NATO’nun PYD’ye operasyon sınavı
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri saldırısı ve sonrasında iki ülke arasında başlayan savaşla beraber NATO genişlemesinin yönü, Ukrayna ve Gürcistan’ı unutup, Avrupa’nın kuzeyine İsveç ve Finlandiya’ya kaydı. Amaç Avrupa’yı bir duvar olarak NATO şemsiyesi altında Rusya’nın karşısına dikmekti. İki Baltık ülkesinin olası üyeliğiyle beraber, Avrupa haritasını önünüze alıp Finlandiya’dan Yunanistan’a, yani kuzeyden güneye bir hat çizdiğinizde Doğu’ya/Rusya’ya karşı bir duvar karşınıza çıkacaktır. Bu hattın tek istisnası, NATO’nun güneydoğu kanadı, yani Türkiye’dir. Türkiye’nin de Karadeniz üzerinden Rusya’yı durdurması istenir. Bu Soğuk Savaş döneminde başlayan, günümüzde de geçerli olan bir strateji. Türkiye, Soğuk Savaş döneminde bu strateji kapsamında görevini yerine getirmiştir.
Ancak bu kadar kritik bir konumda bulunan Türkiye, başta ABD olmak üzere NATO’nun başat güçleri tarafından başta terörle mücadele olmak üzere haklı olduğu konularda yalnız bırakılmıştır. Yalnız bırakılmanın ötesinde, Türkiye’nin karşısındaki güçler/örgütler desteklenmiş, yönlendirilmiş/yönetilmiş, kışkırtılmıştır.
Bunun ana nedeni, Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte NATO’yu yönlendiren ABD’nin, bölgemizle ilgili politikasındaki temellerdir. Bu temele göre Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ülkeler yeniden dizayn edilecek, etnik ve mezhepsel karşıtlıklar kaşınıp yeni ülkeler/rejimler oluşturulacak, bu plana direnebilecek ülkeler ya zayıflatılacak ya da parçalanacak.
Peki plan ne?
Avrasya coğrafyasını kontrol edebilmek, devamında da Rusya’yı tamamen etkisizleştirmek ve Çin ile mücadeleye güçlü girmek.
Bu plana direnç gösterebilecek ülkelerin başında Türkiye.
Bunun nedeni Rusya veya Çin ile ittifak kurma ihtimali değil (ki çıkarlarımıza uyuyorsa olabilir de), kendisinin de plandaki olumsuzluklardan nasibini alacak/almış olması.
32 yıldır PKK/KCK-FETÖ başta olmak üzere tüm terör ve casusluk örgütlenmelerinin perde arkasındaki destekçisi, NATO müttefikimiz olan ABD, İngiltere, Fransa, Almanya vs. Ancak Türkiye’nin direncinin büyüklüğü, hedeflerini gerçekleştirmede bu ülkeleri sonuçsuz bıraktı.
Sözle “teröre karşıyız” diyen ülkeler, perde arkasında terör örgütleriyle işbirliği yaptılar. Hatta ABD, 2014 yılından itibaren PYD/YPG terör örgütüyle açıktan bir ilişki sürdürüyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın ifadesiyle PYD/YPG terör örgütü, ABD’nin bölgedeki “kara gücü” olma niteliğini korumakta.
ABD, IŞİD’İ MEHMETÇİK’TEN KORUMUŞTU
IŞİD terör örgütüne karşı da Türkiye yalnız bırakıldı. Yaklaşık 2 ay sonra yıldönümü olan Fırat Kalkanı Harekatımız, kamuoyuna çok fazla yansımayan zorluklarla gerçekleşti. Bu zorlukların nedeni, askerlerimizin IŞİD militanları karşısında zorlanması değildi. ABD’nin IŞİD militanlarını destekler bir şekilde bizim harekatımıza çıkardığı engellerdi. Evet, ABD IŞİD’i Türk askerinin elinden kurtarmak için çeşitli manevralar yaptı. Örneğin;
- Harekat güzergahımız ABD uçakları tarafından bombalandı.
- El Bab’taki terörist varlığı temizlenmesin diye bu kente girişimizi engellemek istediler.
Kim bilir, belki de IŞİD’li bildiğimiz bazıları da ABD’nin bölgedeki özel kuvvet veya istihbarat unsurlarıydı. Bunu tarih mutlaka ortaya çıkaracaktır. Özetle mücadele ettiğini söylediği IŞİD’i bile koruyan kollayan bir ABD karşımızdaydı.
Şimdi aynı ABD ve onun yörüngesindeki NATO Genel Sekreterliği, bizim İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği için ortaya koyduğumuz veto kartını masadan kaldırmamızı istiyor. Bu çerçevede dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Türk heyeti, NATO, İsveç ve Finlandiya heyetiyle uzun bir toplantı yaptı. liderlerin eşlik ettiği dışişleri bakanları kameraların karşısında Finlandiya ve İsveç'in NATO üyelik süreçleri hakkında üçlü memoranduma imza attı. (Memorandumun bu konudaki anlamını “bir anlaşmanın önemli detaylarının yer aldığı kısa bir resmi belge” olarak tanımlayabiliriz.)
10 maddelik memorandumdaki detaylardan okuduğumuza göre, iki ülkenin PYD/YPG ve FETÖ terör örgütlerine karşı mücadele, ambargoların kaldırılması ve birçok konuda Türkiye’nin istediği çizgiye gelmesi olumlu.
Böylece iki ülkenin üyelik süreci başlamış olacak.
7 AŞAMALI SÜREÇ
7 aşamalı üyelik süreci şöyle: ( https://www.aa.com.tr/tr/dunya/nato-uyeligi-cok-asamali-uzun-bir-surec-gerektiriyor/2590210 )
BİRİNCİ ADIM: NATO uzmanlarıyla davet edilen ülkenin temsilcileri Brüksel'de bir araya gelerek görüşmeler yapıyor. Bu görüşmelerde davet edilen ülkenin NATO'nun siyasi, yasal ve askeri şartlarını karşılayıp karşılamadığı, NATO üyeliğinin ekonomik, askeri, yasal, siyasi ve istihbaratla ilgili yükümlülüklerini yerine getirip getiremeyeceği müzakere ediliyor. Bu müzakerelere göre davetli ülkenin NATO şartları ve standartlarını yerine getirmek için reform yapıp yapmayacağı belirleniyor.
İKİNCİ ADIM: Davet edilen ülke NATO Genel Sekreteri'ne resmi niyet mektubu gönderiyor ve NATO üyeliğinin yükümlülüklerini ve üzerine düşen taahhütleri kabul ettiğini bildiriyor. Reform yapılacaksa bu mektupta reformların takvimi de belirtiliyor.
ÜÇÜNCÜ ADIM: NATO, Washington Antlaşması'na ilave katılım protokollerini hazırlıyor. Böylece ittifakın kurucu anlaşması bir anlamda güncellenmiş oluyor. Bu protokoller, NATO ülkeleri tarafından imzalanıyor.
DÖRDÜNCÜ ADIM: Protokollerin NATO üyesi ülkeler tarafından kendi ulusal yasaları ve prosedürleri uyarınca onaylanması gerekiyor. Onay süreci ülkeden ülkeye değişiklik gösteriyor. Örneğin onay için ABD'de Senato'nun üçte ikisinin oyu gerekirken, İngiltere'de parlamentoda resmi bir oylama gerekmiyor.
BEŞİNCİ ADIM: Tüm üye ülkeler, kendi onay süreçlerini tamamladıktan sonra Washington Anlaşması'nı saklayan ABD'ye yeni üyenin katılımını öngören protokolleri kabul ettiklerine dair bildirim yapıyor.
ALTINCI ADIM: Bütün bu aşamalar tamamlanınca NATO Genel Sekreteri, yeni üyeyi ittifaka katılmaya davet ediyor.
YEDİNCİ ADIM: Yeni üye de kendi ulusal yasal sürecini tamamlayarak katılım belgesini Washington Antlaşması'nı saklayan ABD'ye teslim ediyor ve NATO üyesi oluyor.
Yani dün imzalanan memorandum, İsveç ve Finlandiya’nın hemen üye olması anlamına gelmemekte.
Eğer Türkiye, bu aşamalarda başarılı bir diplomasi yürütürse, PYD/YPG ve FETÖ terör ve casusluk örgütlenmelerine karşı mücadelesinde NATO’nun bütün üyelerinin desteğini alabilir.
Şöyle ki:
Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki terör varlığına yönelik harekatı gündemde. Bizim bu harekatımıza karşı duran ülkeler sadece Rusya, İran, Suriye değil. Aynı zamanda ABD, İngiltere, Almanya, Fransa’nın da aralarında bulunduğu bazı NATO üyelerince de engellenmek isteniyor.
Eğer bu ülkeler, PYD/YPG terör örgütüne kalkan olmaya devam ederse, Türkiye sözünü ettiğimiz aşamalarda tüm NATO’nun desteğini şart koşabilir. NATO liderliği de artık bir seçim yapmak zorunda bırakılabilir. Ya Türkiye’nin desteği ya terör örgütleri.
***
ABD’YE/NATO’YA GÜVEN OLUR MU?
Geçen yıl 14 Haziran’da Brüksel’de yapılan NATO liderler Zirvesi’nin 79’uncu maddelik sonuç bildirgesinin 16’ncı maddesi genişçe bir şekilde terörle mücadeleyi tanımlıyordu.
Liderler bu maddede, “terörizmin, tüm biçimleri ve tezahürleriyle, halklarımızın güvenliğine ve uluslararası istikrar ve refaha doğrudan tehdit oluşturmaya devam ettiği, terörizmi kategorik olarak reddettiklerini ve mümkün olan en güçlü şekilde kınadıklarını, müttefiklerin kararlılıkla ve dayanışma içinde bu tehditle savaşmaya devam edeceklerini, terörizme karşı mücadelenin, bir bütün olarak uluslararası toplumun çok çeşitli araç ve aktörleri içeren tutarlı, uzun vadeli bir çabasını gerektirdiğini, teröre verilen her türlü mali desteği kınadıklarını” vs. aktarmışlardı.
Kuruluş sürecini geçtim.
NATO’nun önde gelen ülkeleri, liderlerinin sadece bir yıl önceki imzaladığı metne sadık kalsalardı, bugün PYD/YPG ve FETÖ terör örgütleriyle mücadelede Türkiye yalnız kalmamış olurdu.
Bu nedenle, imzaladığımız metinlere biz hep sadık kalıyoruz da diğer imzacılar ne kadar sadık kalıyor, şüpheli.