ile benim dedem Karadeniz-İstanbul hattında değişik zamanlarda denizlerde yan yana geldiler. Benim babam ile onun büyük ağabeyi (Hasan amca) okul arkadaşı, biz aynı toprağın çocuklarıyız, İstanbul’da yollarımız kesişti.
“CUMHURBAŞKANIMIZIN GİZLİ AJANDASI YOK”
“BİZ NE LİDERCİLİK OYNAYANLARI GÖRDÜK”
“ZORLA LİDER OLUNMAZ”
"Tayyip ağabey" dediğiniz kişiye, Cumhurbaşkanı iken ‘Devlet Başkanı’ diyen ilk siyasi oldunuz. O günden görebildiniz mi dünya lideri olacağını?
1975,76,77,78’de bizim kuşağın en temel özelliği, gizli ajandası olmayan bir kuşağız. Hayatımız değerlerimiz üzerinden şekillenir. O nedenle biz istikamet üzerinde oluruz. Istikametimiz, inancımız doğrultusunda Türkiye'dir. Sayın Cumhurbaşkanımızın da bu anlamda açık yürekliliği ile, açık sözlülüğü ile milletle arasına perde koymayan bir duruşu var. Yani gizli ajandası yok. 24 saatini 18 saatini anlamlandırdığı alan, acaba bu ülkenin duvarına bir taş daha nasıl koyabilirimdir. O günden bugünleri görebilmek. Bir koltuğa makama oturalım diye bir hesap yapmadık ki. Önemli olan istikamet üzerinde olmaktır. Cumhurbaşkanımız yaşadığı bütün zorluklara göğüs gerdi. Devletin bekasını esas alan, Anadolunun insanlık için ifade ettiği mananın farkında, Alparslan ile başlayan Anadolu'nun kapılarının açılması, orta Asya'da Cumhuriyete geçişi iyi anlayan, iyi bilen ve İslam'ın, imanın bizim için ne kadar esas olduğunun farkında. Bunları fark eden bir akılla istikamet üzerine bir mücadele verdi. İnsanlık tarihini iyi okuduğumuzda bütün büyük liderlerin “açık” olduğunu, ellerinde hesap makinesi ile yol yürümediklerini görürüz. Ülkeleri için inandıklarını yapmışlardır. O istikamet üzerinde yürüyen insan ve insanlar ülkelerinde çok kritik yerlerde görev yapmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız da böyle bir mücadele çizgisinin insanı. Sayın Cumhurbaşkanımız da bir ışık var, liderlik ışığı. Zaten bu ışık kendi enerjisini ürettiği için toplumsal karşılığı çok güçlü. Zorla lider olunmaz. Anamın bir lafı vardır: Oğlum sokma akıl, 40 adım gider, der. Biz ne lidercilik oynayanları gördük.
“YOLUMUZ PİŞMANLIK DUYULACAK BİR YOL DEĞİL”
Hatta sizin ‘Acente Lider’ kavramınız bile var… 12 Eylül mahpus yılları, bu ülke için evlatlarını feda eden babanızın içinde tuttuğu acıya değdi mi? Yine olsa yine aynı yerlerden geçip bugünlere öyle gelirdim diyor musunuz?
Hiç tereddütsüz. Şunu ilave ediyorum. Zaman tünelinde başa sarma ihtimali olsa, bugüne kadar ki hatalarımızı telafi ederek, üstüne koyarak devam ederim. Pişmanlık duyulacak bir yol değil ki, dua almaktan, teşekkür edilmekten, insanların hayatlarında değer bulmaktan daha muhteşem bir şey var mı. Sayın Cumhurbaşkanımızın ülkemiz için ürettiği her bir fayda da katkınızın olmasın dan, Türkiye'nin 70'li yıllardaki noktadan geldiği noktaya küçücük bir payınızın olmasından daha büyük bir mutluluk var mı? Geri döndüğünüzde aynı şeyleri yapar mısınız sorusunu ben kendime haksızlık kabul ederim.
“BİR CHP’LİYE HAKSIZLIK YAPILIRSA ÖFKELENİRİM”
“ÖFKEMİN SEBEBİ, HAKSIZLIK”
Bu mutluluk ama bunun bir de öfke tarafı var. Siz kendinizi bir şiirinizde 'Bıçkın adamım vesselam. Bıçkınlığım; mahçupluğumla' diye tasvir etseniz de, yaptığı polemik sayısıyla anılan, agresif çıkışlarıyla bilinen biri olarak tanımlanıyorsunuz. Bu öfke ya da öfkeli hal kime, neye?
Öfkemin bir tek sebebi var; haksızlık. Onun dışında öfke ile işim olmaz. Olursa olsun adaletsizlik, haksızlık, hukuksuzluk. Bu üç kavramı kabullenmem mümkün değil. Onun dışında öfkelenecek bir şey yok çünkü şu güzelliklerin neresinden öfke duyacaksınız. Biz Allah'ın ikram ettikleri ile yetinmesini bilen ve onunla huzur bulan insanlarız. Öfke, haksızlığa zulmedir, kim olursa olsun, öfkesizlik, adaletsizlik kavramının rengi, dili olmaz. Benim için bir CHP’liye de haksızlık yapılıyorsa öfkelenirim. Yaşam biçimi olarak benimle aynı olmayan birisine de haksızlık yapılırsa öfkelenirim. Çünkü kainatın direği adalettir. Adaletin direğini adaletin hak kavramına olan sadakatiniz ayakta tutar. Adaletsizlik, haksızlık var ve sen bunları öfkelenmiyorsan, o zaman aynanın karşısına geç, ben kimim sorusunu sor.
“BİZİM DEVLETİMİZ MİLLETİN DEVLETİDİR”
“SAYIN CUMHURBAŞKANI BENİM LİDERİM”
“ÇIKIŞLARIM, BİR FİKRE SAHİP OLMAKTIR”
Kılıçdaroğlu belgeleri teslim edilmezse evi aransın çıkışı, Sayın Erdoğan'a Gazi ünvanı verilsin...Anayasa Mahkemesinin kaldırılsın gibi özellikle hukuksal bir çok kritik çıkışınızın olması, hukuksal olarak bugünkü yönetimin bir eksikliği mi olduğunu düşünüyorsunuz ya da Sayın Cumhurbaşkanımızın hukuk kurmayları yönünden bir zayıflık mı söz konusu?
Yo. Ben Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı kendi sorumluluğunu hisseden bir adamım. O benim için bu büyük mücadeleyi veren kadroların lideridir. Sayın Cumhurbaşkanımızın hukukunu korumak, bu büyük mücadeleyi korumaktır, ben bu bilinçte olan bir insanım, sağıma, soluma da bakmam. Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik çıkışlarımın hepsinin temellendiği yer, ‘Efendim bu partinin yöneticileri var, yöneticileri olabilir, o benim liderim, partinin yöneticileri varsa Sayın Cumhurbaşkanımızın hukukunu koruyacak duruştan ve cümlelerden onlar da sorumlu. Sayın Cumhurbaşkanımızın hukukunu koruduklarında kendi vazifelerini yapmış olurlar. Ama ben kendi vazifemi yapmakla mükellefim. Birileri Sayın Cumhurbaşkanımıza saygısızlık yapıyorsa ben sağıma soluma mı bakacağım, birisi konuşsun da, ondan sonra ben de konuşurum demem. Demedim, demem de. Devlet başkanı ifadesini ilk kullanan benim, kendisine de bir gün ‘Evet siz benim devlet başkanımsınız, Anayasaya bakın, sizi devletin başı olarak tarif ediyor’ dedim. O gün bir kısım arkadaşlarımız anlayamadı ama sonra bir baktım herkes devlet başkanı diyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin başı. Bizim devlet muhayyilemiz, batıdaki devlet muhayyilesi gibi kanuni değildir. Bizim devlet muhayyilemiz, yaşayan hukuktur. Devlet bütünü ifade eder. Bu vatan toprağını koruma hukukunun adıdır. Türkiye’de bazı kesimlerin devlet kavramına karşı soğukluğu var, ben devlet denince ceberrut bir devletten bahsetmiyorum, bireyin, toplumun, toprağın hukukunu koruyan ‘hadim’ bir devlet anlayışından söz ediyorum, Sayın Cumhurbaşkanımız da hadim bir devlet anlayışının lideri. Hizmet alan değil, hizmet eden. Bizde devlet, kanayan bir yara gördüğü zaman ciğeri yanar. Kanayan yarayı durdurmak için koşar, onun için bu toplumda cenazeye iştirak, hastaneye ziyaret etmek çok önemlidir. Sosyal devlet ilkesini harekete geçirmek için fakirine, gurebasına sahip çıkmak noktasında. Onun için mahkemelerde adalet mülkün temelidir diye yazar. Devlet, milletin ta kendisi. Bizim devletimiz, milletin devletidir. Cumhurbaşkanımız da bu devletin başıdır. Sayın Cumhurbaşkanımızla ilgili çıkışların hepsi bir fikre sahip olmaktır. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliği bir fikrin sembolüdür. Ben ona sahip çıkmayıp kenarda mı bekleyeceğim, yapmam, yapmadım, yapmıyorum da. Gazi çıkışı çok tartışıldı, ben basit şeyler söylüyorum. 15 Temmuz'da meclis bombalandı, milletin üstüne bomba atıldı, meclis gazi mi evet, millet gazi mi evet, gazi meclisin gazi milletin lideri ne olur? Bazı insanlarda ‘Ya ben şimdi söylesem ne olur?’ derdi var, benim öyle bir derdim yok. Ben inandığımın hamlesini yapan bir insanım. Bu konu ile ilgili Sayın Cumhurbaşkanımız tek bir kelime dahi söylemedi bana. Alparslan gazi, gazilik kavramı bu ülkede hep var olacak bir kavram. Bu topraklarda varız, gazilik ve şehitlikte hayatımızda hep olacak. Biz 1071’den bu yana büyük bir mücadelenin içerisindeyiz.
“ANAYASA MAHKEMESİ KENDİSİNİ MECLİSİN ÜSTÜNDE GÖREMEZ”
Peki bu teklifiniz neden kabul görmedi, yasalaşamadı?
Belki zamanlama noktasında parti yönetimindeki arkadaşlar hassasiyet gösterdiler, ben tarihi vazifemi yaptım. Anayasa Mahkemesi kapatılsın, ben Anayasa Mahkemesinin tartışılmasını istedim, bugün de tartışılmasını istiyorum. Yasa yapma yetkisinin mecliste olduğu bir yerde Anayasa Mahkemesi kendisini meclisin üstünde göremez. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçilmesi önemli ölçüde değiştiği için, meşruiyetini endirekt milletten aldığı noktaya geldiğinden dolayı bu tartışma önemli ölçüde bitti. Ama yeniden tartışılır mı, gerekirse tartışılır.
“GÖREV GÖREVDİR”
Kenarda bekleyemem, ben üzerime düşeni yaparım diyorsunuz. İstanbul 1. bölgede 24.25.26. dönem milletvekilliği yaptınız. 12 Haziran seçimlerinde 16.sıradan aday oldunuz ama 25 Haziran’da aday gösterilmediniz. Şimdi de AK Parti Genel Merkezi Siyasi Erdem Ve Etik Kurulu üyeliği görevi verildi. Sizin gibi aksiyoner ve dinamik bir siyasetçi için bu görev çok statik sayılabilir mi?
Görev görevdir. Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımız uygun gördüğü için saygı duyarım ancak tabi ki, AK Parti kurumsallaştırılırken yakın dönem siyasi tarihinde, bir çok partinin görmedikleri görülmüş ve çok iyi adımlar atılmış. Disiplin kurulu, demokrasi hakem heyeti. Aslında bu üçü, parti yönetimi içerisinde mevcut yürütmeyi besleyen, rahatlatan, önünü açan son derece kritik organlar, eğer hakkıyla işletilirse hem disiplin kurulu hem hakem kurulu hem de etik kurulu, partinin hem yerel yönetimlerde hem de teşkilatlarda insan olmaktan kaynaklanan hataların telafi edilmesinde, hatayı yapanın bedelini ödemesinde, yanlışın düzeltilmesinde hareket ettirilmesinde son derece faydalı organlar. Etik kurulu yürütmeye müdahale eden bir kurul değil, önüne gelen şikayetleri rapor haline getirip Genel Başkana sunan bir kurum.
“TÜRKİYE ÖNÜMÜZDEKİ 10 YILIN EN KRİTİK SEÇİMİNE GİDİYOR”
“CUMHURBAŞKANIMIZIN TARZINI BİLİRİM”
AK Parti'nin Teşkilatları hala sorumluluk hissettiğiniz bir alan. Teşkilat, bir parti için sokaktan alınacak nefesin soluk borusudur diyerek, son dönemeçte sokaktan hızlı bir kopuş yaşandığına işaret etmiştiniz. Sokaktan kopuş sürüyor mu? Ak Parti sokağın durumunu 24 Haziran'dan ziyade, yerel seçimlerde mi anlayacak?
Benim yürütmede teşkilatlardan mütevelli bir sorumluluğum yok. AK Parti benim partim, milletin partisi. AK Parti'nin mülkiyeti millete aittir. Mülkiyeti millete ait olan bir hareketin tüm mensupları lideri ile bütünleşmek zorundadır. Bu soruların cevabını Sayın Cumhurbaşkanımız Kızılcahamam kampında verdi. Ben Sayın Cumhurbaşkanımızın tarzını bilirim. Biz geleneğimiz itibarıyla bu tür meseleleri sokakta konuşmayız. Sayın Cumhurbaşkanımız ne gördü, önüne ne geldi, bütün kesimlerden hangi eleştirel yaklaşımlar geldi ki, Sayın Cumhurbaşkanımız kampın açılış konuşmasında, doğrudan milleti referans göstererek, 24 Haziran seçim sonuçlarının aday listeleri üzerinden yaşandığını açıkça ifade etti. Daha önceden de yerel seçimlerinde hangi hassasiyetlerde olmamız gerektiğini il başkanları toplantısında ifade etmişti. Dolayısı ile Türkiye açık yüreklilikle ifade edeyim ki, önümüzdeki 10 yılın en kritik seçimine gidiyor. Ben Cumhurbaşkanımızın sokağı çok iyi bilen, teşkilatların bütün kademelerini, pratik siyaseti çok iyi bilen, sandık açıldığında hangi şartlar yerine gelirse yüzün güleceği, hangi şartlar yerine getirilmezse yüzün gülmeyeceğini çok iyi bilen bir lider olarak yerel yönetim seçimlerinde Kızılcahamam kampında söylediklerinin gereğinin en güzel şekilde yerine getirileceğini görüyorum.
“SOKAKLA PARTİMİZ ARASINDA MAKASIN AÇILMA SİNYALLERİ VAR”
“MİLLET KAPISI OLMAYAN YÖNETİCİ İSTİYOR”
Sokakla partimiz arasında makasın açılma sinyalleri var. Hatta ekonomik olarak yaşadığımız bu sıkıntılı dönemden dolayı, bu makasın açılma hissinden öte, pratikte dillenme seviyesi çok yükseldi. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız duyuyor. Bahsedilen danışmanlık şirketi ile ilişkilerin bitirilmesi, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderlik kapasitesi ve gücüdür. Yani sokağa okuyor, orada millet ile dertleşiyor. Benim referansım sizsiniz, ben size bakarım, ben sizi duydum ve bu danışmanlık şirketi ile ilişkileri bitirdik, diyor. Sayın Cumhurbaşkanımız 24 Haziran seçimlerinin verdiği mesajı da iyi okudu. Aday listeleri ile ilgili. Tabii ki milletvekili seçilmiş arkadaşlarımızın hiçbirini incitme hakkına sahip değiliz, saygı duyuyoruz, hepsinin son derece başarılı hizmetler vereceğine eminiz. Ancak sokağın milletvekilliği aday listesi üzerinden illerin çok önemli bir kısmında başlattığı tartışmalar Sayın Cumhurbaşkanımıza ulaşmış ki, açıktan “Kimse benim yakınım, ahbabım, dostum diye yanıma gelmesin” dedi. Sayın Cumhurbaşkanımızın gördükleri, milletimizin söyledikleridir. Sayın Cumhurbaşkanımızın söyledikleri, milletimizin söyledikleridir. Millet ne istiyor: Kapısı olmayan yönetici istiyor. Hele bu dönemde. Çünkü 3 kilo domates alırken 2 kiloya düşmüş. 5 ekmek alırken 3’e düşmüş. 3 kilo et alırken yarım kiloya düşmüş. Bu insanlar haklı olarak dertleniyor. Dinleyecek adam arıyor. Özellikle yerel yönetimlerdeki bütün yöneticiler, meclis üyeleri, başkan yardımcıları alanda durup vatandaşımızı dinlemek ve de bu sıkıntılı dönemde paydaşlık inşa etmek. Dinlemek bile paydaşlıktır. Çözüm için ilgilenmek de paydaşlıktır. Sayın Cumhurbaşkanımız, kendinde milletin gördüğü hali, millet tüm yöneticilerde istiyor. Kapısız yönetici, korumasız yönetici, telefonları açık yönetici, alanı rahatlatan yönetici, güven endeksini yukarı çıkartan yönetici. Özetle sokak diyor ki: Ben Sayın Erdoğan’a güveniyorum ama buradaki yöneticinin de onunla bütünleşmesini istiyorum, diyor.
“SOKAK, ADAY LİSTELERİNİ BEKLİYOR”
“CUMHURBAŞKANIMIZIN SOKAKTAN ALDIĞI GÜVEN YA GÜÇLENECEK YA DA ZEDELENECEK”
“ARKADAŞLARIMIZ BENLİK YARIŞI İÇİNDE”
“MECLİS LİSTELERİ MASALARDA BELİRLENMEMELİ”
“İL TEŞKİLATLARINDAN İLÇE MECLİS LİSTESİ YAPILMAMALI”
Yerel siyasette ciddi statüko inşaaları yaşandığını ifade etmiştiniz. Sayın Erdoğan da ciddi bir yeniden yapılandırmaya gitti. Yerelde başarıyı getirecek bütün aşamalar tamamlandı mı?
Sokak yerel yönetim seçimlerinden önce açıklanacak aday listelerini bekliyor. Sokak, o aday listelerine göre refleksini gösterecek. Sayın Cumhurbaşkanımızın da bunu iyi bildiğini biliyorum. Bizim kusura bakmayın deme şansımız yok çünkü bu seçim önümüzdeki 10 yılı belirleyecek, 2023 sürecini belirleyecek. Sayın Cumhurbaşkanımızın 24 Haziran seçimlerinde milletimizden aldığı güveni tahkim edecek ya da zayıflatacak bir seçim olacak bu. Ya 30 Mart yerel seçimlerinde, Sayın Cumhurbaşkanımızın 24 Haziran seçimlerinde milletten aldığı güven tahkim edecek, güçlenecek, ya da Sayın Cumhurbaşkanımızın 24 Haziran seçimlerinde milletten aldığı güven zedelenecek. Yerel yönetim seçimlerinde hiç kimse kendi benliğinin etrafında dolaşmamalıdır. Arkadaşlarımızı önemli bir kısmı benlik yarışı içerisinde. Arkadaşlar bırakın bu benlik yarışını. Benim beklentim de yok, talipte de değilim. Benim beklentim ve talebim şu: 30 Mart yerel seçimlerinde Sayın Cumhurbaşkanımızın milletten aldığı güven tahkim edilmeli. Bunun yolu, bütün belediyeleri tekrar İzmir dahil, sokağın istediği aday profilleri bir, iki meclis üyeleri listeleri sokağın beklentilerini karşılayacak şekilde olmalı. Masalarda, merkezi yerlerde ilçe meclis üyelikleri listesi belirlenmemeli. ilçe meclis üyelikleri listesi, ilçeyi taşıyacak isimlerden oluşmalı, ilçeyi taşıyacak yerel dinamitler o parlamentoda olmalı. İl teşkilatlarından ilçe meclis listesi yapılmamalıdır. Gürültü koparacağını biliyorum ancak bizim bir tane derdimiz var, 30 Mart seçimleri 10 yılı belirleyecek.
“SOKAK HİÇ KİMSENİN İPOTEĞİNDE DEĞİL”
“KOLTUKTAN VAZGEÇMEK KOLAY İŞ DEĞİL”
“ERDOĞAN BİZE BELEDİYE BAŞKANLIĞINI TESLİM EDER DİYE DÜŞÜNEN HATA EDİYOR”
Ağır finansal, 15 Temmuz'la karşı karşıya olduğumuz süreçte Cumhurbaşkanımızın elini güçlendirecek bir seçim sonucuna gitmeliyiz. Bunun yolu da; A meclis üyesi listesi yapılacak, efendim bu milletvekilinin yakını listeye girsin, Ahmet beyin dostu, bu ekonomik destek verdi listeye girsin” değil, sokağın sesi. Meclis üyesi listesine baktığı zaman, evet bu şehirde bütün farklılıkları gözetecek, bu ilçenin dinamiklerine uygun yönetilecek profiller olacak. Ya da tersi. Tanıyor musun yok, nereden geldi ilden geldi, il kadın kollarından geldi...Sokak isimleri tanımıyor, meclis üyesi seçiliyor sokakta yok, meclisten meclise. İkincisi Belediye Başkanı. Her insan yerinde devam etmek isteyebilir, kolay değil, bir koltuğu devretmek, vazgeçmek kolay iş değil saygı duyarım ama nasıl bir profilde Belediye Başkanı olmalı sorusunun cevabı: Şehirde enerji, akıl üretecek, sokağa güven verecek, dünyanın açık toplum olma noktasında hızla mesafe kaybettiği bir süreçte sokak asla hiç kimsenin ipoteğinde değil, sokak sandıkta tavrını net bir şekilde koyuyor. Koyar da. O zaman Sayın Cumhurbaşkanımızın söyledikleri doğrultusunda herkes şöyle bir geriye doğru yaslanıp, Cumhurbaşkanım bana hitap ediyor, ben ne yapmalıyım, kendimi reorganize etmeliyim demeli. Bu yarış benlik yarışına dönerse, nasılsa bu millet Sayın Erdoğan'ı seviyor, Sayın Erdoğan’ın gücü var, yine oy verir, gelir her ilde ilçe ilçe, mahalle mahalle dolaşır seçimi alır, bize Belediye Başkanlığını teslim eder diye düşünen varsa hata ediyor. Bu yok. Sokak Sayın Erdoğan’ı seviyor ancak kendi yakınındakilerin de Sayın Erdoğan’ın liderliğine eklemlenecek, ayak uyduracak samimiyette, tevazuda, güvende, heyecanda olmasını istiyor.
Mikro ölçekteki yöneticisinde de, Erdoğan’ın yansımasını arıyor.
Kusura bakma, A ilçesine seçeceğin meclis üyesini, şehrin dinamikleri belirler. İl teşkilatında oturacak; sen istifa et, sen istifa et, sen şu ilçelerde meclis üyesisin modeline sokak itiraz ediyor. Nasıl parlamentoda kendini görmek istiyorsa, yerel parlamentoda da kendini görmek istiyor.
Burada seçilenlerin tavrı, aldıkları sorumluluk önemli ama Sayın Erdoğan’ın bu güveni tahkim edebilmek adına sözünü ettiğiniz 24 Haziran’daki hatalı aday listesinin, yerelde kendisini göstermesi ihtimalinin altında ne yatıyor?
Ben Sayın Cumhurbaşkanımızın hem 16 Nisan referandumu, hem 24 Haziran seçimleri, hem sokaktan yükselen seslerin açık hale gelmesi...1 yıl evvel bunlar örtülü konuşuluyordu, 6 ay evvel hissettiriliyordu ama şimdi herşey çok açık konuşuluyor. Parti tabanında da konuşuluyor.
“SOKAK VE TABAN YUKARIDAN GELEN PROFİLE İTİRAZ EDİYOR”
“PARTİ TABANI, KARTVİZİT TEŞKİLATÇISI DEĞİL”
Artık sokak bağırıyor, diyorsunuz.
Sadece sokak değil, parti tabanı da, yukarıdan gelme her profile itiraz ediyor. Hiç tanımadığı bir adam parti teşkilatının önüne geliyor, ben geldim meclis üyesi adayıyım diyor, hayırdır kimsin sen. Bu Ak Parti'nin yönetim ilkelerine, yönetme felsefesine aykırı hallerdir. Sokakta, parti tabanı da bunu kabul etmiyor. Parti tabanı kim, cebinden para verip, toplantıya giden, kartvizit teşkilatçısı değil, evinin rızkından ayıran, hiçbir beklentisi, talebi olmayan, bu ülke ve bu millet diyen kimseler. Bakıyorsunuz kuruluşundan beri emek vermemiş bir insan, pat diye kongrede ilçe yönetiminde. Nereden geldi bu adam, efendim şu milletvekilinin iş ortağı aldık, Ankara’dan şu tavsiye etti aldık, taban bunları kabullenmiyor artık. Ve bunları açıktan yüksek sesle söylüyor.
“MECLİS LİSTESİNDE BİR SÜRÜ BİLİNMEZ ADAM”
Belki liyakata bile karşı bu anlamda…Halka dokunmasını esas alan bir taban var…
Taban diyor ki: Liyakat, ehliyet, adalet. Samimiyet, vefa, hak. Bunları gözetin diyor. Bir meclis üyesi listesi açıklanıyor ve listede bir sürü bilinmez adam. Diğer tarafta 20 sene emek vermiş bir adam. Onun hiç adı yok, kenara konuluyor.
“TÜRKİYE’NİN EN STRATEJİK GÜCÜ SAYIN ERDOĞAN’DIR”
Bu tür hatalı seçimler, Sayın Erdoğan’a rağmen yerelde bize kaybettirir mi demek istiyorsunuz?
Sayın Cumhurbaşkanımız bunu gördü ki; yüksek sesle milletle dertleşiyor. Sayın Cumhurbaşkanımızı seviyoruz, sokakta seviyor. Şu anda Türkiye’nin en stratejik gücü Sayın Erdoğan’dır. Ama halk diyor ki; onun arkasına saklanarak güç devşirmeyin. 4 Haziran seçimlerinde bakın Sayın Cumhurbaşkanımızın aldığı oy belli, yerelde alınan oy belli, neden makas bu kadar açık? Cumhurbaşkanımız bu soruyu kendisine soruyor ve bu hatanın sonucu diyor. Bunu herkesin sorması lazım, ben de kendime sormalıyım. Teşkilat tabanda “Biz buradayız bizi kâle alın” diyor.
“YERELDE VARIZ AMA EVRENSEL RUH DÜNYASINA SAHİBİZ”
“EKONOMİK PARADİGMAMIZI YENİDEN DÜŞÜNMELİYİZ”
“BİNALAR İSTANBUL’A EZİYET”
Her ne kadar iddiam yok deseniz de… İstanbul’a aşkınız, AK Parti'nin 3.İl Kongresi'nde ilk kez iki listeli kongreye gidilmesiyle başlamıştı. Teşkilat arkamda, Kongre malumun ilanı olacak'... diyerek yuttuğunuz bu aşk belki de hala kursağınızda... Yükümlülüklerim var dediğiniz, rengarenk şehir dediğiniz İstanbul için başkanlık adaylığı ihtimali var mı?
Ben sadece İstanbul için değil, Türkiye için dertlenen bir adamım. Batman’daki 8 şehidimizin acısının her zerresini hissederek yaşıyoruz. Bu ülkenin insanlığın vicdan adası olduğuna inanıyoruz. Devletin, liyakat, ehliyet ve adalet temelli bir büyük gücün ifadesi olduğuna inanıyoruz. Ekonomik olarak yaşadığımız ağır saldırı karşısında, ekonomik paradigmamızı yeni baştan düşünmemiz gerektiğine ve Türkiye'nin 784 bin km toprak parçasında büyük tarım devrimine ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Ekonomik paradigmada Türkiye’nin ihracatının çok rahat kendi dinamiklerini harekete geçirdiğinde 500 milyar doları çok kolay yakalayabileceğini, üstün olduğu alanlarda Türkiye’nin önünün çok açık olduğunu, ‘yeni bir Türkiye ruhu’ tanımına ihtiyacı olduğunu, neoliberalizmin vahşice bütün insanlığı birbirine benzetmek için insansızlaştırmaya çalıştığı bu dünyaya karşı bizim Anadolu topraklarında “değer” ve “insan” diyen bir anlayış üzerinden bu ülkenin hepimize ait olduğunu hissettirecek yeni bir Türkiye ruhunu konuşmalıyız. Sadece İstanbul için değil bütün Türkiye için dertleniyorum çünkü biz yerelde varız ama evrensel bir ruh dünyasına sahibiz. Dünyaya söyleyeceğimiz en önemli sözü biliyoruz. Şu binaların İstanbul'a eziyet olduğunu ben yüksek sesle söylüyorum.
"BELEDİYECİLİK ANLAYIŞI DİKEY BİNACILIĞA KİTLENMİŞ”
İstanbul ki; Pera, Haliç, Fatih Camisi...hepsine baktığınızda bu şehrin mimarı kirliliğinin arkasındaki ruh, insanlığın beklediği ruh. Bu şehir; Yahudileri, Ermenileri, Cenevizlileri hilalin şemsiyesi altında bir kılmış. Bir diyalektik bu. Bu şehrin ruhunu gözümüz gibi korumalıyız ama üzülüyorum. Dikey binacılık ve sadece imar komisyonunun çalışmalarına kitlenmiş bir belediyecilik anlayışından(sadece bu değil çok başarılı işler de var) ama dışarıdaki yansımasının bu olduğu bir yerel yönetimler anlayışından, insan ve toplum, kültür, şehir esaslı yerel yönetim anlayışına geçmemiz gerektiğini düşünüyorum. Onun için de ben İstanbul’un her mahallesinde cep tiyatro salonlarını, mahalleler arası halk müziği, sanat müziği, folklor yarışmalarının yapıldığı bir İstanbul kültür hayatı düşünüyorum.
“İSTANBUL GÜNLERİ YAPANI GÖRMEDİM”
Geleneksel yani?
Tabii ki bu şehir dünyanın en büyük opera binasını yapmalı. Yüksek binalarla örtülmeye çalışılan İstanbul ruhumun, kendini dışarı takdim ederken 21 yüzyıl şiiriyle, İstanbul estetiği ile İstanbul kültürünü konuşmalıyız. Hemşehri günlerine saygı duyuyorum ama ben daha İstanbul günleri yapanını görmedim. İstanbul’da doğacaksın, İstanbul'da büyüyeceksin, büyüleneceksin ama hala İstanbul yemeklerini, lehçesini, dilini, zerafetini konuşmuyoruz. Bu şehre haksızlık değil mi bu.
“İSTANBUL, MUHARREM İNCE’YE ÇOK AĞIR GELİR”
Bir şiiriniz var..Uykularım sana hasretin prangası, İstanbul. Hüzünlerin güvercin gibi ürkek, Sevgilerin, anne göğsü gibi abide. Ne güzeldir seni yaşamak!... Onu kimin ellerindeyken yaşamak istemezsiniz? Mesela Muharrem İnce bu şehri yönetiyor olsa yine de sever misiniz?
İstanbul sadece gezilecek bir şehir değil, yaşanacak bir şehirdir. Muharrem İnce önce CHP’deki meselesini çözsün. İstanbul, Sayın İnce’ye çok ağır gelir. İnce'nin CHP nin içinde ciddi bir meselesi var, bence önce onu çözmeli, CHP’de kendine yer bulabilecekse önce onu çözmeli. Sayın İnce’nin de kendi içindeki mücadelesine saygı duyarım ama CHP’nin içinde Muharrem İnce’nin bir meselesi olduğu çok açık. İstanbul ile ilgili de ben isim üzerinden hareket etmem. Ölçülerim çok net. Beklediğim, hayal ettiğim; İstanbul günleri, caz, tiyatro festivalleri olmalı. Yuşa nebi neden burada, Fatih neden burayı feth etti...İstanbul bir kültür, İstanbul bizim dünyaya söyleyeceğimiz söz. İstanbul araştırmaları üzerine yoğun gayretler var ama bunu rafine bir dile dönüştürmek zorundayız.
“YEREL SEÇİMLERDE İTTİFAKI İNŞA ETMEK ÇOK KOLAY DEĞİL”
“GÖNÜL İTTİFAKI VÜCUT BULACAK”
“AK PARTİ VE MHP’NİN GÜÇLÜ ADAY ÇIKARTACAĞI YERDE CHP ARADAN ÇIKABİLİR”
Ölçüleriniz belli ama geniş kapsamlı düşünürsek, büyük şehirlerde kazanabilmenin koşulları arasında ittifakı görüyor musunuz ve bu koşullar sizi MHP’li isimleri seçmeye de zorlayabilir mi?
İstanbul'da geçmiş yerel seçimlerde zaten bir gönül ittifak var. O gönül ittifakı hep kendini sandıkta ifade etti. Sayın Cumhurbaşkanımızın İstanbul'da belediye başkanı olarak seçildiği günden itibaren ben o gönül ittifakının burada doğal olarak işleyeceği kanaatindeyim. Yerel seçimlerde ittifak değerli ama yerel seçimlerde ittifakı inşa etmekte çok kolay değil. İlçelere bunu indirmek kolay değil çünkü teşkilatlarda çalışanların meclis üyesi olma talebi var. Her iki partide de bunları cem etmek çok kolay değil. Onun için bir gönül ittifakının vücut olacağını söylüyorum. Ak Parti kazanacak güçlü bir aday profil ortaya çıkardığında, MHP tabanının İzmir’de Ak Parti'nin çıkartacağı adaya oy vereceğine yürekten inanıyorum. Ama dikkat edilmesi gereken nokta; MHP'nin güçlü olduğu yerlerde, Ak Parti’nin güçlü aday çıkartacağı yerlerde, Ak Parti ile MHP arasında güçlü aday farklılaşmasının aradan CHP’nin de çıkartabileceğinin bir faktör olarak düşünülmesi gerekliliği kanaatindeyim.
“SOKAK FİNANSAL 15 TEMMUZ’DAN RAHATSIZ”
“FAİZ, NEOLİBERALİZMİN DİNAMİĞİ”
“DOLAR, KÜRESEL GÜCÜN BEYZBOL SOPASI”
“BİR YANDAN FAİZLE BİR YANDAN BEYZBOL SOPASIYLA SALDIRIYORLAR”
Yerel seçimlerin 10 yılı belirleyeceğini söylüyorsunuz. Buradaki bir parametre de ekonomik tablo. Siz aslında faiz ve döviz kurunun önemli şeyler olmadığını, gelişen tüm ekonomilerde bunların yaşanabileceğini öne sürüyorsunuz. Bu tablonun yerel seçimlere yansıması ne olur?
En nihayetinde sokak, cebine girenin ne kadar fazlalaştığına ya da azaldığına bakar. Evine götürdüğü ekmeğin sayısını kaça düşüp, kaçak kaça çıktığına bakar. Türkiye'nin 15 yıldır ekonomik olarak geldiği nokta, toplumun bütün katmanlarına, gelir dağılımında adalet noktasında en az dilimle yukarıdaki arasındaki mesafede kapanma noktasında bir gayret olsa da, arzu ettiğimiz şekilde gelir dağılımında adaletin tesis edildiğini söylemek mümkün değil. Bu konuda hükümetimizin uyguladığı devlet politikaları ile sosyal adalet gereğini yerine getirecek yetimine, yoksuluna, garibine, engellesine sahip çıkan bir devlet var. Bütçede sosyal adalet gereğinin yerine getirmesi noktasında bütçeden ayrılan kaynaklara baktığımızda, geçmişle kıyas edilmeyecek noktada. Devlet evinde yatan hastaya, yaşlısına, engellesine, mağdur kadınlara koşuyor. Devlet bu ülkede elini her insana uzatmaya çalışıyor, bu müthiş bir şey. AK Parti'nin ve Sayın Erdoğan'ın liderlik duruşudur. Ancak bugün finansal 15 Temmuz ile karşı karşıya olduğumuz bu süreçten sokak ciddi anlamda rahatsız, haklı olarak rahatsız. Çünkü bu saldırı 15 Temmuz gibi çok sert ve acımasızca geldi. Ve bu saldırı dolar üzerinden doğrudan insanların hayatına yöneldi. Dolar ve faiz artışı hayatımıza doğrudan müdahale ediyor. Çünkü faiz, neoliberalizmin ana dinamiği. Dolar da küresel sistemi güç merkezinin elindeki en önemli beyzbol sopası. Bir yandan beyzbol sopasıyla saldırıyorlar, bir yandan faizle.
“İKİ TARAFLI SALDIRI ALTINDAYIZ”
“MERKEZ BANKASI FAİZİ ARTTIRMAMALIYDI”
Merkez Bankası faizi bu şekilde artırmamalıydı. Türkiye'de iç dünyasını ve sokağı iki cephede mücadele etmek zorunda bıraktı. Halbuki dünyada faizler -1.5 larda. Eksi faizin olduğu yerde siz % 24 faiz ifade ettiniz. Soruyorum: %40 faiz ile kim kredi alıp üretim yapacak? İki taraflı saldırı altındayız halbuki tek cepheden saldırıyı karşılayıp, bankaların kredi kaynaklarını düşük faizle alana yansıtıp üretmeyi ön görüp, ihracata yönlendirip bu saldırıyı dengeleyebilir miyiz? Bunu sormak benim hakkım, sokakta soruyor bunu ama bir anda dolar ile mücadele ederken iş dünyası sabah kalktı, bankanın kapısına %30 ile o da nazlanarak karşılaştı, halbuki kredi garanti fonu daha aktif bir şekilde güncellenip alanda daha etkin hale getirilebilir miydi? Acaba bu kur saldırısı başladığı andan itibaren devlet bu kur farklarını TMSF gibi bir fonda toplayıp, bu fon üzerinden hazine bonosu üretip bu kur baskısını ortadan kaldırabilir miydi? Bunlara tabii ki yetkili arkadaşlar karar verecek ama sokağın üzerinde dolar ve faizden dolayı çok sert bir baskının olduğu dönemde, sandığın bundan etkilenmemesi mümkün değil. O zaman yerel seçimlere kadar Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ekonomik stabilitenin sağlanması noktasında atılması gereken bütün adımların atılacağına inanıyorum.
“FİNANSAL TERÖRİZM ÖRGÜTLÜ BİR SUÇTUR”
“ANA DAMARLA İLGİLENMELİYİZ, ZABITAYI KÜÇÜK ESNAFLA UĞRAŞTIRMAKLA DEĞİL”
Bir cephe de stokçular var... Kur artışını ranta çevirmek isteyenlerin, iş yaptığı sektörü kilitleyenlerin, çeşitli bahanelerle piyasaya mal vermekten kaçınanların Türkiye'nin teslim olmasını isteyenlere hizmet ettiğini söylediniz. Bu da bir çeşit terörizm mi, yoksa sadece yardım yataklık benzeri bir suç mu?
Finansal terörizm..Türkiye'ye finansal terörizmin suç ortakları. Son 6 aydır döviz büfelerinden veya bankalardan kredi çekip döviz alıp hareket edenler kim? Son bir yılda Türkiye'den para çıkaranlar kim? Ve o para çıkışı yapan firmalar konkordato ilan etti mi, etmedi mi? Konkordato ilan edip sıkıntıyı küçük esnafın, tedarikçilerin sırtına yükledi mi, yüklemedi mi? Bu örgütlü bir suçtur. Devlete, millete karşı işlenmiş örgütüdür suçtur. Devletin ekmeği ile büyüyen, milletin verdiği vergilerle maaş alan, milletin vergileriyle alınmış arabalarla evlerine giden bazı bürokratlar var mı? Bankalardan kredi alıp dolara çevirip dolar spekülatörlüğü yapan, finansal terörizm saldırısının suç ortaklığını yapan var mı? 407 milyar dolarla yakalandığımız bu süreçte acaba Türkiye’den ne kadar milyar dolar birilerinin kulaklarına fısıldandı, Türkiye’den çıkın, paranızı dolara çevirin laflarına itibar eden iş adamları var mı, varsa kim bunlar? Hükümet bunları milletin önüne bıraksın. Çünkü 1.600 lira ile hayatını idame ettiren adam; aman ülkemize, aman Cumhurbaşkanımıza bir şey olmasın diye her türlü fedakarlığa razı iken bu ülkede verilmiş vergilerle alınmış ihaleleri yapan kimler varsa, bunlarla 15 Temmuz’da millete külliyenin önünde ateş açan, köprüde kan döken terörist pilot arasında hiçbir fark yoktur. Onların silahla yaptıklarını, bu ülkenin paralarını yurt dışına kaçırarak parayı silah olarak kullanarak yapıyorlar. Stokçuluk da bunun türevi. Hazır süreci yakalamışken stok yapalım, kazancımıza kazanç katalım. Raftakilerin de maliyetinin yükseldiği bir süreçteyiz. Ana damarlar ile ilgilenmeliyiz, zabıtaları küçük esnafla uğraştırmayı değil. İlaç satmayan depoculara bakmalıyız. Ya da bu krizi fırsata çevirip işçilerini kapıya koymaya kalkan ya da Ak Parti sırtından büyük paralar kazanan iş adamlarına bakmalıyız, “Gel buraya sen ne yapıyorsun, 1-2 yıl kar etme, 250 insanı fırsatçılık yapıp neden kapıya koyuyorsun, yıllardır kazanıyorsunuz, Ak Parti'nin ürettiği istikrar üzerinden siz kazanç sağlıyorsunuz, neden bedeli işçiye, emekçiye ödetiyorsunuz” demeliyiz. Tarladaki 1 liralık domatesin buraya 3 katı fiyatla gelmesinin müsebbiplerini bulmalıyız. Oradaki domatesin buradaki vatandaşa ulaşabileceği dinamikleri üretmeliyiz, bir yöntem bulmalıyız. Yoksa küçük esnaf pahalı malı satmakta memnun değil ki! Buradaki ayrımı iyi yapmalıyız.
“13 YILDIR ERDOĞANSIZLAŞTIRMA OPERASYONLARIYLA YÜZYÜZEYİZ”
“TÜRKİYE, ERDOĞAN’IN LİDERLİĞİ İLE ‘ETKİN’ OLDU”
Sayın Erdoğan'ın sert tavrılarına karşı hemen 28 Şubat sendromu havasına bürünen yenik ve ezik tiplerden söz etmiştiniz. Bu tiplerin bir ekonomik kriz çıkarsa “Bu bizim menfaatlerimize aykırı!” türünde bir ittifaka girişeceklerini söylediniz. Bu ittifak devrede mi sizce?
E tabii Türkiye'yi Erdoğansızlaştırmak isteyen herkes bir arada. 28 Şubatçısı, FETÖ’cüsü, PKK’lısı, Erdoğan kompleksi olanların hepsi bir arada. Çünkü Sayın Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye, Batı dünyasının istemediği noktaya geldi. Onlar bir bu coğrafyada bir Türkiye olsun ama etkisiz bir Türkiye olsun istiyorlar. Sayın Erdoğan ile Türkiye etkin bir Türkiye oldu. Bunu kabul etmeleri mümkün değil. Türkiye son 13 senedir Erdoğansızlaştırma operasyonlarıyla yüz yüze. Erdoğansızlaştırırlarsa tesbihin tanelerinin kolay dağıtacaklarını görüyorlar. Onun için önümüzdeki yerel seçimlerde Ak Parti'nin güçlü adaylarla, sokağın istediği adaylarla seçimi alması bir kez daha bizim dışarıya vereceğimiz en önemli mesaj olacaktır.
“FETÖ’NÜN İNSANLARI İRADESİZ HALA GETİRMESİNE İTİRAZ ETTİM”
Erdoğansızlaştırma projelerinin çok önemli bir ayağıydı 17/25. O dönem "Allah insana günah işleme özgürlüğü vermiştir. 17 Aralık’ın hiç felsefi boyutu konuşulmadı." sözleriniz bir sahip çıkma olarak algılanmıştı. Buradaki hassasiyetiniz devletinize mi, dava arkadaşlarınıza mıydı?
Hayır, orada kastım şuydu: Ben insan fıtratını anlattım Bu FETÖ terör örgütünün uyguladığı modelle insanların özgürlük alanlarını yok ettiğini söyledim. Hiç kimseye bizim hata yap deme hakkımız yok. Ama insan öyle bir varlık ki özgürlüğü ile insan. George Orwell’in kitabındaki hale dönüştürme noktasında dünyayı ve insanlığı iradelerini kullanamayacak noktaya getirmeleri tutumuna itiraz ettim. Yoksa insanların hatalarını meşrulaştırma hakkına sahip olacak kadar kültürel derinliğim var. Allah, insan ve kainat temelinde düşündüklerinde dediklerimi daha iyi anlayacaklar. Kimseye git yanlış yap denmez ama insanların yanlış yapma özgürlüğü vardır. Bu örgütün dinleme modeliyle insanların ve toplumun hayatını komple iradesiz hale getirmesine itiraz ettim. Bu örgütün insanlığı homojenize etme iddiasında olduğunu uyguladıkları modelle ifade ettim.
“FETÖ’YÜ KULLANANLAR ALACAKLARINI DAHA ALMADI”
15 Temmuz için; Bu bir darbe girişimi değil, devleti teslim alma girişimidir. Erdoğan'ı gemiden itme hareketiydi, dediniz. Gemi, mürettebat ve kaptan reis artık güvende mi?
Hayır diyemeyiz, diyebilseydik 16 Ağustos'taki finansal saldırı ile karşı karşıya gelmezdik. Ve bu örgütü kullananlar, bu örgütten alacaklarını henüz almadılar, alacaklarını almadıkları için bu örgütü ve yandaş örgütlerin hepsini Türkiye’ye karşı, devletin bekasına yönelik tehdit unsuru olarak kullanmaya devam ediyorlar.
“ADI BARON OLAN KİŞİNİN ADAYLIĞI KABUL EDİLDİ”
“AK PARTİ’DE FETÖ’DEN YARGILANAN KAÇ KİŞİ VAR MERAK EDİYORUM”
“FETÖ’DEN YARGILANAN İL YÖNETİCİSİ VAR MI?”
FETÖ'nün hala silahlı bir kanadı var hatta kripto FETÖ’cüler AK Parti'de yer almak için çaba sarfediyor, diyorsunuz. 15 Temmuz'u 17/25'ten de evvel gören Erdoğan aklının bunu ıskalama şansı var mı?
Şuna bakacaksınız; FETÖ davalarında yargılanıp ya da FETÖ şüphelisi olup çok yakınları FETÖ’den tutuklanıp Ak Parti kadrolarında il yöneticisi olan var mı? Veya sokakta ne konuşuluyora bakacaksınız. Merak ediyorum, FETÖ davalarında yargılanıp AK Parti’de adaylık müracatı yapmış kaç kişi var? Bunlar sokak tarafından kabul edilmiyor, sokağın 15 Temmuz konusunda inanılmaz hassasiyeti var. Samimiyet istiyor. 250 tane şehit var, 3000 gazi var, biz bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demek istemiyoruz diyorlar. Sayın Erdoğan'a güveniyoruz, Sayın Erdoğan’ın ardında yürüyen kadrolara da güvenmek istiyoruz. Ben geçen gün: Gidip fotoğraf çektirenler özür dilesinler, dedim. İsim vermedim, özeleştiri yapsınlar. Bu milletin hakkı bu. Hiçkimse hiçbir şey olmamış gibi hareket edemez. Sen FETÖ davasında yargılanan, adın “baron” olsun, aday adaylık müracatı yap, bu kabul edilsin. Toplum bunu kabul etmiyor. Ben bunu anlatıyorum. Benim derdim şu. Sayın Cumhurbaşkanımızın karakterindeki liderler, 50-60 yılda anca gelir, o bu milletin şansı. Birilerinin ikbal, beklentisi, hesapları üzerinden bu şansa zarar verme hakkı kimseye ait değil. Bazen çekilmesini bilmelisiniz, çekilip kenara da sessiz durmasını bilmelisiniz. 15 Temmuz’un işbirlikçileri bütün alanlarda hayatına müdahale etmeye devam ediyor.
“FETÖ ŞÜPHELİLERİNİ DOSYADAN ÇIKARTTIRMAK İSTEYEN BAŞSAVCI HALA GÖREVDE”
Ben çok iyi biliyorum; bir başsavcı, soruşturmayı yürüten savcıları çağırıyor, delilleri belli olan şu şu isimleri dosyadan çıkartacaksın, diyor. O savcı da, “Hayır çıkartmam, delilli” diyor.
“SOKAK HERŞEYİ ÇOK İYİ BİLİYOR”
Hala görevde mi?
Evet, ili de bende, baskı yapan başsavcının kim olduğu da bende. Adalet Bakanı merak ederse çağırır beni söylerim. Çünkü o isimlerin siyasi bağları var, o siyasi bağlar üzerinden adliyeye baskı yapılıyor. Başsavcı da zaten onun için getirilmiş oraya. Bu millet bunu affeder mi? Sokak her şeyi çok ama çok iyi biliyor
Bu durumda Ak Parti de şaibe altında kalıyor ama?
Parti ismi vermiyorum. AK Parti'nin bu mücadelenin amiral gemisi olduğunu biliyorum. Millet Ak Parti’yi daha güçlü bir duruşla görmek istiyor. “Efendim bunun altından kalkamazsınız, Türkiye'yi açık hapishaneye mi çevirelim” diyemezsiniz! Böyle bir hakkınız yok sizin. İşbirlikçileri, bu örgütü koruyan ve kollayan, yargıya müdahale edenlere açık tavır koyacaksınız, etmeyeceksiniz demelisiniz. Ediliyor. Ediliyor bilgisi geliyor.
Siz bu ihbarları, etik kurulunda değerlendiremiyor musunuz?
Gelen ihbarlar olursa değerlendiriyoruz. Benim önümde bir dosya var, incelemesi bana verildi, raporu da etik kurulu başkanımıza vereceğim. Sokak herşeyi biliyor. Bize düşen; sokağın bildiklerine ve sokağın bizden istediklerine itibar etmektir. Eğer biz sokağın bildiklerine ve bizden istediklerine itibar etmezsek, sokakta itibar etmiyor, etmeyecek.
“YARGI YETER Kİ RAHAT BIRAKILSIN”
Siz 15 Temmuz davasının, AK Parti İstanbul İl Başkanlığı'nın işgal girişimi kısmının "müşteki"si oldunuz. Davaları içeriden ve dışarıdan izliyorsunuz. Yargıya olan güven konusunda bir sıkıntı var mı?
Yargı kendi başına bırakıldığında bu meselelerin hepsini adaleti tecelli ettirecek şekilde halleder. Yargı yeter ki rahat bırakılsın. Sen dün iş ortaklığı yapmışsın, ya da geldiğin noktada bu örgütün geçmişteki bağlantıları üzerinden yer edinmişsen, onlara diyet ödemek zorunda kalırsan, kusura bakma şimdi de bulunduğun noktadaki gücü yargıya ya da güvenlik bürokrasisine baskı yapmakla kullanırsın anca.
“KONU EMNİYETTE”
Evinizin etrafında görülen şüpheli silahlı şahıslarla ilgili son durum nedir, FETÖ bağlantısı ihtimali nedir?
Ben kendi yaşadıklarım üzerinden konuşmayı seven birisi değilim. Doğru da bulmuyorum, konu emniyette, şüpheli bir vaka, benim ilk defa yaşadığım bir konuda değil daha öncede yaşadım ancak bu bir şekilde iradenin dışında kamuoyuna mal oldu. Bu konuda yorum yapmayı doğru bulmuyorum. Şahsen yaşadığım bir konu üzerinden milletimizin gündemini meşgul etmeyi de doğru bulmuyorum.
“ANADOLU TOPRAKLARININ EN KRİTİK AŞAMASINDAYIZ”
Hiçbir şey toz pembe değil dediniz de… Dün Abdülhamid Han’ın, Yıldız Sarayı’nın penceresinden gördüğü manzara toz pembe değildi. Bugün de Recep Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin penceresinden gördüğü manzara tozpembe değil! Türkiye'nin güvenliği mi sizi endişelendiren?
Dünya yeni bir döneme evriliyor. Kapitalizm 2008'den bu yana ciddi buhran yaşıyor. Kapitalizm kendi içinde çözümlemeyi başaramıyor. Dolar, kağıt para yerini dijital paraya terk ediyor. Geçmişte insanı robotlaştırmak için uğraşanlar şimdi robotu insan yapmaya uğraşıyor. Robotik devrimin yaşam biçimini derinden etkileyeceği, yeni toplumsal yapıların ortaya çıkacağı, doların egemenliğinin ciddi anlamda eriyeceği, ABD’nin kendi içine çekileceği, küreselleşmenin artık Asya üzerinden konuşulacağı, Vestfalya sürecinin devam ettiği, dünyayı uluslaştırma sürecinin devam ettiği, kapitalizmin kendisini yenilemeyi başaramamasından dolayı dünyayı bir savaşın beklediği, terör örgütlerinin bir savaş aparatı olarak kullanıldığı süreçte elbette bizim endişesiz yaşamamız, herşeyin pembe olduğunu söylememiz mümkün değil. Devletin bekası, vatanın bölünmez bütünlüğü ve anadolu topraklarındaki varoluşumuzun en kritik aşamasındayız. Bu aşamayı içeride birlik ve beraberliği güçlü kılarak aşabiliriz. Ama içeride de maalesef emperyalizm ile işbirliği yapan birçok adam var. Milletin bekası, vatanın bölünmez bütünlüğü için Tayyip Erdoğan gibi stratejik gücümüzü iyi sahiplenmemiz gerekmektedir.
“ERDOĞAN SAYISIZ SUİKAST ATLATTI”
"Korkuyu korkutanlar, ölümü öldürenler tarih yazar" sözü size ait. Sayın Erdoğan da, ölümü öldürmüş bir lider mi?
Tereddütsüz. 13 yıldır kaç suikast atlattı, kaç zehirlenme atlattı, kaç operasyon atlattı, sayısını biz bilmiyoruz, kendisi biliyor.
“2020’DEN SONRA TÜRKİYE MERKEZ ÜLKE OLACAK”
Küreselleşen Dünyada Türkiye adlı bir kitabınız var. Büyük Türkiye idealinize ulaştınız mı?
Büyük Türkiye ideali yolunda son 15 yılda çok önemli mesafeler katedildi. Şimdi yeni bir evreye geçeceğiz ve göreceksiniz, 2020 yılından itibaren Türkiye bu coğrafyanın merkez ülkesi olacak. Hiç kimse tereddüt etmesin. Bu bir geçiş dönemi. 15 yıldır başarılanların sütunlarının yerine oturma dönemi. Türkiye 2020’den itibaren güçlü bir şekilde yükselişine devam edecek. Dünya sistemi Türkiyesiz olmaz. Dünya sisteminin inşasında da merkez ülke Türkiye’dir.
“İMAM-I AZAM AKLI FARKEDİŞTİR”
Bizi Ortadoğulaştırmak isteyenlere dikkat çekiyorsunuz. Garip değil mi diye başladığınız sözlerinizde, İmam-ı Azam sempozyumları neden yapılmaz, diye soruyorsunuz? Bu ihtiyacı neden hissettiniz?
Diyanet İşleri Başkanlığı her yıl düzenli İmam-ı Azam sempozyumları yapmalı. Çünkü İmam-ı Azam’ı anlarsak, önce saray toplumunun ardından digital toplumun ve şimdi gelecek robotik toplumun inşasında ortaya çıkabilecek bütün problemleri çözecek aklın Müslümanlarda olduğunu farkedeceğiz. İmam-ı Azam aklı farkediştir. Aklı farketmenin imanı güçlendirdiğini farkedişin adıdır. İmam-ı Azam’ın fıkhı ekberi sadeleştirilmeli ve Türkiye’de ücretsiz dağıtılmalı. Beraberinde İmam Maturidi tekrar konuşulmalı. İlahiyat Fakülteleri her yıl düzenli İmam-ı Azam araştırmaları yapmalı. İmam-ı Azam ve Maturidi’yi fark ettiğimizde…
Arzu ettiğimiz nesle mi kavuşmuş oluruz? Sadece nesle değil, Batı uygarlığı ile olan mücadelemizde, akıl dönüşümü üzerinden dünyada gerçekleşen gelişmeleri doğru yorumlayıp, çözümlemelerimizi başarabileceğimizi göreceğiz.
“DEİZM HAFİFE ALINIYOR”
Digital ve sosyal platformlarda olmalarını desteklediğiniz gençliğin deizme kaydığına yönelik uyarılarınız var. Sayın Erdoğan'ın sık sık nasihatler verdiği nesil için ipler nerede kopuyor?
40 yıl önce FETÖ terör örgütü eleman sayısına baktığınızda 3 taneydi, FETÖ’den tehlike mi olur deniliyordu ama 15 Temmuz’u yaşadık, deizm de hafife alınıyor, deizm de hafife alınmasın, deizm üzerinden bu toprakların kıyamete kadar varlığını tehdit edecek bambaşka modellerle karşılaşabiliriz.
“ABDULLAH GÜL’Ü ŞAŞIRTAN KENDİSİ OLDU”
Ailede siyasi anlamda ilk ismi geçen kişi olarak anlattınız Abdullah Gül’ü. 25 Haziran'dan çok önce, hakkında yazılan bir kitaptan sonra Gül'e, yerini belli et uyarısında bulunmuştunuz. Sizce Gül'ün yolundan şaşırtan, döndüren ne oldu?
Kendisi oldu. Benim 17/25 ve geziden bu yana söylediğim bir cümle var. Polemiğe girmek istemem. Yıllarca kendilerine hürmet ettiğimiz, ağabey dediğimiz insanların durduğu yerin Sayın Erdoğan’ın yanı olduğunu söylemeleri gerektiğini ifade ettim, yine aynısını söylüyorum. Yol arkadaşlığı bunu gerektirir. Sayın Erdoğan bu konuda çok vefa göstermiştir. Ama aynı vefayı kendisi görememiştir.
Peki 14 Ağustos 2001’in ruh kökleriyle 15 Temmuz 2016’nın ayağa kalkış kodlarının birleşip “dâvâ adamları topluluğu” oluşturduğunu yazmıştınız. Sayın Erdoğan'ın yollarını ayırdığı veya kendisiyle yollarını ayıranlar açısından AK Partideki dava arkadaşlığının riske girdiğini düşünüyor musunuz?
Riskten kastınız?
“TÜRKİYE GEZİDEN BERİ SALDIRI ALTINDA
Yani dava arkadaşlığının bozulması, dağılması, tahrip olması?
Gezi'den bu yana herkesin tutum ve davranışlarına bakacaksınız, bozulmanın hangi adreste olduğunu göreceksiniz. Türkiye geziden beri açık bir saldırı altında. Türkiye'yi geziden beri Erdoğansızlaştırma operasyonları ile karşı karşıya. Durduğum yeri ifade ettim. Benim durduğum yer, Sayın Erdoğan'ın durduğu yerdir. Sözümü de söyledim tavrımı da ortaya koydum.
“ALMANYA İLE İLİŞKİLER İYİ OLMAK ZORUNDA”
Oyunu yazan FETÖ, oyuncular PKK ve FETÖ hainleri, sahnelenen ülke ise Almanya’dır, dediniz. Sayın Erdoğan geçenlerde yaptığı ziyarette Almanya ile sancılı dönem geride kalıyor, dedi. Uluslararası ilişkiler sizin dürüstlük anlayışınıza uygun mu ilerliyor?
Maalesef. Erdoğan'ın ortaya koyduğu samimiyeti muhataplarının gösterdiğini söylemem mümkün değil. Almanya ile Türkiye ilişkileri jeostratejik olarak iyi olmak zorunda. Almanya'da bunu fark edenlerin, Almanya'nın ortaya koyduğu yanlışları toparlamasını ümit ediyorum. Almanya ile Türkiye'nin stratejik ittifakı, önümüzdeki yüzyıllık süreçte her iki ülke için çok kıymetli.
“ÇİN, RUSYA VE İSRAİL İLE TEK BAŞINA KALMAMALIYIZ”
Gerçi siz, değişen güç merkezleri ve dönüşen paradigmada yer alabilmek için, ülkelerin ortak akıl çerçevesinde buluşmaları dünyanın geleceği için çok kıymetli bulduğunuzu ifade ettiniz. Peki Türkiye tüm bunlara rağmen ABD ekseninin neresinde durmalı sizce?
Bu türbülans bir yerde oturacak. Biz bu coğrafyada Rusya ve Çin ile asla tek başımıza kalmamalıyız. İsrail ile, Vatikan ile baş başa kalmamalıyız. Bu coğrafya çok fonksiyonlu bir denklemi emreder. Anadolu topraklarında bekamızı sürdürebilmek, dünyayı, insanlık tarihini, göçleri, coğrafyaları iyi okumaktan geçer. Anadoluda devlet olmak kolay değildir. Anadolu'da bekamızı sürdürebilmemiz ancak bütün bu denklemlerin hamasete kapılmadan akıllı bir şekilde değerlendirmekle mümkündür. Önümüzde zor ve çetin yıllar var.
“SAYIN BAKANIMIZ SERT ÇIKIŞTA BULUNMAYABİLİRDİ”
Danışmanlık konusunda bir yorumda bulundunuz ama MCKinsey konusu kapandı mı sizce?
Tabii ki Sayın Cumhurbaşkanımız konuyu kapattı. Sayın Bakanımız da o kadar sert çıkış yerine: “Ben bu konuda çok sert çıkışlar olduğunun farkındayım, anlayış gösteriyorum” diyerek bir yaklaşım sergileseydi bu kadar çok gerginlik olmazdı. Sayın Bakanımız da o cümleleri kullanınca, bu konuda duyarlılık gösteren herkes cümlelerini daha da sertleştirdi. Sayın Cumhurbaşkanımız da noktayı koydu.
“KILIÇDAROĞLU, AKŞENER VE İNCE ANCAK ACENTE TAŞERONLUK YAPAR”
Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce ya da Meral Akşener, sizin belirttiğiniz küresel güçlerin ortaya attığı “acente liderlik” formatına uyuyorlar mı?
Liderlik fıtridir. Zorlama liderlik olmaz. Bu isimler ancak acenta taşeronluk yaparlar.
“SUUDİ ARABİSTAN’DA SÜRPRİZLER OLABİLİR”
Çağımızın en büyük basın şehidi olarak adı geçen Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kritik ve artçı sarsıntıları önümüzdeki günlerde çok daha sertleşerek devam edecek. Suudi Arabistan’da çok sürpriz gelişmeler olabilir. Bekleyip görelim.
“GÜZEL YAŞAMAK, GÜZEL ÖLÜM İSTERİM”
"Kendim" adlı şiirinizde. Çünkü ben yokum, geldim/bildim/varlığa doğru yürüyorum. Hakikat kapısında olmak. İşte o zaman, Mevlana, Yunus gibi. Hikayenizin sonunu nasıl hayal ediyorsunuz?
Güzel ölüm ama güzel yaşamak. Allah hay sıfatıyla bize hayat veriyor. Allah bize hay sıfatıyla nefs denilen o nimeti vermeseydi biz bu güzelliklere bakıp heyecan duymazdık. Şu güzelliklerden tad alamazdık. Herkes nefsi kötüler oysa nefs, Allah’ın ikram ettiği hayattan, Allah’ın meşru gördüğü o geniş daire içerisinde tad alabilmektir. Güzel yaşamak ve güzel ölmek. Hayatı anlamlandırmak. İhsan sahibi olmak. Halk içinde halkla beraber olmak. Ölüm mukadder ama uzun yaşamayı isteyip, ihsan sahibi olabilmek.