Mösyö Kamal Atatürk mü Gazi Mustafa Kemal Atatürk mü?
Cumhuriyet’in ilanından sonra uygulamaya konmuş olan inkılapların en belirgin hususiyeti, Tanzimat’tan bu tarafa uygulamada kendisine yer bulmuş olan (Medresenin yanı başında Batı tarzı eğitim kurumlarının ya da Şer’i Mahkemeler yanında Batı tarzı mahkemelerin faal olması gibi), tarihsel dualiteyi ortadan kaldırma noktasındaki tercih ediciliğidir.
Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen inkılapların en önemlilerinden birisi, her ne kadar 1926 İtalyan Hukuku örnek alınarak hazırlanmış olsa da, şüphesiz ki soyadı kanunudur.
21 Haziran 1934’te çıkarılıp uygulamaya konan bu kanuna kadar bir dizi tabir, sıfat ve isimler ile insanlar anılıp tanınmaktalardı. O günkü tarihlerde Osmanlı coğrafyasında ahali birbirine ağa, paşa, hacı, hoca, efendi bey, hanım ve efendi gibi sıfatlarla hitap etmektelerdi.
21 Haziran 1934’te çıkarılan kanun eskiye ait bulunan ve sınıfsal ayırım yaptığına kanaat getirilen bütün bu ağa, paşa, hacı, hoca, efendi bey, hanım ve efendi gibi hitapları yasaklamıştı.
27 Teşrini Sani 1934 tarihli dönemin Milliyet gazetesinin birinci sayfasında Mecliste Büyük Bir Gün manşeti ile verilen habere göre sınıf farkını gösteren unvanlar yıkılmıştı. Müşüre, Mareşal; Paşaya General denilecekti. Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri artık kullanılamayacaktı. Kişi isminden önce gelmek üzere er kişiye Bay, kadına da Bayan denilecekti. İlgili kanunun ikinci maddesine göre; Söyleyişte, yazışta, imzada öz ad önde, soyadı sonda kullanılır denilmekteydi.
İşin garibi ise Milliyet gazetesi soyadı kanunun kabulünü kamuya haber verirken Gazi Hz.ne Ata Türk soyadı verildi diye ifade etmişti. Ne de olsa söz konusu kanun henüz yürürlüğe girmemişti.
Çıkarılan soyadı kanunu gereğince memurlar, öğretmenler, binlerce insan ve nihayet Müslüman ya da gayrimüslim herkes kendisine bir soyad edinme telaşına düşmüştü. O günkü basının ifadesiyle; Bütün ulus soyadı bulmakla meşgul.. Herkes öztürkçe birer ad seçmekteydi. Milletvekillerinin hemen hepsi soyadı almış gibiydi. Basın; memleketin dört bir tarafında türlü rekabetler göründüğünden haber vermekteydi.
Basın aynı zamanda bir uyarıda da bulunmaktaydı: Soyadı seçmek ve kütüğe yazdırmak için konan müddet 2 Temmuz 1936 tarihinde bitecektir. O tarihe kadar soyadı alıp kütüğe yazdırmayanlar 5 liradan 15 liraya kadar para cezasına çarptırılacağı gibi bunların soyadları doğrudan doğruya vali ve kaymakamlar tarafından takılacaktır. Halkımızın o tarihten önce soyadlarını seçip nüfus idarelerine bildirmeleri lazımdır.
Mustafa Kemal, Atatürk soyadını almıştı.
İsmet Paşaya, İnönü savaşlarından ötürü, İnönü soyadı uygun görülmüştü.
Tevfik Rüştü Bey ise Aras ırmağından mülhem, Aras adını kullanmaya başlamıştı.
Celal Beye de Bayar soyadı yakıştırılmıştı.
…
1934 tarihli Efendi, Bey, Paşa Gibi Lakap ve Unvanların Kaldırılmasına Dair Kanun ile Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırıldığı ve sıfatların kişi isminden önce gelmesi yine kanuni bir zorunluluk olduğu içindir ki Tevfik Rüştü Bey için Bay Aras, İsmet Paşa için General İnönü ve daha başkaları için de benzer şeklindeki kullanımlar söz konusu olmaya başlamıştı.
Diğer taraftan Türkiye Hariciyesi Mustafa Kemal’in almış olduğu soyadını bütün yabancı devletler hariciyesine yazılı olarak duyurmuştu.
Konuya dair ABD hariciyesine gönderilen bir yazıda:
Sayın Dışişleri Bakanına iltifatlarını sunar diye belirtildikten sonar; her Türk vatandaşının soyadını almasına ilişkin yeni kanuna gereği 25 Kasım 1934 tarihli Büyük Millet Meclisi kararı ile Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına Atatürk adının verildiğini bildirmekle şeref duyar, denilmiş, sonrasında ise şu cümle ilave edilmişti:
Sonuç olarak son yasa ile her türlü unvan kaldırıldığından, bundan böyle Türkiye Cumhurbaşkanı'nın ad ve unvanı şöyle olacaktır:
Mösyö (Bay) Kemal Atatürk
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı.
Türk Dışişleri Bakanlığı alınan kararı sadece yabancı hariciye ve sefaretlere bildirmekle kalmamış, kendisi de yazışmalarında yer vermişti.
O günkü yazışmalar yahut protokol dili henüz Fransızca olduğundan gönderilen yazıda Kemal Atatürk adından önce Sayın/Bay anlamında Fransızca Monsieur (Mösyö) kelimesi kullanılmıştı. Örneğin 2 Mart tarihi ile yabancı hariciyelere gönderilmiş olan notta, Kemal Atatürk'ün yeniden cumhurbaşkanı seçildiği bilgisi, Mösyö ibaresine yer verilerek paylaşılmıştı.
28 Kasım 1934 tarihli kanun eski ad ve sıfatları yasaklamış olduğundan Mustafa Kemal’e Gazi veya Ekselansları/Hazretleri denmesi nezaketi de hükümsüz kılınmıştı. Ayrıca 28 Kasım 1934'te, Fransızca yazılmış gayri resmi bir notta; Bundan böyle Cumhurbaşkanının unvanı, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mösyö Kemal Atatürk'tür şeklinde yapılan bilgilendirmeye ilaveten Gazi ve Paşa gibi eski unvanlarının kaldırılacağı ve Batı Dünyasının tüm ülkelerindeki sıradan insanlara verilmekte olan Mösyö unvanının Mustafa Kemal için de geçerli olacağına yer verilmişti.
ABD Hariciyesi, yapılan resmi ve gayrı resmi yazışmalardan, Türklerin muhtemelen Başkanlarına, kullanılan dile uygun olarak, Mösyö, Herr, Signor, Bay, vb. şeklinde atıfta bulunulmasını istemekte oldukları yargısına varmıştı. Böyle bir kanaat neticesindedir ki Türkiye’deki ABD sefiri bir taraftan Cumhurbaşkanının, Gazi unvanı veya Ekselansları/Hazretleri diye kendisine hitap edilmesini halinde bu tutumu nasıl karşılayacağı konusunda endişeye kapılmışken bir taraftan da sergilenecek tepkiye dair, ihtiyatlı bir tarzda, ön araştırmalar yapma gereği hissetmişti.
ABD hariciyesi dâhilinde konuya dair yapılan yazılı müzakerelerde; şayet bu mantıkla hareket edilecek olursa ve Mustafa Kemal’in adından önce herhangi bir önek kullanmanın gerekli olduğunu düşünüyorsak, ondan bahsettiğimizde mantıken ona Sayın Kemal Atatürk demeliyiz, fakat bu durum muhtemeldir ki her durumda geçerli olmayacaktır, şeklinde dile getirilmişti.
Müzakereler arasında dillendirilen bir diğer yaklaşım ise; Türkler, Batı Dünyasının ya da en azından Anglo-Sakson dünyasının uygulaması olduğu varsayımıyla, tüm halktan Bay olarak bahsetmek konusunda biraz işi (astray) abartmış bulunmaktadırlar, denilmekteydi.
ABD’li hariciyecinin işlerin abartıldığı (astray) şeklindeki yaklaşım esasen hepten de yersiz bir tespit değildi. Zira Türk Hariciyesinin yazışmalarında dikkat çeken bir başka husus Mustafa Kemal’in bizatihi ismine dairdi.
Mustafa Kemal’in adı, Dışişleri Bakanlığı'nın 28 Kasım 1934 tarihli notunda yer aldığı üzere, Kemal değil, Kamal’dı. Böyle bir kullanımın ilk defa gerçekleşmesi ise Dışişleri Bakanlığı'nın 2 Mart 1935’te Cumhurbaşkanının yeniden seçildiğinde dair paylaşmış olduğu yazışmada yer almıştı.
ABD hariciyesince yapılan değerlendirmeye göre böyle bir yaklaşım hiç de makul bir durum değildi. Zira Amerikan basınına üstünkörü bir bakış dahi Hitler'in yaygın olarak Herr Hitler/Bay Hitler olarak anıldığını görmeye kâfi gelecekti. Diğer taraftan o günlerde basında çokça bahsi geçen Laval’dan dahi Bay Laval yerine neredeyse her zaman M. Laval olarak bahsedildiği dile getirilmişti.
ABD’li bir hariciyeci ise;
Bu nedenle, Türkiye Cumhurbaşkanı hakkında konuşurken veya yazarken, adından önce herhangi bir adlandırma kullanılması gerekli görülüyorsa, yukarıda belirttiğim gibi, bence, Bay Kemal Atatürk demek daha mantıklı olacaktır. Ortalama bir Amerikalının Woodrow Wilson, Theodore Roosevelt, Franklin Delano Roosevelt, William Jennings Bryan, Grover Cleveland, Al Smith vb. gibi tanınmış siyasi şahsiyetlere yaptığı mevcut referans dikkate aldığımda, durumun böyle olduğunu düşünmüyorum. Aslında, bir adam bir ülkede ne kadar tanınmışsa, ortalama bir Amerikalının ona Bay diye hitap etmesi o kadar az olasıdır. Başka bir deyişle, M. Cleveland demek oldukça doğal görünse de, özellikle ona tam adıyla hitap edilmesi, yani Mr. Grover Cleveland denilmesi biraz garip görünüyor. Aynı benzetmeyle Kemal Atatürk demek bana daha doğal gelirken, Sn. Kemal Atatürk demek her defasında bana tuhaf geliyor. Sonuç olarak, bir insan Türkiye Cumhurbaşkanı gibi dünya çapında bir şöhrete ulaştığında, onun daha ziyade Atatürk olarak anılıp anılmayacağı sorgulanabilir, tıpkı Hindenburg, Mussolini, Hitler, Pilsudski ve diğerleri gibi,
diyerek görüşlerini ifade etmişti.
ABD Hariciyesinde gerçekleşen müzakerelerde, kanunlar o şekilde ön görmüş ve resmi yazışmalarda öyle olacağı veya olması gerektiği ifade edilmiş bulunsa da, sahadaki bir gerçeğe de ayrıca vurguda bulunulmuştu.
Yapılan müzakerelerde bu hususa dair de deniliyordu ki;
Belirtmek gerekir ki, Türkiye'de hiç kimse Bay Atatürk diye ifade etmez. Bay ifadesine sadece özel konuşmalarda yer verilir. Tüm resmi yazışmalarda ise sadece hitap eden kişinin (Ali Nuri, Ali Fuat gibi) adı yalın biçimde kullanılır. Türklerin kendileri dahi Atatürk derler, o kadar! Bir isimden çok bir unvan haline gelen ve garipseme sağlayan bu durumun atlatılmasından sonra Büyükelçilikler de Türklerin kullanımını benimseyip o yönde hitap ve yazışmalarda bulunacaklardır.