Neden "Kararsızlar"ı anlamamakta ısrarlısınız?
Ülkemin kısır analiz piyasasında boy gösterenlerin çoğunluğu medyada görünmekten, okuyup bilgi tazelemeye zaman bulamıyorlar.
Bilgi en çabuk eskiyen şey oysa.
Öğrencilerime özellikle sosyal bilimlerde, 2000 sonrası basılan akademi kökenli eserler önerme nedenim de bu.
Devamlı okur hatırlar, sık sık “kararsızlar ayrı bir sosyolojik gruptur” derim.
Onları eski tip kararsızlardan ayıran, oy verecekleri partinin netleşmemesi değil, yaş, cinsiyet, gelir grupları gibi ayrı bir yapı olmaları.
Onları ayırt eden, olup bitenlere mesafeli duruşları.
Araştırma şirketleri, analizlerinde kararsızları ona buna bölüp duruyorlar.
Bunu yaparken geçmiş yönelimlere bakanlar var, oysa geçmiş çoktan çöpe gitti.
Onlarınki 20. Yüzyıl kafası.
Ne yapmalı;
Bir, önce kararsız grubu ikiye ayırmak gerek; Oy kararı netleşmeyenler ve sosyolojik grup olanlar.
İki, oy kararı netleşmeyen kararsızları oy oranlarına göre dağıtamazsınız. Ancak onların geçmiş oy davranışlarının ortalamasını alabilirsiniz.
O ortalamada öne çıkan yönde karar verirler, bu da sürpriz değildir. Zaten sürpriz diye bir şey yoktur, analiz körlüğü vardır.
Üç, yeni sosyolojik grubu anlamak için “Aşk Yüzyılı Bitti” kitabım, Bauman’ın “Siyaset Arayışı” ve tüm kitapları, Sennet’in “Karakter Aşınması” gibi yeni zamanları analiz eden kitaplar okunmalı.
Başarı öyküleri okumak boş zaman uğraşı olabilir, zira o öyküler o kişi ve koşullara aittir, gerçekçi olun lütfen.
Dört, elbette din, milliyetçilik gibi kavramlar seçme davranışında iş yapıyor, Avrupa seçim sonuçlarına bakarsanız bu açıkça görülür ancak bu kavramlar klasik kararsızlarda işliyor, yeni grupta değil.
Beş, yeni kararsız sosyolojik grubunun hassas olduğu iki “D” var; “Duygular” ve “Değerler.”
Her ikisi de birbirinin içinden çıkıyor.
Altı, yeni grubu oluşturanlar kayıtsız gibi görünseler de hayatı fazlasıyla ciddiye alıyorlar. Onların ciddilik dünyasında dalga geçmek de bir ifade biçimi.
Yedi, siyasete mesafeleri inanmadıklarından değil, güvenmediklerinden kaynaklanıyor.
Konu uzun.
Medyanın fikir hırsızları, ben servisi yaptım, buyrun buradan alın.
ANADOLU AJANSI’NA DÖNÜLSE Mİ?
Siyasetin karar mekanizmalarında olanlar ya da onlara yakın kişilerin yazılarımı okuduklarını biliyorum.
İşte onlar bu yazıyı dikkatle okumalılar.
Twitter’ı Musk satın alınca “mavi tık” konusunu çeşitlendirmeye karar verdi.
Derdi kullanıcıları kategorilere ayırmak.
Neden kategorilere ayırırsınız? Tanımlaması ve kontrolü daha kolay olsun diye.
O kategorilerden biri “devlet ve hükümet hesapları” olacak!
Bizde ise bir süredir, ABD sermayeli bu ortamı haber ajansı gibi kullanan bir devlet, hükümet, kamu kurumları, yöneticiler ve siyasetçiler var.
Bu duruma hep itiraz ettim, gayri ciddi ve riskli buldum. Kuşku duydum.
Belki bir sonraki Hükümet toplantısında ya da siyasi parti yönetimlerinde konu gündeme gelir de, resmi açıklamaları yeniden Anadolu Ajansı’ndan yapmaya karar verirler.
Elbette AA’nın da kendisine bir bakması ve yenilemesi koşuluyla.
BU MUDUR? BUDUR!
Cumhurbaşkanı Erdoğan Mısır ve Suriye ile barışma adımları attı, “Siyasette küslük olmaz” dedi.
Bu mudur? Budur.
Biz Erdoğan’ı barışçı dış politika izlemediği, Mustafa Kemal ilkelerine aykırı dış politika tutumu takındığı için eleştirmiyor muyduk? Barıştan yana her tutum desteklenmelidir.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, gece karanlığında okula ve işe gitmek zorunda kalanlar için “Türkiye’nin sabahlarını karanlığa boğdular” dedi.
Bu mudur? Budur.
Gece karanlığında güne başlama uygulaması akıldışıdır ve düzeltilmesi gerekir.
Bir çocuğun kör karanlıkta okula gitmek zorunda kalması, eğitim aldığı anlamına gelmez.
ZİNCİR MARKETLERLE TWİTTER ARASINDAKİ BENZERLİKLER
Zincir marketlerin danışıklı dövüşü net olarak ortaya çıkınca, piyasanın görünmez elinin tüketiciyi korumadığı, sermayenin kâr artırmaya yaradığı bir kez daha görülmüş oldu.
Demek ki neymiş? Kontrolsüz ve denetimsiz piyasa, sadece sermayenin kârına yarıyormuş.
Yine de tüketici oralardan çıkmıyor.
Twitter da Musk’a satılınca güya iflas etmesin diye yeni kâr artıcı çözümleri hayata geçirmeye başladı.
Kullanıcı orayı da terk etmiyor.
Neden?
Bir, ikisi de birbirine benzer zira ikisi de aynı atmosferi soluyor. İkisi de neoliberal anlayışın ürünü.
İki, zincir marketler içi boş “ucuz” algısını, Twitter ise içi boş “(kendini) ifade etme” algısını yerleştirdi.
Üç, zincir marketler geri planda işbirliği yaparak tüketiciyi alternatifsiz bıraktı, Twitter’ın da rakibi henüz yok.
Büyük balıklar küçükleri yediğinden, onlardan kaçmak isteyen müşteri ve kullanıcıya gidecek yer bırakmıyorlar.
DÜŞÜNDÜRÜCÜ
Bir.
Odatv yazarı Hürrem Elmasçı şunu sordu: “Neden CHP kulis bilgilerini, CHP’ye yakın gazetecilerden değil de iktidara yakın gazetecilerden alıyoruz?”
Soru çok yerindeydi.
Neden tam tersi olmuyor? Yani AK Parti’nin kulis bilgileri neden CHP’li gazetecilerden alınmıyor?
“Embedded” gazeteciliğin (iliştirilmiş/gömüşmüş gazetecilik) geldiği nokta ne kadar düşündürücü.
İki.
Akit Gazetesi’nin yazarı AK Parti’nin başörtülü grup başkan vekili Özlem Zengin hakkında “AK Parti, Özlem Zengin gibi laik, LGBT’ci, Kemalist bir kadınla seçime giderse kaybeder. Adam kalmadı mı da bu karı seçildi?” paylaşımı yaptı.
Kendisini “laik”, “LGBT’ci” ya da “Kemalist” olarak tanımlayan biri çıkıp da Akit’çiye “sen kim oluyorsun” demedi.
Bir tek kadın örgütü “ ‘karı’ ifadesini aynen iade ediyoruz” demedi.
Ne kadar düşündürücü.
ÜNİVERSİTELERİMİZ
Tam da “Dünyanın en iyi üniversiteleri” listesi açıklandığı gün, medyamıza baş aktörü profesör olan bir skandal düştü.
“Ülkeyi ayakta tutacak olan cahil halktır” cümlesini kurabilen bir profesör, eski doktora öğrencisine cinsel saldırıda bulunmuş!
Bu tür haberleri netameli bulduğumdan not düşüp geçiyorum.
Açıklanan listede ilk 1000’de bulunan üniversitelerimiz şöyle: Hacettepe (517), İstanbul Üniversitesi (639), benim üniversitem Ankara Üniversitesi (745), İstanbul Teknik (778), ODTÜ (810), Gazi Üniversitesi (877), Ege Üniversitesi (889), Koç (957), Cerrahpaşa (965).
İlk 1000’de 9 üniversitemiz var, 8’i devlet üniversitesi! Üniversitelerin ticarethanelere dönüşmesinin bilime hiçbir katkı sağlamadığı açıkça ortada.
Önemli bir başka durum da Çin’in bu listede yükselişi. Çin Halk Cumhuriyeti’nin desteklediği 9 devlet üniversitesi ilk 100’e girdi!
Eğitim ve bilim özel sektöre bırakılamayacak kadar ciddi ve yaşamsal bir konudur. Net.
“ÜN” BÖYLE YÖNETİLMEZ!
Ün ve şöhret kavramı birbirlerinden farklıdır. İkisi arasında bir de “şöhretimsi” var.
“Ün” yaptığı işle ilgili kitle tarafından, “şöhret” ise daha geniş kitle tarafından tanınmaktır.
“Şöhretimsi” ise, şöhretmiş gibi algılanıp aslında “ün”lü grubunda olanlar.
“Ün”lüleri gündemde tutmak için yapay aşklar üretilmesine alıştık.
Sipariş aşklara ikna edilen ünlülerimize söylenen, “Bu yalan ikinize de yarayacak” iddiası.
Buna inanan saftirikler çok.
Halbuki yeni dünyada sadece gerçek olanlar hayatta kalacak, diğerleri sabun gibi eriyip gidecek.
Bu böyleyken iletişim camiası level atladı, sahte ilişkilerden sahte evliliklere geçildi.
Adın bir skandala karışmak üzereyse acilen evleniyorsun sonra boşanıyorsun.
Hadise örneğine bakarsanız bu yöntemin olumsuz işlediğini görebilirsiniz.
Miyop, içeriksiz bir iletişim piyasasıyla ne bir marka, ne bir şöhret ne de bir star çıkabilir.
Onca yetenekli isim, yetenek mezarlığına yan yana gömülüyorlar.
DÜNYA KUPASI KATAR’DA OLDU DA NE OLDU?
Dünya Kupası’nın Katar’da oynanmasına karar verildikten sonra, 12 yılda Katar 300 Milyar Dolar harcadı.
Türkiye’nin yıllık bütçesinin 1,5 katını kupaya döktü.
Paraları çok, yakarak bile ısınırlar.
Safça bir yaklaşımla dünyayı güçlü ülkelerin yönettiğine inananlar var. Eski bilgi.
Dünyayı iki grup yönetiyor artık: Göçmenler (özellikle Hindistan ve Pakistan kökenliler) ve parası çok olan Araplar.
Zekâ isteyen işlerde göçmenler yönetimde. Araplar ise kendilerini dışlayan her türden kişi, kurum ve ülkeyi paralarıyla yönlendiriyorlar.
Göçmenleri ve Arapları küçümseyenler, göçmenler ve Araplar tarafından istila edildiler.
Bakın Dünya Kupası’na. Futbola uygun ne bir alt yapı ne de zihin durumları varken, FİFA’dan kupayı satın aldılar.
Gösterişli statlarımız olmasına rağmen bize bakan bile olmadı.
Dünya Kupası’nda kuralları da Araplar koydular: Alkol yok (en azından görüntüde), açık saçık giyinmek yok, LGBT’yi andıran kaptanlık bandı takmak yasak, amigolar örtülü giyinecek, müzik yasak.
“Batı” futbolunu götürdüğü ülkeye kendisine ait hiçbir şeyi götüremedi.
Şimdi biz neyi sorgulayalım? Batıyı mı, Arapları mı?
UYGUNSANIZ BEKLERİZ
Yazıyı buraya kadar okuduysanız, İstanbul’daysanız ve uygunsanız 3 Aralık 2022, saat 17.00’da, Fatih’deki Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde “Şimdilerde Kadın Olmak” söyleşisinde sevgili dostum Aslı Şafak’la birlikteyiz.
Konu zor ama güzel.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi düzenliyor, katılım ücretsiz.
AKLIMDA KALAN
Portekiz Milli Takımının oyuncusu Fernandes’in sözleri: “Bir ekibin/takımın gücü en zayıf halkası kadardır” cümlesi en sevdiğim sözlerden biridir. Dünya Kupası’nda Portekiz ve Uruguay’ın karşılaştığı maçta, öyle bir gol atıldı ki golü Ronaldo mu, Fernandes mi attı karıştı. Gol önce Ronaldo’ya yazıldı sonra Fernandes’e. Doğal olarak basın toplantısında “golü kimin attığı” sorulunca Fernandes şöyle dedi: "Bizim için önemli olan maçı kazanmak ve gruptan çıkmaktı. Golü kimin attığı önemli değil. Ben veya Cristiano... Fark etmez." Takım ruhunun özeti bu cümledir. O ruha yükselen takımlar nerede olurlarsa olsunlar kazanırlar.