Neşet Ertaş ve Nuri Pakdil...

YeniŞafak yazarı İsmail Kılıçarslan ABD ile yaşanan ekonomik savaşın ardından dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

İşte Kılıçarslan'ın o yazısı...

 Krizi önleyecek ekip: Neşet Ertaş, Nuri Pakdil

Ben İbrahim Kalın ağabeyden dinlemiştim. Güzel insan Bayram Bilge Tokel anlatmış ona da. Kırşehir’de yapılan şahane Neşet Ertaş Festivali’nde mi, başka bir yerde mi orasını bilemem artık.
Bayram Bilge Tokel ile Neşet Ertaş bir gün “düğüne” gitmişler. Bilen bilir, rahmetli Ertaş, “Abdallığın şanı budur” diyerek neredeyse hayatının sonuna kadar düğünlerde çalıp çığırmıştı.

Düğün sahipleri Neşet babaya ve Bayram ağabeye çok hürmet etmişler tabii. Artık iki gün mü, üç gün mü çalıp çığırdıktan sonra dönüşe geçmiş iki yoldaş. Şu detay önemli: Düğün sahipleri, tomarlarca para vermişler bir çanta içerisinde Neşet Ertaş’a. Temsil misal, 20 bin liraya anlaşıldıysa 60 bin lira para vermişler. Ufaklı büyüklü banknotları tepmişler işte çantanın içine.

Bayram ağabey arabasını Kırşehir’e doğru sürerken Ertaş, tarlada çoluk çocuk çalışan ırgatlar görmüş. “Bayram gardaş, şu gerideki tarlaya doğru dönsek bir” demiş. Dönmüşler tarlaya. Neşet baba, tanınmamak için kasketini yüzüne doğru iyice indirip camı açmış, çocukları arabaya çağırmış ve miktarlarına bakmaksızın elinin alabildiği kadar parayı ırgat çocuklara dağıtmış oracıkta. Ardından da “sür bakalım” demiş Tokel’e.

Bu burada bir dursun.

Nuri Pakdil ile birlikte yaptığımız Kudüs gezisinde defalarca şahit olduğum bir manzara vardı. Herhangi biri Pakdil ustaya yanaşıp avcunu açtığında Nuri bey hiç duraksamadan cebinden bir miktar parayı -asla saymaksızın ve asla dönüp paraya bakmaksızın- veriyordu. Parası bittikçe, yoldaşı Necip Evlice’ye gidip tamamlıyordu.

İki büyük ustanın dünyayla ve para denilen melanetle kurduğu ilişki aklımda hep bir “bütün krizlerden çıkış yolu” olarak asılı durur.

Bu da burada bir dursun.

Bir arkadaşım, Kur’ân-ı Kerim’deki zekat, sadaka, infak ve borç ayetlerinin kısa tefsirini şöyle yapıyordu: “Veren kurtulur, vermeyen cehennemin dibini bulur.”

İslam iktisadı konusundaki sayılı ilim adamlarımızdan Mehmet Akif Can hoca, şöyle şeyler yazdı sosyal medyada: “Hükmî olan ‘hakiki’ olanın yerini (ç)aldıkça dengeyi bozar. Dolar da TL de hükmîdir, hakiki para altın ve gümüştür. Hakiki paraya dönmedikçe bu sıkıntıları daha çok yaşarız.”

Hadi bakalım bir test yapalım kendimize. Şu satırları okuyup “olur mu canım öyle şey, altınla gümüşle iş mi olur? Uluslararası finans sistemi diye bir şey var” demeyen kaç kişiyiz? Allah’ın emirlerine günün şartlarından daha çok itimat eden kaç kişiyiz?

Devam edelim hocanın yazdıklarına: “Hakiki olan ‘ortaklık’ ve karz-ı hasen (karşılıksız, karsız borç verme), hükmî ve haram olan kredidir! Müslümanlar bankaya güvendikleri kadar birbirlerine güvenmedikçe faiz belasından kurtulmak mümkün olmayacaktır.”

Hadi soralım kendimize: Biz, vermenin fakirleşmeye değil rızık bolluğuna sebebiyet vereceğini düşünen insanlar mıyız değil miyiz? Faizi, Allah’ın kesin olarak haram kıldığı o pisliği, aklileştirerek “günün şartları neyi gerektiriyorsa” diyen insanlar mıyız değil miyiz?

Borsadaki, altındaki, dövizdeki, topraktaki paramızı kendimize mi saklıyoruz yoksa bir başka kardeşimize “karz-ı hasen” olarak, infak olarak verebilecek yüreğimiz, gönlümüz, cebimiz var mı?

Daha da açık sorayım: Neşet Ertaş’ı, Nuri Pakdil’i, Ebu Zer’i, Hazreti Ebubekir’i “romantik ve azınlık” olarak mı görüyoruz yoksa “model insanlar” olarak mı?

Hadi daha da açık sorayım: Koca koca finans kurumları faizsiz ve ortaklık temelli mikro krediler veriyor ve insanların ekonomik durumlarına olumlu yönde dokunuşlar yapıyor da haberimiz mi yok mesela? Finans sistemimizi Allah’ın istediği yöne doğru evriltmek gibi bir hedefimiz var mı, yoksa global finans sistemine uyum sağlamayı Allah’ın emir ve yasaklarından daha mı çok önemsiyoruz?

Bugün içine sıkıştığımız sarmal şudur: Tatlı kârımızdan, birikmiş paramızdan, yaşadığımız refah seviyesinden ne olursa olsun vazgeçmek gibi bir niyetimiz yok. Dünya ve ahiret işlerini birbirinden kesin olarak ayırıyoruz. Yüzde bilmem kaç krediyle borçlandığımız senetlere imza atar atmaz okunan ezana “azizallah” diyerek mukabele ediyoruz. Halbuki nerede bir ezan okunuyorsa orası insanların faiz denen pislikten de, açlık denen beladan da emin oldukları bir beldedir. Sizce de öyle değil mi?

Neşet Ertaş ve Nuri Pakdil... ile ilgili etiketler Nuri Pakdil İsmail Kılıçarslan Neşet Ertaş
GÜNÜN VİDEOSU

Diyarbakır'da üzücü olay: Yolda yürürken bir anda yere yığıldı! Gerçek sonradan ortaya çıktı...

Diyarbakır'da bir vatandaş, kaldırımda yürüdüğü sırada kalp krizi geçirerek yola yığıldı. Hastaneye kaldırılan vatandaş, tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.